‘Bu eski bir hikâye ama hep yeni kalıyor’

Muhafazakâr politikacı, fikirlerini geliştirmeye, değişime hoş bakmaz. İlerlemenin etkisinde kalmamak için büyük çaba gösterir, ideolojisinden bir milim bile geri adım atmaz. Teknolojiyi hayranlıkla izler ama ona ideolojik bir anlam yüklenmesinden ödü kopar. En yeni cep telefonu cebindedir, ama evrim teorisini yasaklamak için bin dereden su getirir. İflah olmaz bir Aydınlanma düşmanıdır; tüm okullar din okulu olsa, “yetmez” diye bağıracak, fanatizmin, reaksiyonizmin -gericiliğin -irticanın, şeriatın kapısını ardına kadar açmadan rahat etmeyecektir.

Muhafazakarlığın en büyük destekçileri arasında yer alan, iki arada bir derede kalmış politikacı ise, kendini, yitirdiği yerde değil, üzerine tutulmuş spot ışıkları altında arar. Kendine dayatılmış ve her gün sınırları daraltılan meşruiyet çemberinin içinde var olmaya çabalar. Sisteme sadakatten vazgeçmez ama solda yer aldığı iddiasını da sürdürür; “halk sağda o nedenle oralarda hayat arıyoruz” diye mazeret üretir. Büyük olasılıkla bilinçaltındaki gerçek, büyük “günah” budur. Bu nedenle yalnızca içi boş fikirlerinden, hayata düşman ideolojiden değil, laiklik gibi bağımsızlık gibi kazanılmış ne varsa sessizliğe göndermekten ya da inkâr etmekten cafcaflı bir retorikle, göz alıcı bir üslupla rotayı aydınlanma eleştirisi kılığında muhafazakarlık ve reaksiyonizm övgüsüne dönüştürmekten kendini alamaz. Varlığını kendine açılmış alanda statükoyla, Leviathan’la iyi geçinmeye bağlamış bu siyasetçi tipinin hayatı öyle büyük yanılgılarla doludur ki, itiraf zamanı geldiğinde Macbeth gibi “kana batmış haldeyim / o kadar ileri gittim ki / geri dönmek en az ileri gitmek kadar yorucu” diyecektir.

Özellikle iktidardaki muhafazakâr, otoriteyi her koşulda korumak isteyen politikacı ise görüşlerini değil, söylemlerini değiştirmekte hiç sıkıntı çekmez, mazeret arama derdine düşmez, söylediklerini rahatlıkla inkâr edebilir, dilini değil sizin kulağınızı suçlamayı ilke edinmiştir. Burada dürüstlük, söylemde tutarlılık gibi kaygılara yer yoktur. Hasımlarını alt etmek için bir gün önceki açıklamalarının tam tersini, öfkeyle, sanki yürekten inanıyorlarmış gibi boşaltırlar üstümüze.

Reaksiyoner -gerici siyasetçi ile bağlı bulunduğu cemaat- tarikat ise muhafazakarlığın koruyucu kalkanı arkasında mevzilenir ve olanak bulduğu her fırsatta, kendini gizleme gereği duymadan eyleme geçer. Reaksiyoner bir başka siyaset olan batılı faşizmle doğulu şeriatın kolayca iç içe geçmesi yadırganacak bir durum değildir. Dahası doğu ile batı arasında bocalayan, doğu despotizminden güçlükle kurtulmuş ama ufku açık bir aydınlanmayı hazmedememiş ülkeler onlar için verimli topraklardır.

Muhafazakâr dünyanın beslendiği en önemli ideolojik kaynak baştan beri dinler oldu, hâlâ da öyledir. Ama tüm inançlı insanları muhafazakâr parantezi içine sığdırmak mümkün ve doğru değildir. İnançlı insanlar kendilerine dayatılmış öğretilmiş farklı dini yorumlar arasında gerçeğin izini sürmekte, hayatlarını anlamlandırmakta zorlanırlar. Bu yorumların bir ucu şeriata irticaya, terörist zorbalığa diğer ucu dünyada var olmanın en masum açıklamasına, dindarlığa çıkar. Siyasetçinin bu karmaşada dindarları mürtecilerle şeriatçı faşistlerle karıştırmasından daha vahim, ucu ideolojik teslimiyete çıkan stratejik bir hata olamaz.

İkiyüzlülük, ilerici, demokrat, sosyalist kesime yabancıdır. Bu kesim büyük bir çoğunlukla hikayelerini henüz kitleselleştirememiş olsa da, sürekli yenilenen bir umutla hayatın içinde büyümeyi sürdürüyor. Umutla bakıyorum ben de ağaran sabahın ışıklarına; aklıma Heine’nin dizeleri geliyor.

Der ki Heine, Şarkılar Kitabı’nda; “bu eski bir hikâye / ama hep yeni kalıyor.” Yeni kalan eski hikayeler tarihin de, doğal olarak politikanın da sürekliliğinin işaretleridir.

Son zamanlarda bizim hiç eskimeyen hikayelerimize karşı yaygın ve neredeyse örgütlü karalama çabalarındaki artış da belki ilginizi çekiyordur. Muhafazakâr dünyanın büyük bir sevinçle karşıladığı bu kampanyalara geçmişin kimi ünlü edebiyatçıları, roman yazıcıları, bunca zaman sonra keşfettikleri, çoktan eskimiş, tarih olmuş tarzların propagandası ile ve galiba baskılardan yıldıkları, alıştıkları konfordan, zihinsel konformizmden vazgeçemedikleri için teslim oluyor, ecele faydası olmayan korkunun tuzağına düşüyorlar.

Süreklilik ve gelişme, kuşkuyu bilimin hizmetine sunan bilginin yöntemidir. Böylelikle fikirlerimiz gelişir, eskinin değişmeyi çağıran sağlam zemininde ayağa kalkan bilimsel düşünce ya da fikir, insanlara çağdaş sorunları çözme, teorik birikimi geliştirme şansı tanır. Tersi tutum bizi geçmişe boyun eğen statükocu muhafazakâr politikacıya benzetir. Unutmak olmaz; ne doğa, ne de toplum yerinde sayar; bilimsel bakış sürekli yeni sorunlar üretir, her yeni gelişme sorunları, olası çözümlerini önümüze koyar. Soru açık ve nettir; nereye gitmek istiyorsunuz?
Seçim sizindir.

Unutmak olmaz; bizler “hep yenilenen o eski hikâyenin” takipçileriyiz.


Bu yazı, Güray Öz‘ün sosyal medya hesabından alınmıştır…

Güray ÖZ