“Bir Milletin Medeniyet Seviyesi, Kadına Verdiği Değerle Ölçülür”*

Bugün, hayatı ilk nefesimizle tanıdığımız, son nefesimize kadar yüreğimizde taşıdığımız kadınların, annelerimizin günü. Ama bu topraklarda anneler günü aynı zamanda, annesiz kalanların da günü. Bazıları için çiçeklerin yanı başında, mezar taşlarının gölgesinde geçen bir gün…

Annenin sesiyle başlar hayat. Bir ninnide saklıdır ilk duamız, bir dokunuşta ilk güvenimiz. Kadın, yeryüzünün en kutsal mucizesini gerçekleştirir: Hem doğurur hem doğar. Bir çocuk dünyaya getirirken, kendisi de yeniden doğar. Taşır, büyütür, tüm korumacılığı ile sarıp sarmalar, feda eder. Bazen bir lokma ekmeği ikiye böler, bazen gecenin karanlığını ninnilerle aydınlatır. Yaraya üfler, “acımadı” der, teskin ve telkin eder.

Bugün, yalnızca bir çiçek sunmanın, bir mesaj yazmanın ötesinde; onların hayatlarımıza kattığı sonsuz emeği, sevgiyi ve özveriyi, kadının değerini anlamanın günü.

Bu topraklarda, kadına gerçek değerini ilk kez “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” diyecek kadar kadının toplum ve medeniyet içindeki yerini takdir eden bir “devlet adamı” değil, bir devrimci, dahi verdi: Mustafa Kemal Atatürk.  Çünkü biliyordu: “Bir toplumun yarısı zincirlerle bağlıysa, o toplum asla özgür olamaz” dı.

O yüzden kurduğu Cumhuriyet’in ilk yıllarında atılan adımlar sadece birer hukuk reformu değil, aynı zamanda bir zihniyet devrimiydi. 

O, kadınları yalnızca bir “anne” kimliğine sıkıştırmadı. Her alanda savaştığı gibi kadın hakları için de savaştı. Onları yurttaş yaptı. Seçme ve seçilme hakkını tanıdı, eğitime, toplumsal hayata, üretime ve siyasete katılmalarının önünü açtı. Çünkü biliyordu: Kadın yüceldiğinde toplum da yücelir ve yükselir.

Bu topraklarda, kadının yalnızca bir evin değil, bir milletin temeli olduğu bilindi. Mustafa Kemal Atatürk, karanlıkla aydınlığın tam ortasında kadınlara el uzattı. “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”  dedi.

1935’te, İstanbul’da Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi düzenlendiğinde dünya şaşkındı. Daha Avrupa uykudayken, Anadolu kadını tarih yazıyor ve dünya sahnesine çıkıyordu. Fransız kadını henüz oy kullanamazken,  İsviçreli kadınlar seçme hakkı için mücadele ederken, Türk kadınları oy kullanıyorlardı. Ve arkalarında onlara güvenen liderlerinin desteği ile 18 kadın milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi sıralarındaydı.  Atatürk’ün vizyonuyla, bir medeniyet projesiydi bu: Kadını olması gereken yere koyan, yurttaş sayan, geleceği kadın ellere teslim eden bir devrim… 

Bugün dünya haritasına baktığımızda, yalnızca Türkiye’de değil, gezegenin dört bir yanında kadınlar öldürülüyor. En gelişmişinden en yoksuluna, her ülkede şiddetin ve eşitsizliğin farklı bir yüzüyle karşılaşıyoruz.

Hindistan’da “Sati” uğruna yakılan kadınlar… (Dul kalan kadınların kocasıyla birlikte yakıldığı bir Hint geleneği)

ABD’de kadın cinayetlerinin üçte biri, kadının eşi, eski eşi ya da sevgilisi tarafından işleniyor…

İran’da başörtüsü takmadığı için hayatı söndürülen genç kızlar…

Latin Amerika’da “feminicidios” adı verilen sistematik kadın kıyımları…

Artık istatistikler sadece rakam değil; her biri bir feryat, bir suskunluk, bir kayıp. Ve biz, yalnız kadınları değil; çocuklarımızı, vicdanlarımızı, insanlığımızı yitiriyoruz her gün.

Atatürk’ün yalnızca Türkiye’de değil, Doğu’da, İslam coğrafyasında, hatta Avrupa’da ve Birleşmiş Milletler belgelerinde dahi yankı bulan kadın devrimi — bir model, bir ilham kaynağıydı. Kadın Hakları Evrensel Beyannamesi’ne giden yolda dolaylı etkileri inkâr edilemezdi. Peki o vizyon nerede kırıldı?

Biz o büyük devrimin çocuklarıyız. Atatürk’ün hayali bir ütopya değil, gözümüzün önünde inşa edilmiş bir gerçekti.

“Bir milletin medeniyet seviyesi, kadına verdiği değerle ölçülür” demişti. Onun “muasır medeniyet” hedefi yalnızca teknolojide, ekonomide değil; insan onurunda, eşitlikte ve özgürlükte saklıydı.

Bugün hangi medeniyetten, hangi çağdaşlıktan söz edebiliriz? Eşitliğin, özgürlüğün, yaşam hakkının temelleri bir bir oyuldukça, sadece kadınlardan değil; insanlığımızdan da uzaklaşıyoruz. Ve her adımda biraz daha yitiriyoruz Atatürk’ün işaret ettiği o “muasır medeniyet” yolunu.

Atatürk’ün “muasır medeniyet” hedefi yalnızca teknolojide, ekonomide değil; insan onurunda, eşitlikte ve özgürlükte saklıydı. Ve bu hedef ancak kadınlar özgür ve güvende ise gerçekleşebilir. 

Bugün Anneler Günü. Bugünü sadece kutlamayıp, kadınların tarih boyunca verdiği mücadeleyi, Atatürk’ün onlara armağan ettiği hakları ve hâlâ tamamlanmamış eşitlik yolculuğunu hatırlamanın tam zamanı…

Yazının başlığını Atatürk’ten aldık. Onunla kapanışı yapalım. “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin çağdaş gerekleri kazanmasıyla yetinirse, o toplum yarı yarıya güçsüz kalmış demektir.”  Ve bir ülkenin geleceği, kadınlarının özgürlüğüyle doğru orantılıdır. Ve biz, o hedefe kadınların sesini, aklını, emeğini, yaşamını dahil etmeden asla varamayacağız…

Bunu hiç unutmamak dileğiyle, bir çocuğa anne, bir anneye evlat olan herkesin, anneler günü kutlu olsun…


* Mustafa Kemal Atatürk

Görsel Bilgisi: Le Miroir Du Monde dergisinin 1933 yılı Kasım ayı kapağı.  

Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yıldönümünde kapağında Türk kadınlarının fotoğrafına “Türkiye Cumhuriyeti’nin on yılının ardından, İstanbul Belediye Tiyatrosu’ndaki bu dansçılar pek de hayal kırıklığına uğramış / bezmiş izlenimi vermiyor.” (“Aprés dix ans de république Turque, Ces danseuses du theatre municipal de stamboul ne donnent guere l’impression de desenchantees.“) cümlesiyle yer vermiş.

A. Semih İŞEVİ
Latest posts by A. Semih İŞEVİ (see all)