“Yaşlanan Türkiye’de Bakım Yasası ve Sigortası Olmalı”

Bir zamanlar genç ve dinamik bir nüfusu olmakla övünen Türkiye’de hem nüfus artış hızı azalıyor hem de toplam nüfus içindeki yaşlıların sayısı ve oranı artıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre, toplam nüfus 83 milyon 614 bin 362 kişi olurken, 65 yaş üzeri olanların sayısı da 7 milyon 953 bin 555 kişiyi buldu. 2007 yılında 65 yaş üzeri nüfus, toplam nüfusun yüzde 7,1’ini oluştururken 2020’de bu oran yüzde 9,5’e çıktı. TÜİK’in nüfus tahminleri 2080 yılında toplam nüfusun yüzde 25,6’sının 65 yaş üzeri kişilerden oluşacağını gösteriyor.

Demografik yapının böylesine ciddi bir değişim göstermesini VOA Türkçe’ye değerlendiren Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan, “Yaklaşık bir asır önce doğuşta beklenen yaşam süresi 35 yıldan bugün yeni doğan erkek bebekler için neredeyse 76 yıla ve yeni doğan kız bebekler için 81 yıla eriştiyse ve 65 yaşındaki bir kişinin hala önünde ortalama 18 yıl daha yaşam beklentisi varsa, bunların şimdiden üzerine düşünülmesini ve acil önlemlerin alınmasını zorunlu kılan sebepleri var” dedi.

“Takvimsel yaş değil, işlevsel yaş dikkate alınmalı”

Açıklanan verilerin yaşlanan bir toplumu ortaya koyduğunu ancak bunun birey ve toplum açısından doğurduğu sonuçları göstermediğini belirten Tufan, “tüm yaş normlarının önemini yitirdiği ve tarihimizin daha önceki hiçbir döneminde görülmemiş yaş normları tutarsızlığının artık iyice su yüzüne çıktığı bir topluma doğru hızlı adımlarla ilerliyoruz” diye konuştu.

Tufan, yaşlanma ve yaşlılıkla ilgili yeni bir bakış açısının gerektiğini vurguladı ve şöyle konuştu: “Kimin kaç yaşında olduğu değil, kimin ne yapabildiği veya yapamadığı önemlidir. Artık ‘genç yaşlı’ ya da ‘yaşlı yaşlı’ gruplarına tahsisi belirleyen ‘yaş’ faktörünü tarihin tozlu sayfalarına gömme vakti gelmiştir. Takvimsel yaş değil, bunun yerine yetkinliğin derecesi ve kapsamı, yani ‘işlevsel yaş’ dikkate alınmalıdır.”

Biyolojik ve sosyolojik yaş tanımlamalarının değiştiğine vurgu yapan Prof. Dr. Tufan, farklı tür bir kuşak çatışmasına da dikkat çekti: “Biyolojik olarak tanımlanan yetişkinlik yaşının genleşmesi (olgunlaşma döneminin erken başlaması, menopozun daha geç başlaması) ile sosyolojik olarak tanımlanmış yetişkin yaşının daralması (meslek yaşamının geç başlangıcı, erken sonu) çelişmektedir. Bu açıdan bakınca, biyolojik olarak olgun ama ekonomik olarak bağımsızlığını ancak yaklaşık 10-15 yıl sonra kazanacak gençler ile bedensel ve zihinsel olarak hala yetenekli ama artık gerekli olmadıkları kabul edilen 50’sinde, 60’ında olan kuşaklar arasında çatışma durumları beklenmelidir.”

Tek başına yaşayan yaşlıların sayısı artıyor

Yine TÜİK verilerine göre Türkiye’de tek başına yaşayan yaşlıların sayısında da artış var. 5 milyon 629 bin 421 hanenin 1 milyon 373 bin 521’inde tek başına yaşayan yaşlılar yer alıyor. Bu hanelerin yüzde 75,7’sini yaşlı kadınlar, yüzde 24,3’ünü ise yaşlı erkekler oluşturuyor. Tufan, bu durumu, “Olası bakım ve yardım ve tedarik açısından da yaşlanmanın etkilerinin görüldüğü bir ‘tekilleşme’ olgusunu da gözden ırak tutmamalıyız. Gelişmiş endüstri ülkelerinde daha sık rastladığımız bu olguyla bizim de yüzleşmek zorunda kalacağımız günler hiç de uzakta değildir. Tek başına yaşayan yaşlıların çoğalma eğilime girdiği toplumumuz, buna hazırlıklı olmalıdır” sözleriyle değerlendirdi.

Tufan’ın üzerinde önemle durduğu konulardan biri de yaşlanan nüfusun üretimden uzaklaşması: “Günümüzde yaşlanmak, çoğalan emekli grubunun bir diğer adıdır. Bugün emekli olup da hayatlarının henüz dörtte biri önlerinde olanları kızağa çekip pasifleştirmenin sonuçlarından biri de bakıma muhtaçlık olacaktır. İşlemeyen demir paslanır veya işleyen demir paslanmaz.”