Dün sabah yürüyüş sonrası; kahve içmek, birazda soluklanmak için kafeye girdiğimde masalarda çarşaf çarşaf açılmış gazeteler, söylenen, arada kendini tutamayıp küfür edenlerin hali görülmeye değerdi.
Ülke savaşa girmiş telaşı yaşıyorlardı. Aslında hiç de haksız değillerdi. Yaşadığımızın adını doğru koymaya kalktığımızda buna savaş demek en doğrusuydu. Çünkü kapitalist sistemde, savaş önce ekonominin araçları, diplomasinin diliyle başlar. Askerlerin sahaya inmesi en son yaşanan bir şeydir.
Gece patlak veren “vize krizi,” bir gecede ülke ekonomisini milyonlarca lira zarara uğratış, halk bir kez daha yoksullaşmıştı. Bunun iç politikada yansımaları olacağı açık. Hükümetin telaşı, hamsi sözlerin gerisine saklanamayacak büyüklükte olmasıyla hedefe doğru atış yapıldığını görüyor.
Masalardaki konuşmalar da bunu gösteriyordu. Ekonomi masaya yatırılmıştı, yoksulluğumuz çırılçıplak masada boylu boyunca yatıyordu. Benzin fiyatlarının son durumu, çarşı pazarın hali, eve girmeyen et fiyatları, vergide gidilmek istenen yüksek oranlar.
Kış kapıdaydı, ısınma giderleri, okul masrafları derken bu kışın zor geçeceği şimdiden belli olmuştu.
Eski öğretmen Arif, “bir ülke akıl kenara konarak yönetilmez” dedikten sonra sesini biraz daha yükselterek “bunlarda zere kadar akıl varsa bende hiçbir şey bilmiyorum” diyordu en üsttekileri kast ederek. Onun sağında oturan eski bir asker emeklisi, mesleğine yakışan bir bakış açısıyla, “adamların seni vurması için topa tüfeğe ihtiyacı yok. Vize vermiyorum, gelme istemiyorum demesi yaralamaya yetiyor” diyordu.
Arka masalardan birinden, “yahu vermiyorsa vermesin, vizelerini de alsınlar…” diyip gerisini getirmedi. Biraz hava yumuşar mı umdu, yoksa üzeri örtülü, Hükümeti mi destekledi anlaşılmadı orası. Ama anında zılgıtı yiyince, “olan olmuş ne yapalım” diyerek konuyu kapatmaya çalıştı.
Konu kapanacak gibi değildi…
Bu arada, kahvemi getiren Yiğit, masalar arasından geçerken herkese laf yetiştirmeyi ihmal etmedi. En son “vize vermiyorlarsa, bizde bir gece ansızın gideriz” dedi… Gülüşmeler oldu masalarda. Hava biraz yumuşar gibi oldu, sonra kaldığı yerden devam etmeye başladı.
Öğretmen emeklisi Arif konuya bir başka yerinden geri dönüş yaptı. “Biri Erdoğan’ı kandırıyor, bilerek hata yaptırıyor” diyordu. Bu ironide sanki bir parça gerçek payı vardı. Defalarca kandırıldığını kabul etmiş birinin, kolaylıkla kandırılacağını, hata yapmaya itilebileceğini düşünmek hiç de haksız sayılmazdı.
Asker olan, “hiç sanmam! Buna çapsızlık derler” dedikten sonra “hepsinin çapını toplasan bir dairenin yarı çapı kadar etmez” deyince biraz gülüştüler.
Aynı masada bir diğeri, “onların derdi ülkeyi yönetmek falan değil, bir sonraki seçimleri kazanmak, seçimleri kaybettikleri gün cepler art arda gelmeye başlar…” diyerek bir anlamda masadaki konuşmaya son noktayı koyuyordu.