Mizah/Gülmece Şah(lar)ı Mat Eder*

“Gülen kitap yeğdir ağlayan kitaptan, 
gülmektir çünkü insanı insan eden.”[1] 

ABD’nin muhafazakârlarından ‘The Wall Street Journal’ın bile, “Siyasi mizah kuşatıldı,”[2] demek durumunda kaldığı bir kesitten geçiyorken; varın mizahın (gülmecenin) hâl-i pür melalini siz tasavvur edin. 

Oysa mizahın olmadığı yerde, demokrasi yeşermez; özgürlük de olmaz, olamaz. 

Malûm kadim “demokrasi”lerde, eski Atina’da “demokratik değerler”in mizah ve komediyle geliştiğinden söz edilir.  

XVIII. ve XIX. yüzyılda demokrasi mücadelesiyle mizahın da yükselişine tanık olunur. 

Demokrasilerin diktatörlüklere dönüştüğü kesitlerdeyse “Tek adam”lar, kendileriyle gırgır geçen komedyenleri, yazarları ve karikatürcüleri yasaklayıp susturmaya çalışmışlardır. 

Ancak egemen baskılar, eş zamanlı olarak mizahın etki alanını genişletip, güçlendirmiştir… Velhasıl: Bugüne kadar hiçbir diktatör, mizahı yok edememiştir.  

Örneğin mizaha tahammül etmeyenlerden birisi; eski Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’in “mizahla imtihanı” kulaktan kulağa yayılmıştır… 

Nasıl” mı? 

Mesela: Mübarek ölüm döşeğinde son günlerini yaşarken gürültüler duyar. “Ne oluyor” diye sorar. Yanındakilerden biri yanıtlar: “Mısır halkı sizi son kez görmek, sizi ne kadar sevdiğini söylemek istiyor!” Hasta başkan, şaşkınlıkla sorar: “Git öğren; nereye gidiyorlarmış?” 

Bir başkasına gelince, o da şöyle: Mübarek yine ölüm döşeğindedir; ziyaretine gelen bir bakana sorar: ”Hep halkımı düşünüyorum: Zavallılar bensiz ne yapacaklar?” Bakan, ”Bağırlarına taş basarak aylarca, belki yıllarca ağlayacaklardır!” diye yanıtlar. Mübarek hemen kâtibini çağırır ve bir kanun hükmünde kararname yazdırır: ”Memleketin tüm taşocaklarının işletme haklarını oğlum Ala’ya devrediyorum!” 

Mübarek’li günlerin nihayete erdirilmesinde kim mizahın etkisi olmadığını iddia edebilir ki?! 

* * * * * 

Saptırılmış Vasiyetler’in de Milan Kundera mizah için: “Hiçbir şey mizahı anlaşılır kılmak kadar güçlü kılamaz,”[3] derken; bir başka söyleşisinde de, “Mizah anlayışını yitiren bir dünya fikri beni hep korkutmuştur,” diye ekler. 

Gerçekten de Emil Cioran’ın, “Gülmek bir zaferdir; yaşam ve ölüm karşısında tek hakiki zaferdir,” notunu düştüğü gücüyle “Gülme, toplumsal hayatın dış yüzündeki yüzeysel isyanları gösterir.”[4] 

William Shakespeare’in, “Gülümseyebildikçe yitirmiş saymayız kendimizi”; Sokrates’in, “İnsan, gülmediği günü, yaşadım diye hayat defterine kaydetmemelidir”; Charlie Chaplin’in, “Gülmek hayatın en güzel eylemidir. Ve her ne varsa sizi bundan alıkoyan, onları yok edin”; Molière’in, “Sizi gülümsetebilen insanların peşine takılın, çünkü sadece bir gülümseme karanlık bir günü aydınlatabilir”; Gérard Jugnot’nun, “Gülmek, arabanın silecekleri gibidir; yağmuru durdurmasa da ilerlemenizi sağlar,” notunu düştükleri hâle ilişkin olarak bir Hollanda atasözüde, “Een dag niet gelachen is een dag niet geleefd” yani, “Bir gün gülmemek bir gün yaşamamaktır,” der. 

Ama en önemlisi “Gülme katılığa verilmiş cezadır,”[5] saptaması yanında Aleksandr Herzen’in altını çizerek hatırlattığıdır: 

Gülmek, onlara meydan okumaktır. Kahkaha, devrimci bir şey içerir. Kilisede, sarayda, geçit törenlerinde, bölüm başkanının, polis memurunun, Alman idaresinin karşısında hiç kimse gülemez. Serfler, toprak sahibinin huzurunda gülümseme hakkından yoksundurlar. Ancak eşitler gülebilirler. Aşağıdakilere üstlerinin karşısında gülme izni verilseydi ve kahkahalarını bastıramasalardı, bu, saygıya veda anlamına gelirdi.”  

* * * * * 

Kolay mı? “İyileştirici bir serumdur mizah”[6] ve de yalanın panzehiridir!  

İnsan(lık), mizahı keşfetmekle birlikte “insan olma” yolundaki en önemli adımlarından birini de atmış oldu aslında, farkında olmadan… Bir kahkaha atımı bir kişi için küçük ama insanlık için büyük bir adımdı zira. Mizah, bir palyaçonun kocaman ayakkabıları kadar büyük adımlar attı insanlığın gülümsemesi için… 

Mizah, her zaman azınlıkta olan çoğunluğun sesidir, bu yüzden de sesi bastırılmış azınlıkların da sesidir aslında… Mizah, çoğunluk adına başkaldıran azınlıkların soluk aldığı bir temiz hava deposudur. İnsanın ölümün soğukluğuna karşı hayatın sıcaklığını savunmak zorunda olduğunu bize bazen yüksek kahkahalar, bazen de hüzünle harmanlanmış küçük gülümsemeler eşliğinde hatırlatan doyulmaz bir güzelliktir mizah. Aristo’ya göre insan “animal ridens” yani “gülen hayvan”dır. Güç sahipleri tarih boyunca, ellerindeki sınırsız gücün verdiği rahatlık içinde, burunları Kaf Dağı’nda gezindiği için “gülme”den uzak durmuşlardır çoğu zaman. Gülme unutulunca da “Aristo” tarzı bir bakışla geriye sadece “hayvan” kalmıştır! 

Zira bütün canlılar arasında sadece insan “gülme” yetisine sahiptir. Maymun insana en benzer hayvan olarak gülme taklidi yapmaz mı? Aslında insandaki beş duyunun yanına “gülme”yi de koyabiliriz. Aristo, “Canlılığın Öğeleri” adlı kitabında yeni doğmuş bir bebeğin yaşamının 40. gününe dek gülmediğini söylüyor. Aristo’ya göre, 40. günde bir bebek mucizevi bir yolla artık tam anlamıyla insan olmuştur! Gerçek olan şudur; ister hayatımızın 4. gününde, ister 40. gününde, ister uykuda, ister uyanıkken gülelim, “gülme” eylemi insana hep güç veren canlandırıcı bir ateştir. “Gülme” insandaki korkuyu ortadan kaldırır. Belki de bu yüzden dinler tarihine baktığımızda “gülme” eylemi karşımıza hep bir suç unsuru gibi çıkar. Kilise, başlangıçtan beri gülmeye hiç sıcak bakmamıştır ve hep karşı durmuştur. Çünkü “gülme” ciddiyeti ve ağırbaşlılığı bir anda toz duman eder, çünkü “gülme” bir anda iktidarı sarsar, güç dengelerini iskambil kâğıtları gibi ardı ardına devirir. Çünkü kahkaha bozguncudur ve tehlikelidir… 

Ve bir ek: Mizah sadece “gülmece”nin karşılığı değildir. Çok daha derin bir içerik taşır. Mark Twain, mizah karşısındaki ezberimizi bozan “Mizahın gizli kaynağı neşe değil, hüzündür, cennette mizah yoktur” sözüyle bu anlamda bir ufuk açmıştır önümüzde. Charles Baudelaire ise Twain’in bu sözünü “Acının iki çocuğu var; biri gözyaşı, diğeri mizah” deyişiyle adeta tamamlamıştır. Acı ve hüzün, mizahın içinde gülmece kadar yer etmiş çok önemli unsurlardır, o yüzden acılı ve hüzünlü toplumlarda mizah çok daha fazla işe yarar, insanlar farkına bile varmadan o insanların bitmek bilmez ruh yaralarını sarıp sarmalar.[7] 

Özetle Oğuz Aral’ın, “Mizah öyle bir şeydir ki adamın fiyakasını bozar anında”[8] diye tarif ettiği hâle dair, “Mizah tehlikeli bir şey… mizah yaptığında mutlaka birilerini tedirgin ediyorsun,”[9] der Ümit Ünal da… 

* * * * * 

Çünkü Molière’in, “İnsan güldüğü kadar insandır,” notunu düştüğü gülmece ile toplumsal baskının, bireyler arasındaki eşitsizliğin yerini eşitlik alır.  

Ekonomik, siyasal, toplumsal, cinsel baskılara, düzene karşı olan gülmece, toplumsal sevinçlerin de dışavurum biçimidir. Yaşamdaki çatışma ve çelişmelerin ürünü olarak güçsüzlerin başkaldırma, rahatlama aracıdır. Ezilen insanların bu durumdan kurtulmak için eğlenme öğesiyle kullandığı bir silah olarak gülmece, zamanla zenginleşerek şaka, taşlama, fıkra, komedi, taklit, atışma, karikatür, öykü, şiir, nükte, hiciv, alay, iğneleme gibi biçimlerle bir sanata dönüşür. Toplumdaki adaletsizlikler, sıkıntılar, bozukluklar, toplumun en uslandırıcı silahı olan gülmecenin oklarına hedef olur.  

Halk gülmecesinin tarihteki ilk önemli örnekleri Aristophanes’in komedyaları ve Aisopos’un (Ezop) fabllarıdır. 

Gülmecenin bugünkü yapısını ortaçağ bağnazlığına karşı bir uyanışın gerçekleşmesi olan Rönesans oluşturur. Özgür düşünüş gülmeceden alabildiğine yararlanır ve dogmaya karşı savaşımda önemli gülmece yapıtlarını doğurur. Kiliseyle ve papazlarla ilgili gülmeceler, Don Kişot (Cervantes), Gargantua ve Pantagruel (Rabelais), Deliliğe Övgü (Erasmus), Cimri (Moliere) gibi “klasikler” gülmece yazınının özelliklerini de belirleyerek doğar.  

Hicvi de içine alan gülmece, bir siyasal silah olarak güçlenerek toplumsal yaşamda etkili olur. Bağnazlığa karşı aklın, özgür düşüncenin zaferini sağlamanın önemli bir aracı olmaya dönüşür… Yeni biçimleriyle kendini geliştirerek çağları aşar ve insanlığın bir sanatsal ürünü olarak geleceğe taşınır.[10] 

* * * * * 

Mizahın coğrafyamızdaki seyr-ü seferine gelince… 

Osmanlı’nın ilk döneminde loncalara egemen olan tarikatlar (Nakşilik Karagöz’ü, Bektaşilik Bektaşi fıkralarını doğurur) gülmeceyi de biçimlendirir. Ortaoyunu, meddah, Direklerarası, Bekri Mustafa, İncili Çavuş fıkraları, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal, Pir Sultan, Şeyhi, Fuzuli, Bağdatlı Ruhi, Nefi’nin hicivleri, daha sonra Ziya Paşa, Namık Kemal, Şair Eşref adları ilk elde akla gelenler. 

Tarikatların yerini siyasi partilerin alması Meşrutiyet gülmecesini doğurur. Karagöz, keskin hicivli halk eğlencesine dönüşür. 1870’te Teodor Kasap’ın ilk gülmece dergisi Diyojen politik yaşamı etkiler. Hayal, Çıngıraklı Tatar, Kahkaha, Meddah gibi dergiler izleyecektir. 

Abdülhamid’in 32 yıllık mutlakıyetinde susturulsa da bir dönüm noktası olan 1908’de, bir rekorla 35 gülmece dergisi yayına başlar. İlk karikatürcümüz Cem, Kalem’de çizer. I. Dünya Savaşı’nda hükümetin baskısı gülmece yayınlarını susturur. Cem’in Cem, Eşek, Hüseyin Rahmi’nin Boşboğaz ile Güllabi, Teodor Kasap’ın Hayal, Sedat Simavi’nin Hande ve Diken dergileri, Yeniçeri ve Karagöz gazeteleri dönemin önemli mizah yayınları olur… II.Dünya Savaşı yıllarında fıkra, karikatür, hiciv öne çıkacaktır. Cumhuriyet’te veAmcabey’deyazan, 7 albüm çıkaran, faşizme ve savaşa karşı karikatür silahının en başarılı kullanıcısı olan Cemal Nadir’in, genç yaşta ölmesi (1947) coğrafyamız mizahının kaybı olacaktır. 

1946-1950 arasında Merhum Paşa, Malum Paşa, Ali Baba adlarıyla da çıkan, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mim Uykusuz’un sürdürdüğü Marko Paşa, iktidarla açıkça mücadele eder. Dergi 60 bin satışa ulaşır. Sabahattin Ali katledilir, yazarları cezaevlerine girip çıkar.  

1950-60 arasında Akbaba ile iktidar yanlısı Karakedi tutunamaz. Tef, Semih Balcıoğlu’nun Taş-Karikatür, İlhan Selçuk ve Turhan Selçuk’un Dolmuş, Kırkbirbuçuk dergileriyle “gülmecemizin altın yılları” olan bu dönemde Haldun Taner’in öyküleri öne çıkar. Garipçilerin şiirleri, Nesin’le Ümit Yaşar’ın taşlamalarıyla şiirde de gülmece güçlenir.  

1960’tan sonra Nesin ve Ilgaz ünlenir. Komedi filmleri, taşlamalar yaygınlaşır.  

Çizgiyle “gülmece yapan tılsımlı bir sanat” olan karikatürde İhap Hulusi, Eflatun Nuri, Ferruh Doğan, Ali Ulvi, Altan Erbulak, Bedri Koraman, Mıstık, Semih Balcıoğlu, Suat Yalaz, Yalçın Çetin, Turhan Selçuk, Tonguç, Nezih Danyal, Tan Oral, Erdoğan Bozok, Nehar Tüblek gibi ustalar yetişir.  

Adnan Veli, Doğan Nadi, Suat Taşer, Özdemir Asaf, Metin Eloğlu, Bülent Oran, Suavi Süalp, Şemsi Belli’nin öne çıktığı 1970’lerden sonra televizyonun yayına girmesiyle gülmece biçim değiştirir. Akbaba kapanır. Çarşaf, Çivi, Fırt, Mikrop, Salata gibi dergiler çıkar. Döneme damgasını vuran Oğuz Aral’ın Gırgır’ından birçok gülmece yazarı, çizeri yetişir.[11] 

1980’lerden sonra Gırgır geleneği, Hıbır, Mikrop, Güm-Güm, Sıfır, Avni, Fırfır, Dıgıl, Pişmiş Kelle, Deli, Lemanyak, Öküz, Limon, Dinozor, Penguen, Leman, Uykusuz gibi dergilerle sürdü.  

Sulhi Dölek, Nail Güreli, Müjdat Gezen, Yalçın Pekşen, Aydın Boysan, Bülent Oran, Ferhan Şensoy, Kandemir Konduk, Erhan Tığlı, Ahmet Önel, Ülkü Ayvaz, Esen Yel gibi başarılı gülmece ürünü sunan yazarlar ve Semih Poroy, Behiç Ak, Kamil Masaracı, Piyale Madra, Canol Kocagöz, Mehmet Sönmez, İsmail Gülgeç, Selçuk Demirel, Haslet Soyöz, Ercan Akyol, Metin Peker, Sait Munzur, Musa Kart, Ergin Gülen, Asaf Koçak, Uğur Durak, Zafer Temuçin, Devrim Demiral gibi usta karikatürcüler yetişti. 

Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika, Tatlı Betüş, Gol Kralı, Zübük, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz gibi yapıtları klasikleşti, birçok gülmece oyunu sahnelendi. Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı ve Bacaksız dizisi, Geçmişe Mazi, Çalış Osman Çiftlik Senin gibi yapıtları kuşaklar boyunca okundu, Hababam Sınıfı filmleri ilgiyle izlendi. Muzaffer İzgü’nün, yaşamımızın parçalarıyla dolu Deliye Her Gün Bayram, Donumdaki Para, Dayak Birincisi gibi öykü kitapları satış rekorları kırdı. 

2000’lerden sonra özü ve “muhalif”liği konusunda sıkıntılar yaşandı…[12] 

Hâlâ da soru(n)larıyla sürüyor… 

* * * * * 

Kolay mı?  

Penguen çizerlerinden Erhan Tatlıdilli’nın, “Türkiye’de mizahçı olmak gerçekten zor ve sıkıntılı,”[13] diye betimlediği bir iklimdeyiz… 

Çok önceleri Bülent Ecevit bile, “Öyle ki artık karikatürcüler, mizah yazarları Türkiye’de nefes alamaz oldular,”[14] demişken; mevcut hâle ilişkin olarak Behiç Ak’ın, “İktidarlar her zaman için korkutucu… Çünkü hoşgörüsüz bir anlayış var Türkiye’de. Çok kolay yumuşatılacak olaylara son derece sert yaklaşılması marifet sayılıyor,”[15] saptamasına ekliyor Leman Dergisi’nden Zafer Aknar da: “Mizah’tan bu korku niye? Özellikle son yıllarda karikatüristler resmen bir abluka altında”![16] 

Nasıl” mı? 

Mesela… Erdoğan, Musa Kart’ın Cumhuriyet’te yayımlanan kedi karikatürüne kızmış ve dava üstüne dava açtı. 

Mesela… Sonra Penguen dergisinin karikatürcüleri, “Tayyipler Âlemi” kapağını çizdi. Başbakan, kendisinin fil, zürafa, maymun, deve, kurbağa, yılan, inek ve ördek şeklinde gösterilmesine de kızdı ve dava açmıştı. 

Mesela… Leman dergisinin “Reco Kongo kenesi Türkiye’nin anasını ağlatıyor” konulu karikatürünü görünce de davacı olunmuştu. 

Mesela… 2011 yılında, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, bazı dergilerde yer alan karikatür, çizim ve resimlerin 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde zararlı tesir yapacağı gerekçesiyle dergilerin içeriğine sınırlama getirmişti.[17] 

Mesela… Penguen dergisinde 3 Mayıs’ta karikatüristlerin çalıştığı saatlerde çıkan yangınla ilgili İBB İtfaiye Müdürlüğü’nün raporunda dergi çalışanı karikatürist Metin Üstündağ ile Ercan Genç’in ‘kurtarılanlar’ bölümünde yer aldığı yangın raporunda; “Yangın olayının kimliği meçhul kişi veya kişilerce bina dahiline girilerek bırakılan koli içerisindeki sıvı kimyasalın kibrit, çakmak gibi ısı kaynağı ile tutuşturulması ile başladığı ve gelişerek merdiven sahanlığı ve kapı kısmında etkili olduğu kanaati hasıl olmuştur,” denilmişti.[18] 

* * * * * 

Ve nihayet Chuck Palahniuk’un, “Acın başkalarını güldürebilir; ama gülüşün başkalarına acı vermemeli,” uyarısı eşliğinde hiç unutulmaması temennisiyle Edip Cansever’in, “gülemiyorsun ya, gülmek/ bir halk gülüyorsa gülmektir…” dizelerindeki vurgusunu daima bellekler(imiz)e kazıyalım… 


 [*] Kaldıraç Dergisi, No:229, Ağustos 2020… 

[1] François Rabelais. 

[2] “The Wall Street Journal: Siyasi Mizah Kuşatıldı”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2017, s.11. 

[3] Milan Kundera, Saptırılmış Vasiyetler, çev: Özdemir İnce, Can Yay., 2010. 

[4] Henri Bergson, Gülme, çev: Devrim Çetinkasap, İş Bankası Kültür Yay., 2014. 

[5] yage, s.23. 

[6] Reyyan Bayar, “İzel Rozental: İyileştirici Bir Serumdur Mizahtır”, Cumhuriyet Kitap, No:1444, 19 Ekim 2017, s.10. 

[7] Cihan Demirci, “Bugün Nisan 1: Peki, Siz Kaç İnsansınız?”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, s.2. 

[8] Gamze Akdemir, “Müjdat Gezen: Mizah Fiyaka Bozar”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2018, s.10. 

[9] Emrah Kolukısa, “Mizah Tehlikeli Bir Şey”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2018, s.16. 

[10] Öner Yağcı, “Gülmece”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2019, s.13. 

[11] Öner Yağcı, “Osmanlı’da ve Cumhuriyette Gülmece”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2019, s.13. 

[12] Öner Yağcı, “Gülmecemizin Bugünü”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2019, s.13. 

[13] Burak Abatay, “Türkiye’de Mizahçı Olmak Gerçekten Zor ve Sıkıntılı”, Birgün, 3 Şubat 2016, s.15. 

[14] Bülent Ecevit, “Sense of Humour (Mizah Anlayışı)”, Cumhuriyet, 7 Kasım 2019, s.16. 

[15] Ceren Çıplak, “Behiç Ak: Gizli İktidarlar Ürkütücü”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2012, s.20. 

[16] Çağrı Sarı, “Karanlık Geliyorlar Halkı Bize Karşı Kışkırtıyorlar”, Evrensel, 25 Ocak 2015, s.11. 

[17] Selçuk Erez, “Karikatüre Kızmak”, Cumhuriyet Pazar, No:1329, 11 Eylül 2011, s.7. 

[18] Ali Dağlar, “Penguen’i Yakmışlar”, Hürriyet, 18 Mayıs 2012, s.5.