Osmanlı’da karantina, ‘istemezük!’ isyanları

Covid-19 salgını tüm dünyaya yayılırken birçok ülke sokağa çıkma yasağı ve karantina uygulamasını yürürlüğe koydu. Türkiye’de ise 65 yaş ve üzerindeki kişilerin sokağa çıkmaları sınırlandırılırken yetkililer “evde kalın” çağrısı yapıyor. Peki, Osmanlı Devleti’nde ilk karantinanın nasıl başladığını ve halkın buna nasıl tepki verdiğini hiç düşündünüz mü?

Osmanlı Devleti’nin karantinanın ilanı için engel Şeriat’a uygun olup olmadığı tartışmasıydı. Fetvanın ardından karantina kabul edilirken halk zaman zaman “karantina istemezük” diye bu tebdirlere isyan etmişti. İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nuran Yıldırım’ın Toplumsal Tarih dergisinde yayımlanan makalesi Osmanlı Devleti’nde karantinanın hikayesini anlatıyor.

Osmanlı’nın karantina ile tanışması 1830’lu yılların başındaki kolera salgınıyla oldu. Sultan II. Mahmud şeriata aykırı görülen uygulamalar nedeniyle karantina düzenini ilan edemiyordu. Devlet adamları ve başında şeyhülislamın bulunduğu ulemadan oluşan mecliste karantinanın tıbbi ve coğrafi yönleri şeriat açısından ele alındı. Neticede Şeyhülislam Asım Efendi karantinanın şeriata aykırı olmadığını kabul ederek ülke genelinde bir karantina teşkilatı kurulmasına karar verdi. Ancak devlet adamları bu kararın toplumda memnuniyetsizliklere ve ticaret hayatında zorluklara neden olacağının farkındaydı. Bundan dolayı resmi gazete olan Takvim-i Vekayi’de karantinanın yararları ve şeriata uygun olduğu anlatılarak karantina usulünün kurulduğu açıklandı. II. Mahmut karantinanın yararları konusunda bir kitap da yazdırmıştı.

Tartışma: Karantina şeriata uygun mu?

Nuran Yıldırım’ın makalesine göre, Osmanlı Devleti’nde karantina 1831 yılında İstanbul’u etkisi altına alan ilk kolera salgını sırasında Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin önerisiyle Karadeniz’den gelen gemilere uygulanmaya başlandı. Ancak Müslümanlar “Frenk adeti” olarak gördükleri karantinanın dinen uygun olup olmadığı konusunda şüpheliydi. Karantina sadece tecrit veya ülkeye giriş izninden ibaret değildi. Eşya ve mekanların dezenfekte edilmesi, ölülerin muayenesi ve gömülmelerine ilişkin kurallar da karantina kapsamındaydu. Halk, karantina hekimlerinin ölüleri özellikle de Müslüman kadınların ölülerini muayene etmelerini hiç hoş karşılamıyordu.

Karantinayı bilen olmadığından Avrupa’dan hekimler getirildi

Öte yandan, karantinanın bilimsel esaslarını bilen hekim pek yoktu. Bu dönemde başta askeriyedeki reform çalışmalarında olduğu gibi karantina usulü Avrupalılardan öğrenilecekti. Avusturyalı Dr. Minas, 1838 yılında ‘karantina baş direktörü’ olarak atandı. Deniz karantinasını bilmediği anlaşılan Dr. Minas iki yıl sonra istifa edip ülkesine dönerken yerine Fransız Dr. Robert geldi.

Herkes karantinada ama şartlar farklı

Toplumsal Tarih dergisinde Haziran 2006’da yayımlanan makaleye göre, karantina ayrım yapılmadan herkese uygulanıyor, ancak koşullar farklı olabiliyordu. Örneğin 1843 yılında İstanbul’a gelen Prusya kralının kardeşi Prens Albert’e karantina beklemesi için Yeşilköy’de bir köşk tahsis edilmişti.

Alman büyükelçi de barakada karantinaya alındı

İstanbul’a dönen Almanya Büyükelçisi de karantina için kendisine bir baraka veya çadır ayrılması için Osmanlı hükümetine başvurmuştu. Başvuru üzerine Alman sefirinin kalacağı üç gün için civarda yüksekçe bir yere dört odalı ufak bir baraka yaptırılması emredilmişti.

Osmanlı toplumu, Tanzimat ve karantina gibi iki önemli değişimle hemen hemen aynı zamanda yüz yüze gelmişti. Bu yıllarda hekimlik, cerrahlık, eczacılık gibi sağlık mesleklerini çoğunlukla yabancılar ve azınlıklara mensup yürütüyordu. Halk, Müslüman olmayan hekimlerin uyguladığı karantina yöntemlerine güven duymuyor, verilen kolera ilaçlarına şüpheyle bakıyordu. Bu yüzden karantina uygulamalarını benimsemesi kolay olmamıştır. Prof. Dr. Nuran Yıldırım’a göre “bunun temelinde, bazı bilinçsiz kişilerin karantina yüzünden ekonomisi bozulan belde halkını ‘karantina şeriata aykırıdır’ diye kışkırtmaları yanında bazı gayrimüslim karantina doktorlarının halkın değerlerini önemsemeyen basiretsiz tutumları” yatar.

Karantina görevlilerine saldıranlar sürgüne yollandı

Kuşadası’nda 1838 yılında Müdür Arif Bey ile bir hekim, görevlerini yerine getirmeye çalışırken saldırıya uğramış, bazı karantina istasyonları da yıkılmıştı. Ceza olarak İstanköy Adası’na sürülen bu kişiler dokuz ay sonra terbiye ve ıslah olduklarını ifade ederek padişahtan af talep etmişlerdir. 7

Antep’te ise halk, koleradan kurtulmak için dua etmek üzere Kurban Baba ziyaretine gitmişti. Kaymakamın adamları ile karantina gardiyanları, “Karantina kalkmadıkça kolera illeti def olmaz, artık kadınlarımızı da karantinaya alacaklar” diyerek duadan dönmekte olan halkı tahrik edip karantinahaneye saldırmışlar, karantina müdürünü öldürmek istemişlerdi.

Makaleye göre, bazı Müslümanların ölmesi üzerine karantina hekimi Fransız Dr. Paldi’nin, ölülerin ve hastaların sadece yüzüne bakmakla yetinmeyip mahrem yerlerine bakmak istemesi halkı rencide etmişti. Çünkü bu Müslümanlar, şeriatın mahrem yerlerine bakılmasına izin vermediğine ve bunun haram olduğuna inanıyorlardı. Hikayenin geri kalan kısmını Yıldırım şöyle anlatıyor:

“Dr. Paldi’nin; ‘Eğer veba zuhur ederse ölülerinizi kireç ile yakar ve sizleri 40 gün evlerinize hapseder, kapılarınıza adam tayin edip evlerinize dışarıdan bir kişiyi sokmam ve içinde bulunanlardan bir kişiyi dışarı çıkarmam ve her gün sizlere çeşit çeşit tütsü verip cümle masraşarı sizlerden alırım’ demesi bir tartışma başlatmıştı. Ahalinin, ‘Bizler bu ana kadar bunun emsali şey görmedik ve şeriatta işitmedik’ cevabına karşı katı tutumunu sürdüren ve Müslüman halkın hassasiyetini dikkate almayan Dr. Paldi, ‘Fransız usulü böyledir, bütün usulü sizlerin üzerinizde icra edeceğim’ demişti.”

Mikrop sözcüğü endişe yaratıyor

1870’lerin başında, kolera salgınında İstanbul 4 bin kayıp vermişti. Kolerayla mücadelede alınan dehşet verici kararların halkı ürküttüğünü gözlemleyen Robert Kolej öğretmenlerinden George Washburn, ilk kez işitilmekte olan ‘mikrop’ sözcüğünün endişe yarattığını ve Türk doktorların, mikrobun başkalarına bulaşmaması için hastaların burun ve kulak delikleri ile ağızlarına kireç klorit tıkıştırdıklarını anlatır.