İran-İsrail ilişkileri ve bölgesel dengeler

İran-İsrail ilişkileri, Ortadoğu’nun en karmaşık ve dinamik diplomatik ilişkilerinden biri olarak kabul ediliyor. İki ülke arasındaki ilişkiler, siyasi, dini ve askeri unsurların etkisi altında zaman içinde önemli değişimlere uğramıştır. Bu ilişkilerin son dönemdeki belirgin özelliklerinden biri, İsrail’in bölgedeki dengeleri lehine çevirmek için yaptığı kışkırtmalar olarak öne çıkmaktadır.

İran ve İsrail arasındaki ilişkiler, 20. yüzyılın ortalarından itibaren süregelen ve bölgesel güç dengelerini etkileyen karmaşık bir tarihe sahiptir. İki ülke arasındaki ilişkiler, siyasi, dini ve askeri unsurların etkisi altında işbirliğinden açık düşmanlığa kadar değişen bir yelpazede evrilmiştir.

İran, 1947’de Filistin için Birleşmiş Milletler Bölünme Planı’na karşı oy kullanan ülkeler arasında yer almış ve 1949’da İsrail’in Birleşmiş Milletler’e kabul edilmesine karşı çıkmıştır. Bu dönem, iki ülke arasındaki ilişkilerin belirsiz olduğu bir zaman dilimini temsil eder.

Dostluk Dönemi (1953-1979): Pehlevi Hanedanlığı ve İsrail 1953 darbesinin ardından, Batı yanlısı Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin iktidara gelmesiyle İran-İsrail ilişkileri önemli ölçüde iyileşti. İran, Türkiye’den sonra İsrail’i egemen bir devlet olarak tanıyan ikinci Müslüman çoğunluklu ülke oldu.

Ancak, 1979 İran Devrimi, iki ülke arasındaki ilişkilerde keskin bir dönüş yarattı. Yeni teokratik rejim, İsrail ile tüm diplomatik ve ticari bağları kesti ve İsrail devletinin meşruiyetini tanımadı.

Körfez Savaşı’nın sona ermesiyle, İran ve İsrail arasındaki ilişkiler açık düşmanlığa dönüştü. Bu dönem, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Irak’ın yenilgisinin ardından Ortadoğu’daki güç dengelerindeki değişikliklerle karakterize edildi.

Vekâlet savaşları ve bölgesel çatışmalar

Son yıllarda, İran ve İsrail arasındaki çatışma, Suriye ve Yemen’deki karşıt fraksiyonlara destek verme şeklinde vekâlet savaşlarına dönüşmüştür. İran, Suriye hükümetine ve Yemen’deki Husi isyancılara destek verirken, İsrail ise Suriye’deki muhalif gruplara ve Yemen’deki Suudi öncülüğündeki koalisyona destek vermiştir.

İran’ın nükleer teknoloji geliştirmesi ve Hizbullah, Filistin İslami Cihad ve Hamas gibi İslamcı gruplara sağladığı destek, iki ülke arasındaki gerilimi artırmıştır. İsrail, bu gruplara karşı çeşitli askeri ve istihbarat operasyonları yürütmüştür.

Günümüzdeki durum

İran ve İsrail arasındaki ilişkiler, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından önemli bir faktör olmaya devam etmektedir. İki ülke arasındaki gerilim, Ortadoğu’daki diğer aktörler üzerinde de etkili olmakta ve bölgesel politikaları şekillendirmektedir. İran’ın nükleer programı ve İsrail’in güvenlik endişeleri, uluslararası toplumun dikkatini çekmeye devam ederken, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği belirsizliğini korumaktadır.

İran-İsrail ilişkilerinin tarihi, bölgesel ve küresel politikaların anlaşılması için kritik bir öneme sahiptir. Bu ilişkiler, dini ve ideolojik farklılıkların yanı sıra stratejik ve güvenlik kaygılarının nasıl iç içe geçebileceğinin bir örneğini sunmaktadır. Gelecekte, bu iki ülke arasındaki dinamiklerin, Ortadoğu’daki barış ve istikrarın anahtarını oluşturabileceği düşünülmektedir.

Son zamanlarda, İsrail’in bölgesel stratejisinde bir saldırganlık eğilimi gözlemlenmektedir. Bu strateji değişikliği, Gazze’deki çıkmazdan dikkati başka yöne çekmek ve hem İran’a hem de Amerika Birleşik Devletleri’ne net bir mesaj göndermek isteğiyle açıklanabilir. İsrail, İran’ın öncülük ettiği “direniş ekseni” olarak adlandırılan yapı içindeki önemli bağlantı figürlerini sistematik olarak hedef almıştır. Örneğin, İsrail, 25 Aralık’ta Suriye ve İran arasındaki askeri ittifakın kıdemli danışmanı ve koordinatörü olan İran Devrim Muhafızları Tugay Generali Razi Mousavi’yi öldürmüştür.

İsrail ayrıca, bölgesel çatışmaların bir parçası olarak Lübnan sınırına olan odaklanmasını artırmış ve Gazze’deki askeri saldırganlığı ve katliamlardan  dikkati başka yöne çekmiştir. Bu, İsrail’in Lübnan’ın güney banliyösünde, 2006 Temmuz’undaki İsrail-Lübnan çatışmasından bu yana ilk kez, Hizbullah’ın kalesinde stratejik bir noktada, Beyrut’ta Hamas’ın kıdemli lideri Saleh al-Arouri’yi öldürmesiyle daha da belirginleşmiştir.

İsrail Savunma Bakanı’nın “çok cepheli bir savaş” içinde olduklarını belirtmesi ve Orta Doğu’da askeri operasyonlara işaret etmesi, bölgede yeni bir tehlikeli tırmanışın işaretleri olarak yorumlanabilir. İsrail, Gazze, Lübnan, Suriye, Batı Şeria, Irak, Yemen ve İran’dan gelen saldırılara karşı savunmada olduğunu ve bu “tiyatroların” altısında zaten eylemde bulunduğunu belirtmiştir.

Bu eylemler, İsrail’in bölgedeki dengeleri lehine çevirmek için yaptığı kışkırtmaların bir parçası olarak görülebilir. İsrail’in nükleer teknoloji geliştiren İran’a ve Hizbullah, Filistin İslami Cihad ve Hamas gibi İslamcı gruplara karşı yürüttüğü gizli operasyonlar ve muhalif gruplara sağladığı destek, iki ülke arasındaki gerilimi artırmıştır. İsrail’in bu eylemleri, bölgesel güç dengesini kendi lehine çevirmeyi amaçlayan stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir.

İran-İsrail ilişkilerinin geleceği, bölgesel ve küresel siyasetin değişken dinamiklerine bağlı olarak belirsizliğini korumaktadır. Ancak, bu ilişkilerin Ortadoğu’nun jeopolitik yapısını ve uluslararası ilişkileri anlamak için kritik öneme sahip olduğu açıktır. İki ülke arasındaki tarihi ve mevcut durumu daha iyi anlamak, bölgedeki barış ve istikrar için atılacak adımların planlanmasında önemli bir rol oynayabilir. İsrail’in bölgesel dengeleri lehine çevirmek için yaptığı kışkırtmalar, bu karmaşık ilişkiler ağının anlaşılmasında önemli bir faktördür.

NHY,