Yaşam Bir Sahne İse Sergilenen Ne? 

“Bütün dünya bir sahnedir,
Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu; girerler, çıkarlar.
Bir kişi birçok rolü birden oynar.
Bu oyun insanın yedi çağıdır.”

Yukarıdaki dizeler William Shakespeare’in “Size Nasıl Geliyorsa” eserinde bulanan “İnsanın Yedi Çağı” şiirinden. Ne hissetti, neyi kastetti acaba bunları yazarken. Mal da yalan mülkte yalan var, biraz da sen oyalan diyen Yunus’un hissettiklerini mi?

Dünyaya gelişimiz ve sonrasında edindiğimiz her şey ve hatta tüm unvanlarımız da geçici. Dünyaya gelince anne babamızın çocuğu oluruz, büyürüz kardeşimiz olursa o zaman abla/ağabey oluruz, daha sonra öğrenci olur daha da büyüyüp çalışmaya başlar o zaman da üstümüzün çalışanı, astımızın yöneticisi oluruz. Evlenir anne/baba oluruz. Teyze, hala, amca, yenge oluruz. Hayat boyu bir rolden diğerine koşar her perdede farklı isimlere sahip oluruz. Çoğu zaman da içinde bulunduğumuz rolün esiri oluruz, benliğimizle özdeşleştirip o unvanları hayatımızın merkezine koyarız. Sıkı sıkı bağlanırız birinin babası/annesi, birilerinin yöneticisi olmaya.

Oysa ki Shakespeare’in de bahsettiği bu yedi perdelik oyunda büründüğümüz roller de diğer oyuncular da geçicidir. Her doğumla yeni bir sahne kurulur ve her oyuncu kendi oyununun başrolünü oynarken diğer oyuncuları da aslında kendisi seçer. Amaç kişinin kendisinde en eksik kalan yanlarını gidermektir. Diğer oyuncular ve roller öyle özenle seçilmiştir ki hiçbir şey ne eksik ne fazla, tam olarak dengededir. Zararımıza gibi görünen roller bile aslında bizim iyiliğimize hizmet etmektedir.

Kendi yaşamımda o an için kötü görünen olayların uzun vadede, büyük resimde her zaman iyiliğime hizmet ettiğine çok kere şahit olmuş biri olarak yazıyorum bu satırları. Düşünce ve duygularımızla ellerimizle sahnelerimizi dekor ve rollerimizi şekillendirir ve değiştiririz.

Derdim kendi evrimimi tamamlamak. Evrim derken Darwinci bir yaklaşımı kastetmiyorum. Benim evrimim: Tekâmül, gelişme, tamamlanma. Bir anlamıyla da yaşamımı olabildiğince bir bütünlüğe ulaştırabilme; kendi sınırlarından ötelere taşıyabilme.

Deneyerek, deneyimleyerek, öğrenerek, öğreterek ve sevip sevilerek yaşamın hakkını vermeye çalışıyorum. Nikos Kazancakis’ın dediği gibi “Ölüme benden alacağı hiçbir şey bırakmayacağım; sadece bir avuç kemik” Belki böyle bir sonuca/doyuma ulaşamayabilirim. Bilinen hikâyedir; Hac yolundaki karınca, “yolunda ölürüm ya” demiş. Böyle bir hayatın çabası bile değer diyenlerdenim.

“Mavi hapı alırsan hikâye biter. Yatağında uyanırsın ve istediğin şeye inanırsın. Kırmızı hapı alırsan harikalar diyarında kalırsın. Ben de tavşan deliğinin gittiği yerleri sana gösteririm”

Yukarıdaki bu sözler Matrix filminde Morpheus’un cümleleri. Ancak gerçek hayatta kırmızı veya mavi haplar yok. Seçimler var. Her gün yapmak zorunda olduğumuz seçimler bu hapların tezahürü. Mavi hap konfor alanını, kırmızı hap bizlere yalnızca hakikati vaat ediyor. Kendi hakikatimizi. Hayallerimiz, hedeflerimizi.

Dağıstan’da Avarlar hayatını istediği gibi yaşayamamış insanların mezar taşlarına “yüz yaşına kadar yaşadı ama dünyaya gelmedi” yazarlarmış.

Benim mezar taşımda kırmızı hapı seçti ve hakkını vererek yaşadı. Veya ikisini birden içip deneysel bir çalışma yaparak hangisinden canı sıkılsa diğerine geçti mi yazsa bilemedim.

Kendisi için en doğru seçimi yapanlara selam olsun.

A. Semih İŞEVİ
Latest posts by A. Semih İŞEVİ (see all)