Kaç tür hukukçu vardır?

Bence iki tür. Hukuk kültürüne,bilincine, adalet inancına, bağımsız ve tarafsız yargıya inananlar ve inanmayanlar. Bilgisiyle, birikimiyle, medeni cesaretiyle siyasi baskılara karşı dik duranlar ve siyasi baskıların aracı, militanı olanlar. Gezi Davası bu açıdan mükemmel bir örnek olay oldu. Hukuk fakültelerinde okutulacak, filmi sinemalarda gösterilecek bir örnek olay.

Gezi Davası’nda üç yargıçtan ikisi bir kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, yedi kişiye de 18 yıl hapis cezası vererek hemen tutuklanmalarını uygun görürken, üçüncü yargıç ise tüm sanıklar için beraatı (ve tutuklu olan sanık için de tahliyeyi) gerekli gördü. Muhalefet şerhi ile karar arasında dağlar kadar fark var. Muhalefet şerhi çoğunlukla belirli konularla veya noktalarla sınırlı kalır. Bu kez iki farklı hukuk anlayışıyla karşı karşıyayız. Daha doğrusu hukuk anlayışı ile siyasetin egemenliği karşı karşıya. Hukuka dayanan yaklaşıma göre dinleme kayıtları “yasak delil niteliğinde” ve “hükme esas alınamaz” ; ayrıca sanıkların üzerlerine atılı suçlardan cezalandırılmaları için “yeter her türlü kuşkudan uzak, somut kesin ve inandırıcı başkaca delil bulunmadığından” beraatlerine karar verilmesi gerekir. Zaten çeşitli duruşmalarda tüm avukatlar da ortada hiçbir ciddi kanıt bulunmadığını en etkili biçimde ortaya koymuşlardı.

Durum çok açık, karar tümüyle ve sadece siyasi. Bu duruma “yargının siyasallaşması” gibi bir ad konması da aslında pek doğru olmuyor, çünkü siyasal yargı diye bir şeyden söz ediliyorsa, orada gerçek yargı yoktur. “Siyasallaşmış yargı” “yaşayan ölü” veya “tarafsız taraftar” gibi bir ifadedir.

Gezi Davası’nın bağımsız yargı kavramıyla kökten çelişen bir yönü de AKP’den aday adayı olmuş bir kişinin yargıç koltuğunda oturmasıdır. Bu kişinin bir nebze hukuk-adalet bilinci-inancı olsaydı, kendisinin en baştan bu davadan çekilmiş olması gerekirdi. Çekilmesi talep edildiğinde mahkemenin bu talebi reddetmiş olması durumu daha da vahim kılmıştır. Bu noktada, hukuka inancı tam olan bir kişinin davranışını anımsamamak mümkün değil. Rahmetli Özdemir Özok 2001 yılında Barolar Birliği başkanlığına seçilmişti. 2003 yılı Temmuz ayında dönemin cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesi asıl üyeliğine seçildi. Özok “bir siyasi partiye üye olduğu için” (CHP) üyeliği kabul etmedi. Öte yandan AKP’nin son yıllarda yargı sistemine ilişkin olarak yaptığı çok sayıda yasa değişikliği sonucunda, bugün yüksek sayıda eski milletvekili adayı, aday adayı yargıda görev yapıyor.

Sorunun bir boyutu da iktidarın iki partisinin liderlerinin Gezi Davası’nın tüm aşamalarında yaptıkları açıklamalardır. Bunlar bir yandan mahkemeyi, diğer yandan kamuoyunu etkilemeye dönük taraflı ve de gerçek dışı beyanlardır. “Yargıya saygı duymak gerekir” gibi açıklamalar insanların aklıyla alay etmek anlamına gelmektedir. Gezi Davası ile ilgili olarak Avrupa Konseyi’nden gelen açıklamaları Türkiye yargısına saygısızlık ve müdahale olarak nitelemek de gerçeklere aykırı yüzeysel bir propagandadır.

Gezi Davası hukuk ve demokrasi konusunda kısa vadede koşulların daha da kötüye gideceğini göstermektedir. İktidar sıkıştıkça sertleşecek ve baskıları artıracaktır. Türkiye’nin önünde “köprüden önce son çıkış” 2023 seçimleridir. Bu son çıkış değerlendirilemezse, Türkiye herhangi bir Ortadoğu ülkesi düzeyine düşebilir. Düşmemesi için hem ekonomi, hem demokrasi alanlarında kapsamlı ve oldukça radikal br değişim gerekiyor. Alternatif olamayanlar iktidar olamaz.

Burhan ŞENATALAR
Latest posts by Burhan ŞENATALAR (see all)