Dirilerin uykusu-1

Çocukluğum da yaz tatillerini köyde geçirirdim. O zamanlar köyümüze çerçiler gelirdi. Biz çocuklar için; şeker, çikolata vb. büyüklerimiz içinse; tuhafiye ürünleri, terlik vb. ürünleri getirirlerdi. Köyün insanlarının büyük emekler vererek ürettikleri buğday, peynir, çökelek, tereyağı vb. ürünler karşılığında çerçiler, satmak istedikleri eşyaları takas yaparlardı. Köyümün insanlarının komünal emekle ve günlerce yorularak ürettikleri tarım ve süt ürünlerini çerçiler, birkaç saatin içinde kendi ürünleriyle takas ederek acımasızca alırlardı.

Acımasızca diyorum! Çünkü çerçilerin takas ettikleri mallar, fabrikalarda seri bir şekilde üretilen eşyalardı. O eşyaların seri üretiminde çalışmış binlerce işçinin sömürülerek dökülmüş alın terleri de vardı. Köyümün insanları her hafta çerçilerin yolunu gözlese de; kendileri de fabrikalarda sömürülen işçiler gibiydiler. Köyümün çocukları ve ben her ne kadar çerçilerden aldığımız şeker ve çikolatalar karşısında sevinsek de, geleceğimiz belliydi. Bizler de ilerde, fabrikalar da şeker ve çikolata üreten köleleşmiş işçiler olacaktık.

Çerçiler, köylerimizde kapitalizmin henüz feodal dönemindeki seyyar tüccarlarıydı.

Yıllar sonra köyümüze çerçiler artık uğramaz oldular. Köyümüzde, köyün bir insanı tarafından bakkal açıldı. Çerçilerin yaptığı takas işlemini köyümüzün kendi insanı yapar oldu. Bakkal ekonomik bakımdan yükseldikçe uzun bir zaman sonra, köyde sözü sayılan önemli bir şahsiyet oldu. Daha sonra köyümüzün bakkalı, köyümüzün muhtarı oldu.

* * *

Almanya’ da ilk çalıştığım Firma da Türk bir ustabaşım vardı. Taşeron işçi ( zeit arbeiter) olarak işe başlamıştım. Çalışmamı beğenen ‘ustabaşım benimle yakınlık kurdu. Daha sonra özel hayatından bahsetmeye başlayan ustabaşım kendisinin bir Nakşibendi tarikatı üyesi olduğunu söyledi. Malum! Dünya’da ve Avrupa’da tarikatlar yoğun bir kitleye sahiptirler. Devletin halkla bütünleşmediği her yerde ve toplumsal birlikteğin gerçekleşmediği bir toplumda tarikatlar, halka egemen olurlar. Ustabaşım benim dini yaşantıdan uzak olduğumu anlayınca benimle daha çok ilgilenmeye başladı.

Şaşırmadım!

Ustabaşı, dini gereği ‘’tebliğ’’ görevini ifa etmeye çalışıyordu. Kendisini uzun bir zaman sabırla dinledim. Aslında ben de anlamaya çalışan biri olarak görevimi yapıyordum. Bir tarikat insanını daha yakından tanıma imkânı bulmuştum.

Anlatmakla sayfalar sürecek birikimler elde ettim. Muhalif yönüme tecrübe olarak çok faydalı birikimler edindim.

Bir gün ‘’mübarek ustabaşım” bana bir soru sordu: Peygamberler döneminde Şeytan, insanların ve ashabın içinde dolaşırmış. İmanı yüksek olanlar ve Peygamberler, Şeytanı tanırlarmış. Artık Şeytanın günümüz insanlarının içine neden karışmadığını sordu? Ashabın ve peygamberlerin yaşadığı bir dönemde yaşamadığı için üzüldüğünü ifade etti.

Ben, ustabaşımın sorusunu şöyle cevapladım:

Ustam, Şeytanı şimdiki insanlar neden göremiyorlar biliyor musun? Çünkü birçok insanın kendisi, tarif edilen Şeytan gibi, sanırım bundan dolayı artık Şeytanı göremiyorlar dedim.

Ustabaşımın hiç unutmam!.. bana bakarak öfkeli bir şekilde, sağ gözkapağı olduğundan fazla açıldı.

Anlamıştım… artık, Firmanın içinde zor günler beni bekliyordu. Ustabaşım nerede zor bir iş varsa beni orada çalıştırdı. Makine yöneticisi iken beni makinelerden uzaklaştırdı. Gün geçtikçe canım yanıyordu. Ben Firmadan ayrılmayı düşünürken; ustabaşım benden önce onu da düşünmüş. Firmanın sahibiyle konuşarak beni işten attırdı. Firmanın sahibiyle ne konuştu bilmiyorum ama bana önceden Firmanın sahibinin ‘’Katolik’’ inançlı biri olduğunu ve kendisiyle inanç konusunda çok da iyi anlaşabildiklerini söylemişti.

Heybet AKDOĞAN
Latest posts by Heybet AKDOĞAN (see all)