Türkiye’nin siyasi iklimi sertleştikçe, yalnızca liderler değil, onların çevresinde çalışan kamu görevlileri de hedef alınmaya başlandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik başlatılan ve adım adım siyasi bir operasyona dönüşen tutuklama dalgası, bugün artık sadece bir bürokrasi tasfiyesi değil; aynı zamanda toplumsal vicdanda açılan büyük bir yaraya işaret ediyor. Bu yaranın en derin izlerini ise, annelerinden koparılan çocuklar, yalnız bırakılan kadın kamu çalışanları ve kırılgan bir adalet algısı taşıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun eşi, akademisyen ve kadın hakları savunucusu Dilek Kaya İmamoğlu, bu sessizliğe ses olmak için “Kadınlara Özgürlük” adını taşıyan bir kampanya başlattı. Kampanya, yalnızca hukuksuz yere tutuklanan kadın çalışanların değil; aynı zamanda bu hukuksuzluğun çocuklar, aileler ve kamu vicdanı üzerindeki yıkıcı etkisinin görünür kılınması için başlatıldı.
Bir Soruşturma, İki Gerçek: Bürokrasi mi, Bedel mi?
İBB’ye yönelik yürütülen soruşturmalar kapsamında bugüne dek 49 kişi tutuklandı. Bu kişiler arasında belediye bünyesinde yıllarca hizmet vermiş, liyakati ve toplumsal katkısı tartışmasız 10 kadın yönetici de bulunuyor. Fakat kamuoyu açısından bu tutuklamaların gerekçeleri hâlâ net değil. Hukuki zeminden çok, siyasi konjonktüre göre şekillendiği görülen bu operasyonlar, özellikle kadın kamu çalışanlarının “cezalandırılmak” üzere hedef seçildiği yönündeki endişeleri güçlendiriyor.
Kampanyanın simgesine dönüşen isimlerden biri, İBB Özel Kalem Müdürü Kadriye Kasapoğlu. Gözaltına alındığı gün, çocuğunun doğum günüydü. Bir anne olarak en özel günlerinden biri, bir travmaya dönüştürüldü. Onun gibi tutuklanan Medya AŞ Genel Müdürü Fatoş Pınar Türker, iki çocuğunu tek başına büyüten, Boğaziçi mezunu deneyimli bir iletişim uzmanıydı. Çocuklarının okulundan sağlığına kadar tüm sorumluluğu üstlenen bu anne, şimdi cezaevinde.
Etkinlik Koordinatörü Ceyda Kıryak’ın oğlu bu yıl üniversite sınavına hazırlanıyor. Tam da annesinin yanında olması gereken bu kritik süreçte, Kıryak bir operasyonla özgürlüğünden edildi. Akademisyen Dr. Elif Atayman, yıllarca üniversitelerde ders vermiş bir sinema uzmanı, şimdi ise oğlunun gözünde yokluğu ile tanımlanan bir “siyasi tutuklu”. 43 yıl boyunca beş farklı İBB başkanı ile çalışmış kamu görevlisi Nazan Başelli ise emeklilik hayalleri kurması gereken yaşta, hapishane gerçeğiyle yüz yüze.
Bu isimler yalnızca “çalışan” ya da “bürokrat” değil. Onlar, bu toplumun anneleri, eğiticileri, hafızası ve vicdanı. Bu kadınlar hakkında henüz kesinleşmiş bir suçlama, delile dayanan bir yargı kararı yok. Buna rağmen adeta “önleyici tutuklama” mantığıyla, fiilen cezalandırılmış durumdalar.
Bir Kampanyadan Öte: Vicdanın Yeniden İnşası
Dilek Kaya İmamoğlu’nun başlattığı kampanya, yalnızca kadın çalışanların özgürlüğü için değil; aynı zamanda kamuoyunun yüzleşmesi gereken derin bir adaletsizlik için çağrı niteliği taşıyor. “Anneler evlatlarından, evlatlar annelerinden uzak” vurgusuyla paylaşılan metinler, adalet sisteminin yalnızca ceza değil, aynı zamanda travma ürettiğini gösteriyor.
İBB açıklamasında kampanyanın amacının yalnızca kadın kamu çalışanlarının özgürlüğü değil, aynı zamanda kadın temsilini ve anneliği korumak olduğu belirtiliyor. Çünkü sistem, yalnızca bir kişiyi değil; onunla birlikte bir kuşağı, bir hafızayı ve bir geleceği cezalandırıyor.
Sessizliği Yarmak: Bu Yalnız Kadınların Değil, Hepimizin Meselesi
Bugün anneler cezaevinde; çocuklar ise mahkeme salonlarının dışında, umutla beklemede. “Kadınlara Özgürlük” kampanyası, bu sessizliğe karşı bir vicdan hareketi olma iddiasında. Toplumsal vicdana yapılan bu çağrı, aynı zamanda Türkiye’de kadın temsili, eşitlik ve sosyal adaletin geleceği için de bir kırılma noktası olabilir.
Dilek Kaya İmamoğlu’nun bu girişimi, eşinin siyasi liderliği kadar, onun çevresindeki insanların insani varoluşlarına da sahip çıkan bir direniş biçimi olarak okunmalı. Çünkü bu yalnızca İBB davası değil, kadın emeği, toplumsal adalet ve demokratik hafızanın çöküşüyle ilgili çok daha büyük bir hikâyenin parçası.