Türkiye’de varlığı kabul ediliyor ama nedense hiç konuşulmuyor. Ensesti hiç yüksek sesle konuşamıyoruz. Murat Denizer sessizliği bozup ‘Mundar Ağaçlar’ kitabı ile enseste dikkat çekiyor. ‘Bu bir coğrafya gerçeği çünkü her kesimde yaşanıyor’ diyen Denizer, yazdığı kitapta köyünde 14-15 yaşlarında bir çocuğun ensest ilişkiye tanık olduğu için öldürüldüğünü anlatıyor.
14-15 yaşlarındaki bir çocuğun işkence edilerek öldürüldüğünü anlatan Murat Denizer, öldürülen çocuğun köyün dışındaki koruluk bir alana asıldığını kitabın isminin de oradan geldiğini söyledi. Köylülerin yaşanan o olaydan bu yana 60-70 yıldır o ağaçlara ‘Mundar Ağaçlar’ dediğini belirten Denizer, “Yaşanan bu olayı duyduğumda öldürülen çocuk ile aynı yaştaydım akran olduğumuz için çok etkilenmiştim. Yazacaksam bir gün ‘Bu hikâye ile başlamak isterim’ diyordum.” dedi. ‘Adaletin peşine düşen’ Denizer ile hukuku, adaleti, kız kardeşlerini doğuran çocukları konuştuk.
MUNDAR AĞAÇLARIN LANETİ!
- Aile içi cinsel istismar, insanların yüzleşmek istemediği bir konu. Siz bu konunun üzerine gitme cesaretini nasıl buldunuz. Sizi bu konu üzerine çalışıp araştırma yapmaya iten ne oldu?
Kitabın konusu gerçek bir yaşam hikâyesi. Olay benim köyümde geçiyor. Bizim köyde 50’lerin sonu 60’ların başında bir cinayet işleniyor. 14-15 yaşlarındaki bir çocuk işkence edilerek öldürülüyor. Köyün dışındaki koruluk bir alana asılıyor. Kitabın ismi de oradan geliyor. Köylüler yaşanan o olaydan bu yana 60-70 yıldır o ağaçlara ‘Mundar Ağaçlar’ diyor. Lanetliyorlar orayı. Yaşanan bu olayı duyduğumda öldürülen çocuk ile aynı yaştaydım. Olayı dayımdan duymuştum sanırım akran olduğumuz için çok etkilenmiştim.
Yazacaksam bir gün ‘Bu hikâye ile başlamak isterim’ diyordum. Kurgusunu yapıp yazmaya başladım. Bir süre yazdıktan sonra kurguda bir değişikliğe gitme kararı aldım. Bir edebiyatçı arkadaşımla sohbet ederken ‘Cinayet mi yoksa polisiye roman mı yazacaksın. İlk önce buna karar ver’ dedi. İki tür arasında şöyle bir fark var: Polisiye roman da okura ‘dedektiflik’ yaptırıyorsunuz. Kitabın başından sonuna kadar bir cinayet var işlenen cinayet kitabın sonunda çözülüyor.
Ama cinayet romanında yazara ‘dedektiflik’ yaptırmıyorsunuz. Cinayetin kimi işlediği belli oluyor mesela ben katili 50’nci sayfada veriyorum. Ama cinayet romanında süreç ‘Cinayet neden işlendi?, Niye ortaya çıktı? Hangi saatte hangi psikoloji ile işlendi?’ bunun etrafında dönen bir kurgu ile ilerliyor. Örneğin ‘Şuç ve Ceza’ kitabı da cinayet romanıdır. Son zamanlarda polisiye romanların popülerliği çok yüksek. Bu konuda iyi yazan polisiye yazarlarımız da var. Ben, ‘Polisiye’ olmasın ‘Cinayet’ romanı olsun istedim. Yazdıklarımın kalıcı olmasını istedim. Polisiye romanlar çoğu zaman ikinci kez okunmazlar. Sadece cinayete bağlı kalmadan onun etrafında başka hikâyeler de anlatıyorsanız tekrar okunma isteği oluşabilir. Bu nedenle kurguyu değiştirdim ilk önce ‘Polisiye’ olarak başlamıştım.
ENSEST İLİŞKİYE TANIK OLDUĞU İÇİN ÖLDÜRÜLÜYOR
- Kitabı 4 ay gibi bir sürede yazmışsınız. Ama yazma süreciniz olayı ilk duyduğunuz an diyebilir miyiz?
Sanırım ben bu hikâyeyi dayımdan dinlediğimde bir şey yapmak istedim. 15 yaşında kafama koymuştum yazmayı. 10 yıl önce yaşanan bir olay olsaydı bir avukat olarak dosyayı belki tekrar çıkartabilirdim, belki tekrar soruşturma istenebilirdi ama 60 yıla yakın zaman geçmiş, o dönemi yaşayan çok az kişi şimdi hayatta. Adalet duygusunu çok yaralayan bir hikâye.
- Neden öldürülmüş?
Bilinen bir sebep yok. Kimin öldürdüğü de bilinmiyor. Köyde yaşayan herkesin kafasında bir kaç şüpheli var. Ama o şüphelilerle olayı bağlayabilecek somut bir kanıt hiçbir zaman bulunamamış. Bu insanlar güçlü insanlar. Hükümet ile arası çok iyi olan insanlar. Ayrıca köyde de ‘terör’ estiren bir grup.
- Öldürülen çocuk bir olaya tanık olduğu için mi katledildi?
Büyük ihtimalle, insanın ilk aklına gelen bu galiba. Bende kurguyu bunun üzerine kurdum ve kitabı yazarken çocuğu bir şeye tanık ettim.
- Neye tanık oluyor?
Ensest ilişkiye. Bu kadar ağır bir cinayet için çok güçlü bir sebep gerekiyor. ‘Aldatma’ hikâyesi zayıf kalacaktı. Bir kırsal alanda 60’ların Türkiye’sinde bir erkeğin aldatmasının hiç bir önemi olmuyor maalesef.
- Aldatan anne de olabilir?
Evet o da olabilir ama öldürenlerin büyük ihtimalle erkek olduğunu düşünüyorum. En fazla annenin aldattığı kişinin yapacağı bir cinayet olabilir ama bunu düşünmedik tabii.
ENSESTE MARUZ KALAN KİŞİ TARAFINDAN ÖLDÜRÜLÜYOR!
- Kitaptaki ensest ilişkiyi nasıl kurguladınız?
Ölen çocuk ensest ilişkiyi gördüğü için öldürülüyor. Kitabımızdaki ‘kötü adamın’ kötü adam olmasının sebebi olarak ensesti koyduk. Maruz kaldığı ensest ilişkiden dolayı kişiliğinde meydana gelen kişisel bozukluğu koyduk. Bu nedenle bu adam kötü oldu. Daha sonra güçlendi hükümetle ilişki kurdu hükümetin köydeki adamı oldu ve kendi düzenini kurdu.
İdris neye şahitlik yaptı, neyi tesadüfen gördü de öldürüldü? Bunu sorguladık aslında. Sebep üzerinde düşünürken, dönemin koşullarını da hesaba katarak ihtimalleri ikiye düşürdük; ‘Kötü adamımız’ ya eşcinsel ya da ensest ilişkiye maruz kalan, yaşayan biri olacaktı. İkisinden birini seçmemiz gerekiyordu. Ben de ensesti seçtim. Kitapta ensest ilişkiye maruz kalan kişiyi ablası sanıyoruz ama ablası değil. Amcasının kızı. Önemli olan kurbanın ne hissettiği…
ADALETLE HUKUK HER ZAMAN ÖRTÜŞMEZ
- Bu roman sizin mesleğinizle ilişkili diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Bu romanın temel derdi ‘adalet’ arayışı. Avukat olmasaydım ilk adalet ile mi başlardım yazmaya bilemiyorum. Adaletin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz üstüne hukukun da olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Adaletle hukuk her zaman örtüşmez. Çünkü adalet bir duygudur ve çok güçlü bir duygudur. Bence adalet duygusu insanın en güçlü duygusudur.
- Sizce adalet vicdanla ilişkili midir?
Tabii. Kitapta buna da yer verdim. Adalet, insan vicdanının toplumsallaşmış halidir. Hepimizin kendince bir vicdanı var. Onları bir araya getirdiğimizde toplumun adalet duygusu ortaya çıkıyor. O kadar güçlü bir arayış ki insanın adalet arayışı. Bütün dinlerin tanrıları yargıç. En büyük yargıç onlar. Bütün dinler ‘Dünyada yaşanan bütün adaletsizlikleri çözeceğin bir mahkemen var’ diyor. Ve eğer bir tanrı tarafından yaratılmışsa insan; tanrısal bir duygu olarak tanrısından bunu almış. Tersini söylersek de, yani insanlarda bir tanrı yaratma ihtiyacı doğduğu anda hangi coğrafyada hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın o da yarattığı tanrısına ilk bu vasfı vermiş. Bu kadar güçlü bir duygu adalet duygusu ve çok hassas. Bozulmaması mümkün değil. Adaletin tam tecil ettiği toplum ‘Ütopya.’ Hukuksuzluğu birebir toplumda yaşayan biri olarak ve bundan maalesef hayatını kazanmak zorunda kalan biri olarak sanırım çok etkili oldu ‘adalet’i araştırmam. Ve her hikâyede mutlaka aşkı işlemek gerekiyor. Çünkü o da en az adalet kadar güçlü bir ihtiyaç. Onu da farklı yönleriyle işlemeye çalıştım.
Adaletin sağlanamadığı yerde insan inisiyatif alıyor ve bazen kendisi sağlamaya çalışıyor adaleti. Bu bazen suç işleyerek oluyor. Bunun kanunsuz olup olmaması bir tarafa bir de adil olup olmama yönü var. Mesela tecavüzcüsünün kafasını kesip köy meydanında atan Nevin Yıldırım. Çok önemli bir veridir. Yapmış olduğu şey evet mahkemeye göre kanunsuzdur.
Yıldırım’ın, tecavüzün önüne geçip tecavüzcüsünün kafasını köy meydanına atması da onuruna yapılan saldırıyı önleme isteğidir. Hem beden bütünlüğüne zarar vermiş tecavüz etmiş hem de onuruyla oynamış… Aynı sertlikte cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Kanunsuz mudur, mahkemeye göre öyledir. Bazen, adil olan her zaman kanuni değildir. Bu coğrafyada kanun 5 kişinin ağzından çıkacak cümledir. 600 kişilik Meclis var ama sadece 5 kişi karar veriyor. 5 kişinin en fazla ikisi parlamentoya mensup. O terazinin bozulduğu yerde düzeltmesi gereken kurumlar düzeltmeyince insanlar kendileri düzeltmeye çalışıyorlar. Bunun önüne geçmek mümkün değil.
AMCAMI VURDULAR!
- Kitapta Mevlana’nın Şems’e duyduğu aşkın öteki yüzünü işlemişsiniz…
Evet, Mevlana eleştirisi var. Aşkın karanlık yüzüne bakmaya çalıştım. Mevlana’nın Şems’e duyduğu aşk çok büyük, çok ulvi. Ama bu aşkın birilerine verdiği zararları anlattım. Mevlana Şems ile olan ilişkisinden dolayı kendi oğlu Alâeddin’i kızı Kimya’yı hatta eşi Kerrâ Hatun’u gözden çıkarmış. Hani meşhur bir hikâye vardır: “Şems 3 şey ister Mevlana’dan. 3’üncüsü de kendisine bir eş bulmasıdır. Mevlana eşini getirir…
Şimdi kamerayı Kerrâ Hatun’a eşine çevirirsek ‘Eşiniz sizi en yakın arkadaşına veriyor.’ Bu durumun kadında yarattığı travmaya hiç değinilmiyor. Kezâ Mevlana’nın Alâeddin ile düzelmemek adına arası bozulmuştur. Bunun sebebi de Şems’e duyduğu aşktır. Aşk konusunda biraz buralara girdim.
Tabii romanlarımızın karakterlerinden Ali ile Emine var. Onların güçlü bir aşkları var. Ali Köy Enstitüsünden mezun olan aydınlanmacı bir öğretmen. Olayı soruşturan savcı da öyle… İkisi köy enstitüsünden arkadaş. Tesadüfen savcı mesleğe başladıktan sonra görev yeri Ali’nin memleketi oluyor. Ali de bu arada Datça’da öğretmenlik yapıyor. Köye de sık sık gelip gidiyor. Ali’nin 3 tane abisi var bu üç abisi köydeki bu güçlü ekibe kafa tutmaya başlıyor. Bunun da gerçekliği vardır. Bu 3 kardeş de babam ve amcalarımdır. Aynı romanda olduğu gibi büyük amcamı vurmuşlar. Amcam vurulduktan sonra sakat kalmış.
- Kitaptaki karakterlerin çoğu gerçek diyebilir miyiz?
Gerçekliğe yakın. Gerçek karakterler var. Mesela,‘Mıstık’ karakteri var. Bedensel ve zihinsel engelli. Şu an 70 yaşlarında. Tabii o dönemi görmemiş ‘Mıstık’ ama ben kitaba ekledim. Çünkü çok tatlı bir karakter. Gerçeklikte Mıstık ile benim aramdaki diyaloglar, kitaptaki Ali ile Mıstık arasındaki diyaloglara eş değer. Benim köyüm Mıstık’sız anlatılamazdı.
YELPAZE OLDUKÇA GENİŞ
- Sırada ne var?
Yazmayı çok sevdim. Ama bu konuda beynim biraz hovarda çalışıyor. Bir kaç taslak oluşturdum attım kenara. Geçenlerde bir öykü karaladım aşk üzerine. Bir taraftan tarihi roman yazmak istiyorum çünkü tarih, hukuktan sonra en sevdiğim alan. Mevlana dönemi Anadolu toplumunun yaşadığı çok trajik bir dönem. Moğol İstilası ve Bab-ı İsyanı var. Binlerce insanın katledildiği savaşlar veriliyor. Bir Nasreddin Hoca gerçeği var orada. Nasreddin Hoca ve Mevlana’nın birbirine düşman oldukları son dönemde öğrenilmeye başlandı o döneme dair bir şeyler yazmak istiyorum.
Yine tarihte yaşanmış çok ilginç bir köle ayaklanması var, onu mutlaka yazmak istiyorum. Ama çok az kaynak var. Biraz kurgu olacak içinde… Bir taraftan da gençlik dönemlerimizi anlatan romantik komedi bir şey mi çıksın ortaya diye düşünüyorum. İlk kitabım cinayet romanı oldu bir köy romanı, cinayetten de devam edeceğim ama sadece cinayet yazarı olarak kalmak istemiyorum.
- Yaşamınıza değen bir kitap var mı?
İki klasik kitap benim için çok önemli. ‘İki Şehrin Hikayesi’ diğeri de ‘Vadideki Zambak’. Bu kitapları hâlâ yılda bir kez okurum. ‘İki Şehrin Hikayesi’ kitabında aşık olduğu kadının eşi ile çok benzeşir Sydney Carton.
Fransız Devrimi zamanında aşık olduğu kadının eşi idama mahkum edilir ve Sydney Carton avukattır. Yetkilerini kullanır ve idamdan bir gün önce cezaevine görüş için girer adamı bayıltır kıyafetleri değiştirip onu dışarı çıkarır. Çok üst perde bir aşk. Aslında hiçbir şey beklemeden sadece sevdiği insanın mutluluğu üzerine hareket ediyor. Normalde eline çok iyi bir fırsat geçmiştir kadının kocası idam edilecek zaten birbirleriyle çok benzeşiyorlar. Kadınla iyi bir dostluğu var o dostluğu özel bir ilişkiye evriltebilir. Böyle bir imkânı varken bunu kullanmamıştır. Burada yaşanan hikâye beni çok etkilemiştir.
‘Vadideki Zambak’ kitabında ise Henriette’le’nin kendini açlığa mahkum etmesi ve bu şekilde ölmesi etkileyicidir. Bu kitapları hazmetme süreci benim için çok uzun olmuştur. Bunun dışında Ahmet Altan, Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Fakir Baykurt’u çok beğenirim. Şiirde ise Atilla İlhan’ın yeri çok önemli. Ayrıca, Suç ve Ceza kitabı da her hukukçu gibi benim de başucu kitaplarımdan.
- Ankara’da bir düş yolculuğu - 29 Aralık 2019
- Çekmecelere kilitlenen hikâyeler gün yüzüne çıktı! - 2 Aralık 2019
- Kadınlar sokakta buluşuyor - 24 Kasım 2019