Bir Kez Daha HDP ve NATO

8 Ekim günü bir dizi gazetede, HDP Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir’in, Bükreş’te devam eden 2017 sonbahar oturumunda NATO Parlamenter Asamblesi Güvenlik ve Teknoloji Eğilimleri Üst Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildiği haberi yer aldı. Örneğin mezopotamyaajansı bu haberi aynen şöyle verdi:

HDP’li Pir NATO-PA Üst Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi (mezopotamyaajansi.com, 21:41 8 Ekim 2017)

“HABER MERKEZİ – HDP Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir, Bükreş’te devam eden 2017 sonbahar oturumunda NATO-PA Güvenlik ve Teknoloji Eğilimleri Üst Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi.

“Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir, Bükreş’te devam eden 2017 sonbahar oturumunda, NATO-Parlamenter Asamblesi (PA) Güvenlik ve Teknoloji Eğilimleri Üst Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi. HDP Genel Merkezi tarafından yapılan açıklamada, HDP’li Pir’in 2016 yılının Kasım ayında NATO-PA Güvenlik ve Teknoloji Eğilimleri Alt Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildiği hatırlatıldı.”

Evet, burada da belirtildiği gibi, özellikle HDP’ne ilişkin gelişmeleri izleyenler Ziya Pir’in adının geçen yıl da NATO örgütü bağlamında buna benzer bir haberde  geçtiğini anımsayacaklardır. Ben bu konuyu 27 Kasım 2016’da kaleme aldığım ve ondan kısa bir süre sonra bir miktar genişlettiğim bir yazıda ele almıştım. Ancak yazının ilk hali Facebook sayfamda bulunmakla birlikte, onun genişletilmiş halini sunmamıştım. Şimdi, Pir’in NATO içindeki statüsünün yükseltilmesi vesilesiyle bu yazının genişletilmiş halini okurlara aktarıyorum.

 HDP ve NATO: Barış mı yoksa savaş mı?

 (Genişletilmiş versiyon)
27 Kasım 2016

Geçenlerde Cumhuriyet gazetesinde ve diğer gazetelerde, HDP Diyarbakır milletvekili Ziya Pir’in İstanbul’da gerçekleşen NATO Parlamenter Asamblesi 62. Genel Kurulu’nda, Alt Komite Başkan Yardımcılığına seçildiğini belirten bir haber yayınlandı.

HDP; amaçları arasında, Türkiye’de, Ortadoğu’da ve hatta dünyada savaşların önlenmesi ve son bulması, barışın kurulması ve pekiştirilmesi ve hatta “sömürüsüz, halkların eşitliğine dayalı yeni ve özgür bir dünya kurulması” vb. olan bir parti. (Aynı husus üç aşağı beş yukarı, HDP’nin önceli olan yasal Kürt partileri için de geçerli.) HDP Programı’nda -içeriğine benim de tümüyle katıldığım şöyle bir madde yer alıyor:
“Partimizin başlıca uluslararası amacı, savaşsız, sömürüsüz, halkların eşitliğine dayalı yeni ve özgür bir dünya kurulmasıdır. Partimiz, bu amaç doğrultusunda, emperyalizmin halklarımız, Ortadoğu, Kafkasya, Balkan ve tüm dünya halkları üzerindeki egemenlik ve baskı politikalarına; emperyalist askeri, ekonomik ve siyasi anlaşmalara, askeri üslere ve kurumlara karşı mücadeleyi öncelikli görevi olarak kabul eder.

“Partimiz, hegemonyacılığa, sömürgeciliğe, işgallere, askeri müdahale ve darbelere karşı çıkar, emperyalist saldırılara karşı direnen halkların demokrasi, özgürlük ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin yanında yer alır; ulusal kurtuluş hareketlerini, ‘ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’ ilkesinden hareketle destekler.”

HDP’nin ve öncellerinin programlarında böylesi maddeler bulunduğunu ve bu partilerin öteden beri barışı esas alan bir propaganda ve ajitasyon kampanyası yürüttüğünü, hatta bu kampanyayı neredeyse ya da zaman zaman hatalı bir noktaya, yani Kürt halkının zulme karşı silahlı direniş hakkını yadsıma ve reddetme noktasına kadar taşıdıklarını biliyoruz. Peki çeşitli açıklamalarında savaşa ve militarizme karşı olduğunu sık sık açıklayan bir parti nasıl oluyor da kendi üyesi olan bir milletvekilinin, NATO gibi saldırgan bir askeri paktta, savaşın ve militarizmin ta kendisi ve has temsilcisi olan bir örgütte bir görev, herhangi bir görev almasını onayabiliyor? Yoksa başını, savaş suçlusu ve dünya halklarının baş düşmanı ABD’nin çektiği NATO bir barış örgütüne dönüştü de benim mi haberim olmadı? (1) Bu soruyu sormak hakkımız; çünkü az önce değindiğim kendi Programı’nda HDP’nin, “emperyalist saldırılara karşı direnen halkların demokrasi, özgürlük ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin yanında yer al”dığı, “ulusal kurtuluş hareketlerini, ‘ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’ ilkesinden hareketle destekle”diği ve “emperyalist… kurumlara karşı mücadeleyi öncelikli görevi olarak kabul” ettiği belirtiliyor.

Soruları çoğaltabiliriz: Acaba HDP ve Kürt ulusal hareketi barışı SADECE Kürt halkı için mi istiyor ve “başka halkların canı cehenneme!” biçiminde özetlenebilecek bir pragmatizm ve ilkesizliğin bayraktarlığını mı yapıyor? Bir başka deyişle, acaba HDP’nin -ve Kürt ulusal hareketinin- Türkiye ve Kürdistan’da barıştan, ama Ortadoğu başta gelmek üzere dünyanın başka yerlerinde savaş, askeri darbe ve işgal eylemleri ve militarizmden yana oldukları ileri sürülebilir mi? Acaba bu milletvekili ve dolayısıyla HDP, ABD başta gelmek üzere öndegelen NATO üyelerinin bir dizi bölgede yürüttüğü işgal eylemlerini, askeri saldırı ve darbeleri ve yaptığı provokasyonları destekliyorlar mı? Acaba yarın öbür gün, patronu ABD olan NATO bir başka ülkeye saldırdığında ya da orada bir askeri darbe tezgahladığında Ziya Pir ve HDP ne yapacak? Bu saldırgan örgütün böylesi kanlı eylemlerini protesto edip oradan çekilecekler mi, yoksa böylesi saldırıları destekleyip alkışlayacaklar mı? Ya da daha büyük bir olasılıkla işi, sessiz kalma/ görmezden gelme kurnazlığıyla geçiştirecekler mi? Dahası bu durumda HDP, Türkiye’nin NATO üyesi olmasına -en azından ilkesel düzeyde- karşı olmamak, onun bu saldırgan paktın içinde kalmasını savunmak ve vardıysa eğer buna olan itirazlarını geri çekmek zorunda kalmayacak mı?

Aynı konuyu ele alan Yeni Özgür Politika ise, İstanbul’da yapılan bu NATO toplantısına katılan üye ülkeler temsilcilerinin HDP’ni desteklemesinden duyduğu sevinci şöyle dile getirmişti:
“Türk devleti ile kurumları HDP’ye sansür ve baskı uygularken, 28 farklı ülkeden milletvekillerinin katıldığı NATOPA Genel Kurulu adeta HDP’ye destek toplantısına dönüştü. Zirveye katılmak için İstanbul’da bulunan çok sayıda delegasyon HDP’liler ile görüştü. Hollanda, Avusturya, Belçika, Lüksemburg, Almanya, Fransa, İtalya, İsveç ve Avustralya’dan heyetler HDP milletvekilleri Ziya Pir ve Hişyar Özsoy ile biraraya gelerek Türkiye’de olan bitene dair bilgi aldı. Hollanda Hükümet Milletvekili ve Delegasyon Başkanı Han Ten Broeke de dün HDP’lilerle görüşen vekiller arasındaydı.” (“NATOPA’nın başkan yardımcısı: HDP’li Pir”, Yeni Özgür Politika, 21 Kasım 2016) Burada HDP’nin en iyi olasılıkla, tavuğu tilkiye emanet eden aptalın konumuna düştüğü açık değil mi?

Gazetenin sözkonusu haberi içinde yer alan şu pasaj ise Avrupa tekelci burjuvazisinin uzantısı durumuna düşen demokratik partilerin trajikomik halini ya da ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyordu:
“Toplantının katılımcılarından Almanya Yeşiller Partisi Milletvekili Jürgen Trittin, Berlin’in Ankara’ya silah satmasına son vermesi gerektiğini söyledi. Eski Çevre Bakanı Trittin buna Türkiye’nin kendi halkına karşı savaş yürütmesini gerekçe gösterdi.” (aynı yerde) Başka ülkelerin Türk burjuva devletine silah satmaktan vazgeçmesine hiçbir itirazım yok elbet. Ancak burada neye gülmek -ya da ağlamak- gerektiğini kestiremiyorum: Bu partinin NATO denen saldırgan pakta karşı çıkmaması ve onun organlarına üye vermesine mi, yoksa onun, bir dizi NATO üyesinin Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerde cihatçılara ve Vahhabi teröristlerine açıkça her türlü desteği vermiş olmasına ciddi bir itirazının olmamasına mı? Trittin Türkiye’nin “kendi halkına karşı savaş yürütüyor olması” nedeniyle Berlin’in Ankara’ya silah satmaya son vermesi gerektiği kanısında. Güzel. Ama bu kural neden SADECE silah satan Almanya için ve “kendi halkına karşı savaştığı” halde NATO ülkelerinden silah alan devletler için geçerli olsun? Bir başka anlatımla acaba Trittin neden bu silah satışı yasağının kapsamına, SADECE Almanya’yı ve “kendi halkına karşı savaşan” devletleri alıyor da diğer NATO üyelerini ve “başka ya da komşu halklara karşı savaşan” devletleri bu yasağın kapsamının dışında bırakıyor? Örneğin o neden her yıl milyarlarca dolar değerinde silah satan ABD’ni vb. ve Yemen’e doğrudan ve Suriye’ye dolaylı olarak saldıran Suudi Arabistan’ı bu öngörülen yasağın kapsamına almıyor? Hatta onu şu soruyu da sorabiliriz: “Acaba neden Alman tekelci burjuvazisinin silah üretimiyle uğraşmasına, başka ülkelere silah satmasına ve hatta Almanya’nın NATO gibi saldırgan paktlara üye olmasına ilkesel düzeyde karşı çıkmıyorsunuz? Tutarlı demokratizm ve savaş karşıtlığı bunu gerektirmez mi?”

Bence HDP -ve Kürt ulusal hareketi- barış ve anti-militarizm konusunda içtenlikli ve tutarlı olmak istiyorlarsa NATO vb. örgütlerden uzak durmalıdırlar. (Ya da tutarlılıklarını muhafaza etmek istiyorlarsa, barış yanlısı oldukları yolundaki açıklamalar yapmaktan, barış propagandası yapmaktan, savaşlara karşı çıkmaktan tümüyle vazgeçmeli, programlarını barış-yanlısı ve anti-emperyalist maddelerden arındırmalı ve propaganda ve ajitasyonlarını da bu yeni yaklaşımla uyumlu bir biçimde yeniden düzenlemelidirler.) Eğer onlar böylesi savaş örgütleriyle içiçe olmanın barışa zarar vermeyeceğini, hatta dünyaya barış getireceğini düşünüyorlarsa, konumlarını daha ayrıntılı bir biçimde açıklamalılar. Açıklamalılar ki benim gibi “kalın kafalı” ve “anlayışı kıt” insanlar “aydınlansın” ve “bozgunculuk” yapmasın!


NOTLAR

(1) Abdullah Öcalan, hem de günümüzden 26 yıl önce kaleme aldığı ve içinde, NATO adlı saldırgan paktın değiştiğini ileri sürdüğü “Ekim Seçimi Sonuçlarının Türkiye Halk Güçlerinin Önüne Koyduğu Görevler ve Bu Görevlerin Gerçekleştirilmesinde Kürdistan’daki Kurtuluş Savaşımının Oynayacağı Rol” adlı yazısında şunları söylemişti:

“Bu konuda dış koşulların durumu biraz değişiktir. Her şeyden önce, Sovyetler Birliği’nde, Yugoslavya’da ve hatta dünyanın birçok alanında küçük halkların bağımsızlık mücadeleleri tırmanmaktadır. Bir kere Türkiye’nin şu ‘üniter devlet’ politikasını eskisi kadar ABD de içinde olmak üzere uluslararası ortama dayatması mümkün değildir. Varşova Paktı dağıldı. NATO sözde siyasal sorunların ve daha çok da insan hakları sorununun, hatta bağımsızlık isteyen halkların istemlerinin çözümlenmeye çalışıldığı siyasal bir kuruma dönüşüyor. NATO bugün kendi gündemine Sovyetler Birliği’ni, Yugoslavya’yı ve Çekoslovakya’yı alıyor, yarın Türkiye’yi gündemine alacaktır. Türkiye’den ‘üniter devlet’ anlayışını terketmesini ve federasyondan bağımsızlığa kadar kendisini açık tutmasını isteyecektir. O çok güvendiği NATO’nun yarın ya da öbür gün TC’ye bunu dayatması fazla şaşırtıcı olmamalıdır. NATO anayasası sözde de olsa başından beri bunu savunuyor.” (Serxwebun, Sayı: 119, Kasım 1991)