İstanbul Beyazıt Meydanı’nda 16 Mart 1978’de yaşanan ve 7 üniversite öğrencisinin hayatını kaybettiği, 50’den fazla kişinin yaralandığı saldırının üzerinden 47 yıl geçti. Kontrgerilla bağlantılı olduğu belirtilen bu katliam, Türkiye’nin siyasi tarihindeki karanlık olaylardan biri olarak hafızalardaki yerini koruyor. Davanın zaman aşımına uğratılarak kapatılmasına rağmen, mağdurlar ve avukatlar, adalet arayışının devam ettiğini vurguluyor.
Kanlı Plan: Beyazıt Meydanı’nda Tuzak
O dönemin öğrencilerinden ve saldırının tanıklarından olan Akademisyen Fevzi Engin, olay günü yaşananları şu sözlerle anlattı:
“Bir gariplik olduğunu seziyorduk. Normalde Süleymaniye kapısından çıkardık, ancak bir hafta önce bu kapı kapatıldı ve öğrenciler merkez kapıya yönlendirildi. Çıkış esnasında turnikelerde sıkışıklık yaşanıyordu. O anda birinin ‘bomba’ diye bağırdığını duydum, ardından büyük bir patlama sesi geldi. Patlamanın hemen ardından seri silah sesleri yükseldi. Bugün hâlâ mermilerin duvarlara çarptığı o sesleri hatırlıyorum. Çığlıklar, kaçışan insanlar… Yaralıları en yakındaki hastaneye taşımaya çalıştık.”
Olayda hayatını kaybeden öğrenciler Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt ve Turan Ören, üniversite önünde katledildi. Katliamın ardından öğrenciler, arkadaşlarının cenazelerini almak ve uğurlamak için büyük bir dayanışma gösterdi.
Türkiye’nin İlk Kontrgerilla Davası: Zamanaşımıyla Kapatıldı
Katliamın failleri hakkında yürütülen soruşturma yıllar içinde birçok engelle karşılaştı. Saldırının failleri olarak dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alındı. 17 kişinin yargılandığı davada yalnızca Sıddık Polat hakkında 11 yıl hapis cezası verildi, ancak bu karar Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Bombayı attığı belirtilen Zülküf İsot daha sonra itirafçı Lütfi Aktı tarafından öldürüldü. Diğer sanıklar ise cezasızlıkla ödüllendirildi.
1995 yılında yeni delillerle açılan dava, 2008 yılında zamanaşımı gerekçesiyle düşürüldü. Ancak avukat Cem Alptekin, davanın kapanmasının hukuken mümkün olmadığını belirtiyor:
“Bu dava, Türkiye’nin ilk kontrgerilla davası olarak tarihe geçti. Mahkemeye, katliamın bir kontrgerilla operasyonu olduğunu kabul ettirdik. Kontrgerilla örgütünün faaliyetleri sürdüğü sürece zamanaşımı işlemez. Ancak 16 Mart davası, sistemin yargı mekanizmasında bir ‘yargı klasiğini’ kırarak önemli bir adım attı. Türkiye’de benzer siyasi cinayet ve katliam davalarının yeniden ele alınması mümkündür.”
Adalet Talebi Devam Ediyor
Katliamın tanıkları ve mağdurları, faillerin yargılanması için mücadeleyi sürdürüyor. Engin, bu davaların “insanlığa karşı suç” kapsamında ele alınması gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi:
“Gerçek suçlular hiçbir zaman yargılanmadı. Türkiye’de siyasi cinayet ve katliamlar genellikle adi cinayet olarak değerlendirildi ve tetikçiler üzerinden sonuçlandırıldı. Oysa bu tür suçlar, sistematik ve örgütlü eylemler olarak ele alınmalıdır.”
16 Mart Katliamı, Türkiye’nin siyasi tarihindeki karanlık noktaları ve cezasızlık kültürünü gözler önüne sererken, adalet arayışı devam ediyor. Avukatlar ve insan hakları savunucuları, kontrgerilla bağlantılı suçların açığa çıkarılması ve gerçek faillerin yargılanması için kamuoyu baskısının önemine dikkat çekiyor.