“Barış” diyenler kazandı…

Sayfamızda yazılarını okuduğunuz Akademisyen Tolga Tören , Barış Bildirisini imzalayan KHK ile görevden alınan yüzlerce akademisyenden biriydi. Tolga Tören’in berat ettiğini öğrenmesi üzerine sosyal medya hesabından beratı ile ilgili  bir yazı kaleme aldı. Tören’in kaleme aldığı yazıyı  olduğu gibi aşağıya alıyoruz… 

*

Biraz önce avukatımdan aldım haberi…

Çok sayıda hocam, arkadaşım, meslektaşım gibi “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladığım için “Terör örgütü propagandası” iddiasıyla! yargılandığım davadan beraat etmişim.

Vicdan mahkemesine içkin olan beraatin, adil olduğuna inanmamız için hiçbir neden bulunmayan devlet mahkemesinin verdiği beraati, dolayısıyla cezayı, anlamsız kılmasının üzerinden bir hayli zaman geçti.

Hepimiz biliyorduk ki, “terörle mücadele” adı altında girişilen o “operasyon”, şu anda tutsak olan Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının ve 15 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin elde ettiği 80 milletvekilinin intikamıydı.

Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin karanlık “yeni Türkiye” programına, “yeni yaşam” programıyla meydan okuyan HDP ve Cizre / Sur halkı somutunda, başkanlık rejimine destek vermeyen Kürt halkından intikam alma operasyonu idi.

AKP’nin bir tekme ile devirdiği, sonrasında da hiç kurulmamış gibi davrandığı barış masasının ardından, daha önceleri “kadın ve çocuk da olsalar gereği yapılacak” demiş olan bir zihniyetin yürüttüğü bilinçli bir intikam operasyonu.

Şehirler yıkıldı, insanların sağlık hizmetlerine, gıdaya ve suya erişememeleri için herşey yapıldı.

Ambülanslar vuruldu; sağlık çalışanları hizmet verdikleri kenti terketmeye zorlandı; insanların evlerine, yatak odalarına girildi, iç çamaşırları ortalığa saçıldı, duvarlarına sapkın yazılar yazıldı.

İnsanlar bodrumlarda yanarak öldüler…

Analar, çocuklarının cesetlerini buzdolabında saklamak zorunda kaldılar; çocukları analarının sokak ortasında yatan cesetlerine günlerce ulaşamadılar; analarının cesetlerini yerden kaldıramadılar.

*

Evet, oldu bunlar…

Gözümüzün önünde oldu. Hepimiz, hepimiz gördük.

Yıktıklarını “Toledo” yapmaktan bahsederken, yüzlerinde yıktıklarından duydukları kıvancı gördük.

Ceset kokusunu duyduk, şehirlerden kaçanlara, kaçmaya çalışanlara şahit olduk, yıkılan evlerin harabelerini görmeye devam ediyoruz.

Neyse ki, tüm bunlara, gayet planlı olan o suçlara ortak olmadık.

Bunun için önce suçlandık, yargılandık; sonra da “bu suça ortak olmuyoruz” demenin suç olmadığını öğrendik!

*

Hadi geçtik gözaltına alınan, hapis yatan, linç tehlikesine maruz kalan, kapısına ölüm tehdidi asılan, fotoğrafı birinci sayfadan yayımlanan, işinden edilen, şehrinden kovulan, sürgüne düşen bu kadar insanı…

Daha dün andığımız Fatih‘in hesabını kim verecek ?

“Siz karanlıksınız” diye tehdit eden cumhurbaşkanı mı?

Televizyon ekranlarından tehdit eden, şimdi de yeni partisi eşliğinde herşeyi unutmamızı isteyen dönemin başbakanı mı?

Başkanın “tak” diye emrettiğini “şak” diye yerine getiren bürokratlar mı?

Koşa koşa emniyete ihbar etmeye giden rektörler mi?

Taybet ananın, cesedi buzdolabında saklanan yavrunun, yıkılan şehirlerin… Heabını kim verecek.

*

Beraat kararlarının gelmesinde etkili olan önemli bir faktör, yukarıda aktarılanlar olurken, gösterilen inat ve örülen müthiş dayanışma idi, Türkiye’de ve yurtdışında.

Yani “imzacılar” boyunlarını uzatıp beklemediler. Tersine, alternatif akademilerle, dayanışma örüntüleri ile, yeni kurumlarla, ilişkilerle konuyu hep gündemde tutmayı başardılar.

Beraatin asıl sevindirici yanı, “suçunuza ortak olmuyorum” demenin suç olmadığının kabulünden ziyade, inat ve dayanışmanın nelere kadir olabileceğini görmek bence.

Bir de pasaportumdaki kısıtın kaldırılması için başvuru yapabilecek olmak tabii…

Bu bağlamda kutlu olsun.