Avuçiçi ve çizgi belgeseli

Elbette, aşağıdaki yazı bir belgesel değil, öyle bir niteliği yok, olamaz da zaten. Burada “belgesel”i bir metafor olarak kullanmak istedim. Acaba avuç içinin ve çizgilerinin bir belgeseli çekilebilse nasıl bir şey olur…

Parmak izi ya da avuç içi çizgileri, bir çizgi olmanın ötesinde başka şeylerin de işaretleridir. Onlar, bir hiçmiş gibi görünen ama hayata dair tüm olasılıkları barındıran çizgilerdir. Onları anlamlı kılan, öylesine, basit, ”olmasa da olur” türünden işaretler olmamalarıdır; en temel nitelikleri, kişiye özgü özellikler barındırmalarıdır. Onlar belki söylemeleri gereken şeyleri, bire bir söylemezler ama son tahlilde kendi sözlerini söyletirler insana. Ne kadar çok şeyi sakladıkları, ne kadar şey içerdikleri tam olarak bilinebilmiş bile değildir.

İnsanlara zırhlarını ve zayıf noktalarını hatırlatırlar. Ve tabii “son”a giden en kestirme yolu da gösterirler. Hep kendini anımsatmak ve hareketsiz kalmakla yükümlüdürler. Bilgelerin sokaklarını ezbere bildiği bir çeşit kenttir orası. Uzun bir kervanın başı ve sonudur. Her vahaya değerini veren nasıl ki içinde bulunduğu çöl ise, her çizgiye karakterini veren de varlığını belirleyen genetiğidir. Ömrün kısalığının, uzunluğunun bir anlamda şahidi başka bir anlamda da nedenidir. Dokunduğu yere “meşhur” izler bırakmakla ünlüdür. Daha çok polis, savcı, hâkim onunla ilgilenir. Bir yanıyla avuç içidir, diğer yanıyla sınırları belirsiz bir kenttir orası. Sokakları geçmişte geleceğe uzanan esnek dallar gibidir. İçimizdeki tenhaya da dışımızdaki kalabalığa da o, sokaklardan açılan kapılardan gidilir.

Görmenin türlü biçimleri vardır elbette ama dokunarak görmenin verdiği haz, hangi görme biçiminde vardır. Bunu bize sağlayan, o çizgilerin hassasiyetinden başka nedir ki? Aynı kişinin farklı avuç çizgilerinin birbirini tanımadan ölüp gidecekleri asla düşünülmemelidir. Farklı ellerde de olsa hep aynı yönde uzandıkları, farklı farklı olgulara hep aynı tepkiyi verdikleri nasıl yadsınabilir. Gereksizmiş gibi görünen, anlamı sorgulanmayan çizgilerde; geçmiş, gelecek; mutluluk, mutsuzluk ve gerçekler saklıdır. İçinde barındırdığı bir başka gerçek de yalana yüz vermemesidir. Kendine özgü dağları ovaları buna izin vermez.

İnsanın milyon yıllık tarihinin tanığı ve failidir. Tükenmeyen, bölünmeyen bir varoluş sürecidir söz konusu olan. Onları hangi buyruk, hangi, gereksinim, hangi arzu gerçek kılmıştır, işte orası benim için bir muamma…

Avuç içi ve parmak çizgilerine bakıldığında hareketsiz gibidirler ama aralarında belli bir iletişim vardır her zaman. Birbirlerinin işine karışmayan bir iletişim tarzıdır bu. Örf, adet ve kültürleri farklıdır ama bir bütünün hizmetindedirler. Aynı zamanda kendi içlerinde bir özeklik söz konusudur. Bazı jestler ve mimiklerle kendilerini hatırlatırlar birbirlerine. Susmanın kendine özgü lisanını kullanırlar; çok gelişkin duyarlılıkları onlara korunma kalkanı işlevi görür.

Avuç içinin insana verdiği umut, onu rüyalar kentine götürür; umutsuzluğu ise rüyalar kentinden cehenneme… Söz konusu kentin milyon yıllık kültürüyle uyuşamayanlar vaktinden önce yok olurlar. Tıpkı yeryüzüyle uyuşamayanları bekleyen kötü son gibi. Orası sabah işbaşı yaptığımız, akşam döndüğümüz yerdir. Merkezi neresi, tam belli değildir. Bazen orası bazen burası… Görev gereği farklı farklı merkezler oluştururlar. Bu bazen bir parmağın ucu olabilir, bazen büyük çizginin yanı.

En büyük sırrı, insanın aklından önce oluşmasında yatar. Hatta akıl onun çocuğudur bile diyebiliriz. Mimarisi akıllara durgunluk verecek tarzdadır. Öyle ki aklın yapıp edebileceği şeyler onun hareket kapasitesiyle sınırlıdır. Yani akla sınır çizen bir çeşit çizerdir! Enteresandır; insanın elinin değmediği tek yerdir. Oraya şimdiye kadar müdahale etme arzusu duymadı insan; aklı o kadar gelişkin değildi çünkü. Onun dışında insanın elinin değmediği ne bedenin bir yeri, ne de doğada bir yer kaldı.

Ama hakkı yenilmemeli tabii. Çünkü o, baştan çıkarmanın da, baş eğdirmenin de en önemli aracı… O çizgiler ki, insanın en hayvani yönüdür.

Söz konusu ettiğim avuç içi kentinde tüm çizgiler yetki ve görev farklıkları üzerine kuruludur; yetki ve görevi bir başkasına delege etmek olmayacak bir şeydir; bu orada eşyanın doğasına aykırı bir iştir. Bir çizginin birden fazla görevi olabilir tabii; ne var ki, bir görevden başka bir göreve, bir işlevden başka bir işleve geçiş neredeyse sarsıntısızdır. Kentin nüfusu hep aynı kalır; kendini yıkmak, yok etmek gibi bir yönelimi yoktur. Oluşumunu onarıp, yenileyerek varlığını sürdürür. Bir dizi erdem avuç içi kentinde düzeni sağlayan tek kuvvettir. Sokaklarında kuralları ihlal eden birkaç huysuz görülmez mesela. Hep mesafe korunur; herhangi bir taciz söz konusu değildir. Yasaklardan, cezalardan, zıtlıklardan, tutarsızlıklardan ve saçmalıklardan oluşmuş bir kent değildir orası. Hiçbir çizgi sınır ihlali yapmaz; doğaları buna müsaade etmez. Kabuğunu zorlayan nar taneleri gibi bir yer değildir orası. Örümcek ağı gibi birbirine karışmış değildirler. Sürekli birbirlerini kollayan bir düzen içindedirler.

Avuç içi çizgileri diğer yandan da, aynı ipten dokunmuş desenleriyle bir çeşit halıyı andırıyor. Uyumsuz desenleriyle kafaları karıştırıyor. Bunun insan işi olmadığı çok belli. Nihayet öğreniyoruz ki, bazı durumlarda uyumsuzluğun bile kendi içinde bir uyumunun olması yaşama hizmet eden bir şey. Tabii burada onların görünen kısmı, gerçeğin sadece bir yan unsurudur. Bir halıya benzettiğim avuç içi ve çizgilerinin, altı üstünden, içerisi dışarısından daha büyüktür. Geçmişini bilebiliyoruz ama geleceği hakkında sadece bazı fikirler yürütebiliyoruz. Şurası da bir gerçek ki, insan ona, atını anlamayan sahip muamelesi yapıyor. Bütün bu olup biteni onların hayatı kabul ediş şeklinden anlıyoruz.

Bugün kusursuzluk kıratını artırma niyetinde, boş küpünü doldurmayı erdem kabul eden insan dediğimiz “hayatta olanlar ordusu”, bütün bunlardan habersiz bir hayat yaşıyor. Onların zenginliği, evrensel-etik değerlerden çok, yeni plastik, elektronik, dijital ürünlere yer açmak için kaldırılıp atılan değerlerle ölçülüyor! Bütün bu göz önünden uzaklaştırma işini dinsel bir görev gibi yerine getiren avuç içi ve çizgilerinin bir tekmil hali gerçekten çok ironik. Bir yandan ortalığı temizleyip toparlarken diğer yandan atılan değerleri göz önünden uzaklaştırmak… Böylece “hayatta olanlar ordusu”nu, yaşamı kıymetli kılan değerleri tekrar görmekten kurtarmak! Zifiri karanlık yaşamın üstünü tamamen örtene kadar bu iş böyle sürecek gibi görünüyor.

Bir istisnayı görmeden geçmeyelim konuyu: Avuç içi çizgilerine kulak veren, hayatta olanlar ordusundan sadece küçük bir azınlıktır farklı olan… Söze dahil etmek istediğim kesim, aşk hikayeleri içinde kendilerine yer edinenlerdir. Çünkü avuç içi ve çizgilerinin dokunduğu yerden gelen sedaya kulak veren tek insan grubudur onlar…

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)