Gezi Parkı protestoları, 2013’teki patlayıcı eylemleri ve ardından yaşanan hukuk mücadeleleriyle Türk siyasetinin en büyük dönemeçlerinden birini oluşturdu. Bugün, 2025 yılına gelindiğinde, Gezi Davası hala Türk adalet sisteminin üzerinde kara bir leke olarak duruyor. Ancak, geçtiğimiz günlerde Habertürk kanalında Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yaptığı açıklamalar, bu davada yaşananların sadece hukuki değil, aynı zamanda vicdani bir sorgulamayı da zorunlu kıldığını ortaya koyuyor. Gezi Davası’nın yargı süreci, sadece Türkiye’nin hukuki sistemindeki derin sorunları değil, aynı zamanda adaletin nasıl çarpıtılabileceğine dair endişe verici bir tabloyu da gözler önüne seriyor.
Meriç Demir Kahraman, Gezi Davası’na dair Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un söylediklerini eleştiren çok sert bir açıklama yaptı. Kahraman, bakanın açıklamalarının gerçekleri yansıtmadığını ve adalete karşı vicdansızca bir yaklaşım sergilediğini belirtti. Kahraman’ın eşi ve meslektaşı olan Dr. Tayfun Kahraman’ın adını anarak, dava sürecinin her aşamasında yaşanan hukuksuzlukları ve adaletsizlikleri birer birer sıraladı. Kahraman’ın açıklamaları, yalnızca Gezi Davası’na dair değil, aynı zamanda Türkiye’nin genel yargı sistemine de ciddi eleştiriler getirdi.
Gezi Davası’nın Hukuki Labirenti: Beraatlerden Hükümlere, Hükümlerden Bozmalar
Gezi Davası, Türkiye’nin en tartışmalı yargı süreçlerinden biri olarak hafızalara kazındı. 2020 yılında, 30. Ağır Ceza Mahkemesi, suç teşkil eden somut delillerin bulunmadığını belirterek sanıkların beraatına karar verdi. Bu karar, adaletin sağlandığı bir dönüm noktasıydı. Ancak, kısa bir süre sonra hakimler sürülerek, Türkiye’nin yargı sürecinde yaşanan keyfi müdahaleler bir kez daha gözler önüne serildi. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, beraat kararını bozdu ve davayı yeniden yargılamaya başladı. Bu, yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün ne denli zayıfladığının bir işaretiydi.
Ardından, 2022 yılında, Gezi Davası’nın şiddet ve cebirle hiçbir ilgisi bulunmayan sanıklarına ağır cezalar verildi. Bu karar, yargının üzerinde yoğun bir siyasi baskı olduğunun açık bir göstergesiydi. Yargıtay’ın 2023’te verdiği karar da Gezi Davası’nın hukuki zemininde derin bir belirsizlik yarattı. Bazı sanıklar için ceza onanırken, bazıları içinse karar bozuldu. Bu durum, Türkiye’deki adalet sisteminin bir çifte standart uyguladığını gözler önüne seriyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve Gezi Davası’na Yönelik Eleştiriler
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un 7 Şubat 2025 tarihli açıklamaları, bu adaletsizliklere ilişkin ciddi bir göz ardı etme ve yanlış bilgi yayma sorunu yaratıyor. Bakan Tunç, Gezi Davası’nın “organize edenlerin cezalarının verildiğini” ve Yargıtay’ın da bu cezaları onayladığını belirtti. Ancak, Meriç Kahraman’ın eleştirileri, bakanın bu açıklamalarının yetersiz ve yanıltıcı olduğunu ortaya koyuyor. Kahraman, Bakan Tunç’a şu soruları yöneltti:
- 2020 yılında 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararını okudunuz mu?
- 2021 yılında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin beraat bozma kararını okudunuz mu?
- 2022 yılında 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararını okudunuz mu?
- 2023’te Yargıtay’ın verdiği kararı incelediniz mi?
- 2024’teki Çarşı Davası beraat kararına göz attınız mı?
Bu sorular, Bakan Tunç’un Gezi Davası’yla ilgili söylediklerinin ne kadar eksik ve yanıltıcı olduğunu vurguluyor. Hukuki süreçlerin derinlemesine incelenmeden verilen açıklamalar, halkı yanıltan bir propaganda unsuru haline gelebilir.
Adaletin Yanıltıcı Görünümü ve Vicdan Yoksunluğu
Bakan Tunç’un açıklamalarının ne denli yanıltıcı olduğu, adaletin vicdani boyutuyla da bağlantılı. Adalet Bakanı, davanın tüm süreçlerini göz ardı ederek, bir grup sanık için ağır cezaların verilmesinin haklı olduğunu savunuyor. Ancak Meriç Kahraman’ın açıklamalarına bakıldığında, bu dava sürecinin hakkaniyetli ve adil bir şekilde işlemediği net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Kahraman, “vicdanıyla karar veren hakimlerin sürüldüğü, istenilen kararlar çıkana kadar süren, lehimize delillerin dinlenmediği, aleyhimize delillerin sunulmadığı” ve somut suçların anlatılmadığı bir sürecin yaşandığını belirtiyor. Bu, adaletin siyasi baskılar ve müdahalelerle nasıl şekillendirildiğini gösteriyor.
Adaletin İşleyişi, Bir Toplumun Geleceğiyle Doğrudan İlişkilidir
Gezi Davası, sadece bir grup insanın değil, tüm toplumun adalet arayışının ve hukuk güvenliğinin test edildiği bir vaka haline gelmiştir. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamaları, bu davanın gerçeğiyle örtüşmemektedir ve Türkiye’deki adaletin ne kadar manipüle edilebileceğine dair endişe verici bir tablo çizmektedir. Yargının, siyasi bir mekanizma gibi çalışması, adaletin sağlanmasını zorlaştıran en büyük engeldir.
Hukuk devletinin temeli, sadece kanunların değil, vicdanların da işlemeye devam etmesidir. Eğer bu süreç, sadece siyasi çıkarlar ve baskılar doğrultusunda yürütülürse, Türkiye’nin geleceği karanlık olacaktır. Gezi Davası örneğinde olduğu gibi, adaletin vicdan ve bağımsızlık temelinde işlediği bir sistemin inşa edilmesi, sadece bir gereklilik değil, toplumun her bireyinin hakkıdır.
- HDK Soruşturmasında Tutuklamalar ve Gelişmeler - 21 Şubat 2025
- Doğal Hidrojen: Avrupa Dağlarının Altındaki Yeni Enerji Kaynağı - 21 Şubat 2025
- Sağlık Emekçileri 14 Mart’ta İş Bırakıyor: “Eziyet Yönetmeliği Geri Çekilsin” - 21 Şubat 2025