Trotskiy İstanbul Büyükada’da kaleme aldığı anıtsal yapıtı Rus Devrimi Tarihi başlıklı çalışmasında, Şubat devriminden Ekim devrimine giden yolda Bolşeviklerin etkisinin sürekli arttığı halde cephedeki birliklere en son ulaştığını, bazı birliklerin tek bir Bolşevik görmemiş, Bolşevik nedir duymamış olduklarını belirttikten sonra şu cümleyi kurar: “Öte yandan, bazı birlikler de kendilerinin, içine bir tutam Kara Yüz’cülük katılmış anarşizan ruh durumlarını safkan Bolşevizm sanıyordu.”
Hegemonya işte budur. Koskoca toplum kesimleri her türlü ihtiyaçlarının ifadesini bir siyasi güçte bulduklarında, o siyasi güç Bolşeviklerin durumunda olduğu gibi bir sınıfı, işçi sınıfını temsil ediyorsa, o toplum kesimleri (bu durumda askerler) işçi sınıfının hegemonyası altına girmiş demektir. İstedikleri kadar “içine bir tutam Kara Yüz’cülük katılmış bir anarşizm”e kapılmış olsalar da.
İyi ama bu “içine bir tutam Kara Yüz’cülük katılmış bir anarşizm” de ne menem şeydir? Okuyucumuza hatırlatalım. Kara Yüz’ler ya da bu yazım Türkçe’de başka anlama gelebileceği için şöyle yazalım Kara 100’ler (Rusçasıyla Çernosotentsi) 1905 devriminde doğan, Çarlığa bağnazca bağlı, gerici, devrim düşmanı, anti-Semitik güçlere verilen genel addı. Toplumsal tabanını büyük toprak sahipleri, zengin köylüler, bürokratlar, tâcirler, polis görevlileri ve din adamları oluşturuyordu. Koyu Rus milliyetçileriydi bunlar. Yani hem enternasyonalist ve sonuna kadar devrimci Bolşevizmden, hem de anarşizmden ışık yıllarınca uzak bir ideolojiyi temsil ediyordu Kara Yüz’ler. Bu askerler hem Kara Yüz’lere yakın hissediyordu hem de kendilerini Bolşevik zannediyorlardı.
Trotskiy’in ironi düşkünlüğü değil mesele. Tarih işte böyle karmakarışık gelişir. Özellikle büyük sarsıntı dönemlerinde, bir insanda ya da bir toplum kesiminde aynı anda hem geçmiş hem içinde bulunulan an hem gelecek yaşar. Hem koyu Rus milliyetçiliği, bir bakıma faşizmden önceki faşizm neyse o, hem enternasyonalist komünizm!
15 Temmuz’un anlamını doğru kavramak istiyorsak, diyalektiğin çelişki yasasını en sonuna kadar, üzerinde durduğumuz olgu neredeyse çatlayacak hale gelene kadar zorlamalıyız. Bir yanıyla, 15 Temmuz her iki kanadında da gericiliğin yer aldığı bir iç savaştı. Daha düne kadar bu iki gerici güç gayri resmi koalisyon ortakları gibi Türkiye’yi birlikte yönetiyordu. Ta ki 2010 yazında Mavi Marmara saldırısından sonra Fethullah Gülen “İsrail’den izin alınmalıydı” diyene, 7 Şubat 2012’de cemaatin savcıları Hakan Fidan’ı sorgulamak amacıyla çağırana, 17-25 Aralık 2013’te yolsuzluk dosyaları ortalığa dökülene kadar. Yaklaşık 10 yıllık koalisyon ortaklığı, iki yıllık huzursuz bir arada yaşama ve iki yıllık çatışmadan sonra artık iki taraf birbirinin boğazına sarılmıştı. Türkiye 24 saatlik bir iç savaş yaşadı, yüzlerce insan öldü. 15 Temmuz, gerisinde hummalı bir silahlanma ve milisleşme faaliyeti ve bir iç savaş tehdidi bırakarak tarihte yerini aldı.
Ama bu tek gecelik iç savaş, aynı zamanda binlerin, on binlerin, hatta belki yüz binlerin bir askeri darbenin karşısına çıkıp ona kafa tutması biçiminde gerçekleşiyordu. Darbeye bu direnişi gösteren ve bazıları bu uğurda hayatını yitiren insanlar büyük ölçüde AKP’li idi, bir bölümü muhtemelen Tayyip Erdoğan hayranıydı. Ama hepsi değil. MHP’liler de vardı kendiliğinden çıkan, partisizler de, hatta kendini karışık bir anlamda “solcu” hisseden insanlar da.
Darbe girişiminin başarısızlığında elbette ki ordu içindeki bölünme ve muhtemel bir cuntalar savaşı belirleyici oldu. Öte yandan, evet, Türkiye’de 15-16 Haziran’dan Gezi’ye tanklara karşı savaşanlar olmuştu, ama tarihi darbe zengini Türkiye, ilk defa bir darbe girişimine karşı tanklara kafa tutan insanlar gördü. Bu, kapitalist düzen açısından hiç de hayırlı bir şey değildir. Türkiye ilk defa traktörle nizamiye kapısının yerle bir edilip askeri birliklere sivillerin dalışını yaşadı. Bu hiçbir yerleşik düzen için hayırlı bir şey değildir. Türkiye ilk kez askerlerle konuşarak, kardeşleşmeye çalışarak onları ikna eden siviller gördü. Bu hiçbir düzen koruyucu ordu için hayırlı bir şey değildir.
Bunları yapan insanların hemen hemen hepsi halk sınıflarındandı. Üst sınıflar, burjuvalar, bürokratlar, serbest meslekler, aydınlar genellikle böyle halk hareketlerinden uzak dururlar. Meydanlara çıkanlar hep işçiler, kent yoksulları, köyden tam kopmamış emekçiler, tablacılar, değnekçiler, muavinler, çıraklar, yamaklar, ortacılar, köprüde trafik yoğun olduğunda su satanlardır. En babayiğidi bildiğimiz geleneksel küçük burjuvadır. Daha kırsal yerlerde, traktörün tankın karşısına çıktığı yerlerde, nizamiye kapısını devirdiği yerlerde marabadır, ırgattır, mevsimlik işe çıkan yoksul köylüdür. En fazlasından yine kendi toprağında yaşamını sağlayan orta köylüdür, küçük burjuvadır.
İşte bu insanlar nizamiye zorladı, tankları alt etti, askeri, komutanının talimatından farklı davranmaya çağırdı. Bu sefer Kara Yüz ideolojisinin içine gizlenmiş bir tutam anarşizm ya da Bolşevizm ekti olaylar. Trotskiy’in anlattığı olayda baskın olan, anarşizm ya da Bolşevizm’di, tâbi olan gerici Kara Yüz duyarlılığı. 15 Temmuz’da baskın olan Kara Yüz, pardon Ak Parti duyarlılığıdır, tâbi olan her zaman devrimlerde görülen davranış kalıpları.
Bir anlamıyla 15 Temmuz Türkiye’nin darbeler tarihinde sıra dışı, hatta aykırı yerini almıştır. Ama öteki anlamıyla da Gezi ile başlayan halk isyanı (2013), Kobani (Kobanê) serhildanı (2014) ve Türk Metal’e karşı metal işçilerinin fiili işgalli grevinin (2015) silsilesiyle de biraz uzak da olsa akrabalığı vardır. Sanki onların 2016 yılına damga vuran çarpık suretidir. 2017 yılı? Henüz bitmedi.
Kaynak: Gerçek Gazetesi
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024