Yeni Dünya Düzeni: Kapitalist Mafyokrasi ve Emperyalist Pazarlıkların Gölgesi

Dünya, İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen uluslararası düzenin çatırdamasına sahne oluyor. Küresel güçlerin arasındaki dengeler hızla değişirken, uluslararası hukukun yerini pazarlıklar, ittifakların yerini mafyatik hesaplaşmalar alıyor. The Economist’in son kapağı da bu gerçeği gözler önüne seriyor: ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yer aldığı kapak, günümüz siyasetinin artık bir “mafya düzeni” çerçevesinde şekillendiğini vurguluyor.

Bu liderlerin ortak noktası, geleneksel diplomasi kurallarını reddedip, kişisel güçlerini ve otoritelerini pazarlık ve tehdit yoluyla tahkim etmeleri. Savaş, ticaret, enerji, teknoloji ve hatta ulusların sınırları bile artık masa başında kimin ne koparabildiğiyle belirleniyor. Ancak bu pazarlıkların kazananı, halklar değil, uluslararası kapitalist düzenin yeni figürleri ve onların etrafında şekillenen oligarklar, askeri-endüstriyel kompleksler ve finans baronları oluyor.

Kapitalist Emperyalizmin Yeni Kuralı: Alan Kazanır, Kaybeden Yoksullaşır

Trump’ın küresel siyaseti bir “mafya şebekesi” gibi yönetme çabası, 1945 sonrası kurulan ekonomik ve siyasi sistemin bir çöküş sürecine girdiğini gösteriyor. NATO’nun çökebileceği iddiaları, Ukrayna’nın kaderinin Trump-Putin pazarlığında şekillenmesi, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaşın bölgesel sınırları yeniden belirleme amacı taşıması, Suudi Arabistan’ın ekonomik ve askeri kartları aynı anda oynaması, hep aynı yeni düzene işaret ediyor: “Güçlü olanın haklı olduğu” bir çağ başlıyor.

Peki, kim güçlü? Burada artık uluslardan değil, ekonomik ve siyasi ağların oluşturduğu yeni bir sınıftan bahsediyoruz. Trump ve etrafındaki isimler için devletler, halkların çıkarlarını korumak için değil, sermaye sahiplerinin çıkarlarını maksimize etmek için var. O nedenle diplomasi, uzun vadeli barış ve iş birliği için değil, büyük şirketlerin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilen pazarlıklar için yapılıyor.

Bugün Trump’ın küresel sistemi “anlaşmalar” üzerinden yeniden dizayn etme çabası, aslında iş dünyasının agresif kapitalist yaklaşımının bir devlet politikası haline getirilmesinden ibaret. “Her şey satılıktır” düsturuyla hareket eden bu anlayış, toprakları, madenleri, enerji hatlarını ve hatta insanların yaşamlarını bile pazarlık konusu haline getiriyor. ABD’nin Ukrayna’dan güvenlik garantileri karşılığında ekonomik tavizler koparması, Çin ile Tayvan üzerine yürütülen örtülü pazarlıklar, Körfez ülkelerinin İsrail ile stratejik ittifakları hep aynı çıkar ilişkilerinin bir parçası.

Uluslararası Hukukun Ölümü: Kuralsızlığın Yeni Normali

Uluslararası sistemde kuralsızlığın hakim olması, en çok otoriter rejimlerin ve küresel şirketlerin işine yarıyor. Trump’ın başını çektiği “güçlü olan kazanır” siyaseti, demokratik süreçlerin zayıflatılmasını ve halkların siyasi temsil mekanizmalarından koparılmasını hızlandırıyor. Bir yanda ABD’nin emperyalist politikalarının yeni versiyonu devreye girerken, diğer yanda Çin’in devlet kapitalizmi modeli, Rusya’nın askeri yayılmacılığı ve Suudi Arabistan’ın otoriter ekonomik reformları küresel düzenin yeni bileşenleri olarak güçleniyor.

Bu sistemde uluslararası hukuk, artık büyük güçlerin kendi çıkarlarına uygun şekilde eğip büktüğü bir araçtan ibaret. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü saldırılar, Rusya’nın Ukrayna’daki işgali, Çin’in Güney Çin Denizi’nde yürüttüğü genişleme politikaları ve ABD’nin ekonomik yaptırımları, hiçbirinin uluslararası kurallar tarafından sınırlandırılamadığını gösteriyor. Daha da önemlisi, bu durum emperyalizmin maskesiz ve doğrudan bir sömürü düzenine evrilmekte olduğunu kanıtlıyor.

Küresel Güney İçin Yeni Bir Tehdit: Sömürgeciliğin Güncellenmiş Versiyonu

Bugün emperyalizm yalnızca askeri müdahalelerle değil, ekonomik ve teknolojik baskılarla da yeniden üretiliyor. Afrika’nın maden kaynakları için yürütülen yeni jeopolitik savaşlar, Latin Amerika’daki neoliberal baskılar, Asya’da altyapı projeleri üzerinden kurulan ekonomik bağımlılıklar, 21. yüzyılın güncellenmiş sömürgecilik araçları olarak işlev görüyor.

Bu yeni sistemde ülkeler, askeri işgaller yerine borç, ticaret anlaşmaları, teknoloji bağımlılığı ve enerji politikaları üzerinden kontrol altına alınıyor. ABD’nin Çin’e karşı uyguladığı çip savaşları, Batı’nın Afrika’daki lityum ve kobalt madenciliği üzerindeki hesapları, Körfez ülkelerinin teknoloji ve inşaat yatırımları, hepsi bu yeni sömürgecilik modelinin parçaları.

Bu süreçten en çok zarar görecek olanlar ise elbette işçi sınıfları, köylüler, yoksullar ve ezilen halklar. Emperyalist sistemin büyük pazarlıkları, toplumsal refahı değil, sermaye sınıflarının güçlenmesini hedefliyor. Dünya, giderek derinleşen bir sınıfsal uçuruma sürüklenirken, küresel servet eşitsizliği hiç olmadığı kadar büyük bir hızla artıyor.

Kapitalist Mafyokrasiye Karşı Halkların Direnişi

Dünya, artık klasik diplomasi ve devletlerarası iş birliklerinin değil, güç ve pazarlık odaklı bir mafyokrasi düzeninin hakim olduğu bir sürece giriyor. Trump’ın liderliğindeki yeni emperyalist blok, otoriter yönetimleri ve neoliberal ekonomik modelleri daha da agresif hale getirirken, halkların özgürlüğü ve yaşam hakları büyük pazarlıkların birer piyonu haline getiriliyor.

Ancak bu sürecin karşısında direnişin de güçlenmesi gerekiyor. Küresel kapitalizmin dayattığı bu mafyatik düzen, ancak halkların örgütlü mücadelesiyle geriletilebilir. Latin Amerika’da, Afrika’da, Asya’da yükselen işçi hareketleri, Avrupa’daki neoliberal karşıtı dalgalar, Orta Doğu’daki anti-emperyalist mücadeleler, kapitalist mafyokrasiye karşı en büyük umut olarak görülmeli.

Bugün dünya yeni bir yol ayrımında: Ya sermaye sınıflarının otoriter ve sömürgeci politikalarına boyun eğilecek, ya da halklar kendi kaderini belirlemek için yeni bir uluslararası dayanışma ağı kuracak. Seçim bizim: Pazarlık masasında birer piyon mu olacağız, yoksa bu düzene karşı mücadele edenler mi?