Üçüncü Dünya Savaşı davul zurnayla geliyor!

Devrimci İşçi Partisi, 2016 yılının başından beri Üçüncü Dünya Savaşı’nın somut, elle tutulur bir ihtimal olarak insanlığın ufkunda belirdiğine dikkat çekiyor. Dünya çapında günbegün savaşın dinamiklerini analiz ediyor, emperyalizmin nasıl hızla bu savaşın ağlarını örmeye devam ettiğini gösteriyor. ABD emperyalizmi saldırgan tutumunu koruyor. Önümüzdeki dönemde özellikle Trump ABD’sinin atacağı adımlar bu dinamikleri tetikleyecek nitelikte gibi görünüyor.

Trump, provokasyon denilebilecek ilk hamlesini daha görevi resmen devralmayı bile beklemeden yaptı. Aralık ayında Tayvan lideri Say İng-Vın (Tsai Ing-Wen) ile telefonda görüştü. Bu Çin açısından bir kırmızı çizgi. Çünkü Çin Devrimi’nin ardından Tayvan adasına kaçan burjuva milliyetçileri meşru Çin’in kendileri olduğunu iddia ediyor, ama Çin onun varlığını meşru kabul etmiyor. 1972 yılında ABD Başkanı Nixon “Tek Çin Politikası”nı kabul ederek Çin Halk Cumhuriyeti ile ikili ilişkileri başlatmış, Çin Halk Cumhuriyeti 1973’ten itibaren de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Çin Cumhuriyeti’nin yerini almıştı. Bugün Tayvan’ı Vatikan ve Latin Amerika’da bulunan ve uluslararası sermaye için vergi cenneti işlevi gören bazı ada ülkeleri dışında resmen tanıyan ülke yok. Hal böyleyken Trump’ın Tayvan lideri ile telefonda görüşmesi Çin’e karşı düşmanca bir provokasyondan başka bir şey değil. Üstelik, Say İng-Vın daha sonra ABD’yi ziyaret de etti, Çin’in baskısı altında Trump’la görüşmese de Cumhuriyetçi Parti’nin ileri gelenleriyle resmi toplantılar yaptı.

Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri ve ABD’nin Güney Kore’ye yaptığı yığınak, sadece Kuzey Kore-ABD gerilimini değil ABD-Çin gerilimini de arttırıyor. Çin de Rusya da zaman zaman Kuzey Kore’nin nükleer denemelerine karşı çıkışlar yapıyor, bu denemelerin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının ihlali anlamına geldiğini söylüyor. Ancak Çin için ABD’nin Güney Kore’ye konuşlandırdığı füze savunma sistemi esas büyük tehdit. Bu yüzden Çin pasif bir bekle gör politikası izlemiyor. Güney Çin Denizi’nde ada şeklinde askeri üsler inşa ediyor, kuzeydoğusunda Rusya ile sınırına yakın bir bölgeye kıtalararası balistik füzeler konuşlandırdığı iddia ediliyor. Dahası Çin Savunma Seferberliği Komisyonu’ndan bir üst düzey yetkili “Trump döneminde ABD’yle çıkabilecek savaş” gibi sözlerin bir slogan olmaktan çıktığını, pratik bir gerçek haline geldiğini söylüyor.

Trump’ın stratejist olarak göreve getirdiği, ön-faşist “alternatif sağ”a mensup Steve Bannon dokuz ay önce katıldığı bir radyo programında şöyle demişti: “Gelecek 10 yıl içinde Güney Çin Denizi’ndeki adalar üzerinden Çin’le savaşacağız. Buna hiç şüphe yok.” Belli ki emperyalist savaş planları tıkır tıkır işliyor. Tüm gelişmeler, Devrimci İşçi Partisi’nin 4.Kongresi’ndeki dünya savaşının merkez üssünün Pasifik, girizgâhının ise bir Ortadoğu savaşı olabileceğine yönelik tespiti ile tamamen örtüşüyor.

Steve Bannon aynı programda cümlenin devamını şöyle getiriyor: “Aynı zamanda ABD Ortadoğu’da da esaslı bir savaşın içinde olacak.” Nitekim bugün ABD, Ortadoğu’da da saldırganlık dozunu giderek arttırıyor. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, Yemen’deki Şii Husiler’in Suudi savaş gemisine yönelik intihar saldırısının faturasını İran’a kesti ve İran’ın son füze denemelerini de gündeme getirerek İran’ı resmen uyardıklarını söyledi. İran’dan bu uyarıya yanıt gecikmedi. İran, füze denemelerinin savunma amaçlı yapıldığını, füzelerin nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip olmadığı için anlaşmalara aykırı olmadığını, İran’ın bu tür faaliyetler için kimseden izin almayacağını söyledi. Altı başka Müslüman ülke ile birlikte İran’a da vize yasağının getirilmesinin ardından İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Trump’ın deneyimsiz olduğundan dem vurup, “zamanla öğrenecek ama yaptıklarının bedelini ABD ödeyecek” demişti. Trump ise köpükler saçmaya devam ediyor. Bir gazetecinin “Tahran’a karşı askeri seçeneklerin gündemde olup olmadığı” şeklindeki sorusuna verdiği cevap: “Tüm seçenekler masada!”

ABD’nin Çin’le birlikte hedefinde olan diğer ülke Rusya’ya karşı da emperyalist yığınak devam ediyor. Ocak ayında ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana NATO’nun Avrupa üslerine en büyük sevkiyatı gerçekleştirdi. Diğer yandan ABD dışındaki diğer NATO üyesi ülkeler de Doğu Avrupa’daki askeri varlıklarını güçlendirecek hamleler yapıyorlar.

Üçüncü Dünya Savaşı’nın temel dinamiğinin ABD’nin başını çektiği emperyalist kampın Rusya ve Çin’i kuşatmak, tasfiye etmek ve böylelikle de bu iki büyük ülkenin ulusal piyasasını ve bu ülkelerin nüfuz alanındaki bölgeleri emperyalist sömürünün nesnesi haline getirecek engelleri ortadan kaldırmak olduğunu söylüyoruz. Tüm gelişmeler analizimizi doğruluyor. Trump ve Putin arasındaki yakınlaşma bu genel çerçeve ile çelişmiyor. Bilakis Trump’ın dış politikası Rusya ile Çin’in arasına kama sokarak ABD’nin düşman bellediği kampı bölmeyi amaçlıyor. ABD emperyalizmi bunu ilk defa yapmıyor. Nixon da Çin ile SSCB aleyhinde ittifak kurmak için cesur adımlar atmıştı. Bunda başarılı da oldu. Ama ABD hiçbir zaman Çin’in dostu olmadı. İkinci Dünya Savaşı’nda da Hitler ve Stalin bir saldırmazlık paktı imzalamışlardı. Elbette ki Hitler ne Stalin’in ne de SSCB’nin dostuydu. Stalin’in aymazlığının faturasını milyonlarca Sovyet vatandaşı canlarıyla ödedi.

Üçüncü Dünya Savaşı adeta davul zurnayla geliyorum diyor. Yaklaşan savaşa karşı doğru siyaseti belirlemek ise bir ölüm kalım meselesi. Milliyetçi aymazlığın sefaleti ortada. AKP saflarındaki “Trump gelecek, dertler bitecek” havası hızlı dağıldı. Putin’in manevraları ise anti-emperyalist kamp açısından Rusya’nın gerici iktidarının doğru adres olmadığının kanıtı. Anti-emperyalizmi enternasyonalizmle birleştirecek uluslararası bir devrimci odağın inşası görevi tüm yakıcılığı ile ortada duruyor. Çünkü insanlığın önünde sadece iki seçenek var: ya sürekli devrim ya barbarlık!

Bu yazı Gerçek Gazetesi’nin Şubat 2017 tarihli 88. sayısında yayınlanmıştır.