Son 14 Yılda Türkiye Ekonomisi

2002 yılının sonundan itibaren geçen 14 yıllık dönemde Türkiye ekonomisi AKP’nin tek parti olarak kesintisiz iktidar yönetimiyle biçimlendi. Bu 14 yılın makroekonomik göstergelerle kuşbakışı bir değerlendirmesini yapalım.

Son 14 Yılda Türkiye’nin Borçlarında Olağanüstü Artışlar Ortaya Çıktı

Aşağıda sunduğum ilk tablo Türkiye’nin ele aldığımız 14 yılda borçluluğunun nereden nereye geldiğini gösteriyor. Bu tabloda Hazine borcu, KİT’lerin borçları, belediyelerin banka borçları, özel kesimin ve hanehalkının borçları yer alıyor (bu tabloyu değerli meslektaşım Hakan Özyıldız’dan aldım. Hakan Özyıldız’ın bu tabloyu da içeren analizi, diğer yazılarıyla birlikte kendi bloğunda yer alıyor: http://www.hakanozyildiz.com/2017/02/borcluyum-kederliyim-her-ne-desen-haklsn.html)

Tablonun anlattıkları şunlar: (1) Hazinenin dış borcu 14 yılda 3 kattan fazla artmış. (2) KİT borçları fazla değişim göstermemiş. (3) Belediyelerin bankalara borçları da 10 kattan fazla artmış (bununla birlikte miktar yüksek olmadığı için sorun oluşturmuyor.) (4) Toplam kamu borçlarındaki artış Hazine borçlarındaki hızlı artış nedeniyle yaklaşık 3 kat olmuş. (4) Bankalar haricinde kalan özel kesim kuruluşlarının banka kredi borçları yaklaşık 20 katlık bir artış sergileyerek 1,7 trilyon TL’ye ulaşmış (GSYH’nın yüzde 68’i.) (6) Hanehalkı 2002 yılında neredeyse borçsuz durumdayken 2016’da 440 milyar TL borçlu duruma gelmiş. (7) Türkiye toplam borcu bu 14 yıllık dönemde 8 kattan fazla artarak yaklaşık 3 trilyon TL’ye ulaşmış ve GSYH’nın yüzde 118’ini aşmış.

Son 14 Yılda Özelleştirmeden 60 milyar TL Gelir Elde Edildi

Türkiye, önceki yıllarda çeşitli yasal eksiklikler ve diğer nedenlerle yapamadığı özelleştirme faaliyetlerinin çoğunu son 14 yılda yaptı ve oldukça yüksek miktarlarda özelleştirme geliri elde ederek bu gelirlerle bir yandan bütçesini finanse ederken bir yandan da birçok altyapı projesini yaşama geçirdi.

Aşağıdaki ikinci tablo son 14 yıldaki özelleştirme gelirlerini gösteriyor.

Tablonun anlattıkları şunlar: (1) Hazinenin dış borcu 14 yılda 3 kattan fazla artmış. (2) KİT borçları fazla değişim göstermemiş. (3) Belediyelerin bankalara borçları da 10 kattan fazla artmış (bununla birlikte miktar yüksek olmadığı için sorun oluşturmuyor.) (4) Toplam kamu borçlarındaki artış Hazine borçlarındaki hızlı artış nedeniyle yaklaşık 3 kat olmuş. (4) Bankalar haricinde kalan özel kesim kuruluşlarının banka kredi borçları yaklaşık 20 katlık bir artış sergileyerek 1,7 trilyon TL’ye ulaşmış (GSYH’nın yüzde 68’i.) (6) Hanehalkı 2002 yılında neredeyse borçsuz durumdayken 2016’da 440 milyar TL borçlu duruma gelmiş. (7) Türkiye toplam borcu bu 14 yıllık dönemde 8 kattan fazla artarak yaklaşık 3 trilyon TL’ye ulaşmış ve GSYH’nın yüzde 118’ini aşmış.

Son 14 Yılda Özelleştirmeden 60 milyar TL Gelir Elde Edildi

Türkiye, önceki yıllarda çeşitli yasal eksiklikler ve diğer nedenlerle yapamadığı özelleştirme faaliyetlerinin çoğunu son 14 yılda yaptı ve oldukça yüksek miktarlarda özelleştirme geliri elde ederek bu gelirlerle bir yandan bütçesini finanse ederken bir yandan da birçok altyapı projesini yaşama geçirdi.

Aşağıdaki ikinci tablo son 14 yıldaki özelleştirme gelirlerini gösteriyor.

 

Tabloya göre Türkiye son 14 yılda toplam 60,2 milyar TL tutarında bir özelleştirme faaliyeti geliri elde etmiş bulunuyor.

Son 14 Yılda Sağlanan Ekonomik Gelişme Oldukça İyi

Bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik gelişmeye bir göz atalım. Bu değerlendirmeyi yapmak amacıyla aşağıda sunduğum tablo GSYH, kişi başına gelir, büyüme, enflasyon, işsizlik, bütçe açığı ve cari açık gibi başlıca makroekonomik göstergelerin yılsonu değerlerini karşılaştırmalı olarak veriyor (2016 yılına ilişkin GSYH, kişi başına gelir, büyüme oranı ve işsizlik oranı tahmindir.) (Kaynak: TÜİK ve IMF verileri.)

Tablonun anlattıklarını şöyle özetleyebiliriz: (1) Türkiye bu 14 yılda GSYH’sını 3,6 kat, kişi başına gelirini yaklaşık 3 kat artırmış. (2) Ortalama olarak yüzde 4,8 oranında bir büyüme oranı yakalamış. Ki bu önceki 14 yıla göre 1,4 puan daha yüksek bir ortalamayı gösteriyor. (3) Enflasyonu ortalama yüzde 10,4’de tutmuş, bu da önce 14 yılın yaklaşık 6,5’da birine eşit. (4) İşsizlik oranı ortalaması yüzde 10,7 olmuş. Bu oran, önceki 14 yılın ortalaması olan yüzde 7,6’ya göre yüzde 40 daha yüksek oranda bir işsizliği işaret ediyor. (5) Bütçe dengesini yüzde 3,2 gibi düşük bir orana indirmiş ki bu önceki 14 yılın ortalamasının dörtte birine denk geliyor. (6) Cari açık ortalaması yüzde 5 olmuş. Bu ortalama önceki 14 yılın ortalamasının yaklaşık 10 kat üzerinde gerçekleşmiş.

Sonuç

Türkiye son 14 yılda borç stokunu 366 milyar TL’den 2,953 milyar TL’ye çıkarmış ve bunlara eldeki kamu mallarının satışıyla da 60,2 milyar TL’lik finansman eklemiştir. Bu durumda ortaya çıkan finansman imkânı 2,6 trilyon TL’den fazla bir imkân olmuştur.

Bu yaratılan finansmanın itici gücüyle Türkiye, son 14 yılda önceki 14 yıla göre GSYH’sını ve kişi başına gelirini ciddi biçimde artırmış, büyümede potansiyel büyüme oranını yakalamış, enflasyonu ve bütçe açığını önemli oranda düşürmüş, buna karşılık aynı dönemde işsizlik artışını ve cari açık yükselişini kontrolden kaçırmış görünüyor.

Borçlanmayı bu şekilde artırarak ve eldeki malları satarak bu büyümeyi sürekli kılmak mümkün değildir. Büyümenin hız kesmesi, işsizliğin artması ve enflasyonun yükselişine bakarsak ne özel kesimin ne de hanehalklarının borçlarını artırarak yeni bir şeyler yapma veya alma gücü kalmamış, eldeki malların satışında da sona yaklaşılmış olduğu anlaşılıyor. Bu sonu erteleyebilmek için kurulan varlık fonu eldeki değerli varlıkları teminat göstererek borçlanmaya devam edebilmeyi hedefliyor.

Türkiye, Menderes ve Özal dönemlerinden sonra bu 14 yıllık dönemde de yine borçlanarak ve mevcut varlıkları satıp paraya çevirerek ivme yakalama politikasını denedi. Ne var ki tıpkı öncekilerde olduğu gibi bu kez de bu ivmeye süreklilik kazandıracak olan yapısal reformlara girişemedi. Bugün artık bu politikanın bir kez daha sonuna gelmek üzere olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor.

Yapısal reformları 2005’den bu yana niçin yapmadığımızı, yapısal reform adı altında kendimizi niçin kandırdığımızı, bilimle uğraşmak yerine niçin bilim dışı alanlara yöneldiğimizi sorgulamanın tam zamanı. Bu sorgulamayı yapabilir ve doğru yanıtları bulabilirsek en azından geleceğe dair yeni bir umut yaratabiliriz.