Geziyle baÅŸlayan süreç, “Hayır” kampanyasının örgütlenmesi bize bir ÅŸey öğretmediyse, buradan kendimize düşen dersleri çıkarmadıysak iÅŸimiz bir hayli zor.
Oldukça geniş bir kesim mevcut partilerden hoşnutsuz.
Geleceğin bu partiler tarafından ipotek altına alınmasından rahatsız.
Halk özelikle gençler ve kadınlar bu partiler dışında ve onlara rağmen kendi seçeneğini oluşturmak ve/veya o seçeneğin şekillenmesinden yana açık olarak tavrını sokağa yansıtıyor.
Sokağa yansıyan bu talep, toplumun her kesiminden destek görüyor.
Bu büyük kitlenin içinde Kemalist, muhafazakâr, sağ, sol görüş ayrımlarını aşan bir yakınlaşma ve birlikte hareket etme iradesinin olduğunu görmek sevindirici ve umut verici.
Halk klasik kamplaşmalardan yana değil. Erdoğan’ın ısrarla toplumu çekmeye çalıştığı kamplaşma, çatışma ikliminden uzak durmaya çalıştığını görüyoruz.
Ülkenin her rengine kendi içinde kucak açabilen, birlikte yaşamanın mümkün olduğunu gösteren sokak mevcut politikaların olduğu gibi bu politikalarda ısrarlı siyaseti, siyasetçiyi de ret ediyor.
Bu Türkiye ile sınırlı bir durum değil.
Dünyanın hemen her yerinde yerleşik siyaset yapıcılara tepki çığ gibi büyüyor. Fransa seçimleri de bunu bize gösteriyor. Merkez sağ ve sol partiler birinci turda elenirken, onlar dışında duran seçeneklerin kendi arasındaki yarışa bizi tanık ediyor.
Avrupa’nın bir çok ülkesinde radikal saÄŸ olarak görünür olan hareketleri dahi bu baÄŸlamda deÄŸerlendirmek yanlış olmaz. Hatta biraz daha ileri giderek, radikal Ä°slamcı hareketlerin dahi bu baÄŸlamda ele alınması mümkün.
Mevcut politikalardan rahatsız ve çözüm üretebileceğine inanmayan, sınıf bilincinden yoksun kitlelerin, nerede patlayacağı belli olmayan bir çizgiye sürüklendiğini görüyoruz.
Sınıfın örgütlülüğünün geri düzeyinin yol açtığı bu durum, yığınların savrulması ile sonuçlanıyor…