Kızıldere, Bir katliamın yıl dönümü…

Kızıldere Katliamı, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın 12 Mart darbesinden sonra idam edilmelerini engellemek için, Mahir Çayan ve arkadaşları NATO üssünden kaçırdıkları İngiliz ve Kanadalı teknisyenlerle birlikte Tokat’ın Kızıldere köyüne geldikleri ve burada muhtarın evinde hayatını kaybettikleri olay.

Olaydan katliamdan sadece Ertuğrul Kürkçü kurtulabilmiştir. [1]

Olayların gelişimi
THKO üyeleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan hakkında Ekim 1971’de çıkarılan idam kararının ardından, idamları engellemek isteyen Mahir Çayan ve arkadaşları, idamları önleyecek yasal yolların tıkanması durumunda, NATO dinleme üssünde görevli İngilizlerin rehin alınmasını kararlaştırdı. Kaçırılan İngilizlerin eylem sonrasında Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna’nın bulunduğu Kızıldere köyüne götürülmesine karar verildi.[2]

27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine gelen hizmetlinin durumu polise bildirmesi üzerine, bütün bölgede topçu keşif uçakları ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlayan askeri birlikler aramalarını sürdürürken Kızıldere köyüne ilk giden grubun bağlantılarını kuranların ele geçmesi ve Niksar’daki bağlantı unsurunu açıklaması üzerine bu kişi 29 Mart 1972 günü yakalandı ve çok geçmeden güvenlik güçlerine muhtarın evini değilse de köy civarını tarif etti. Bu arada topçu keşif uçakları kar üzerinde Kızıldere köyüne çıkan yolun başında İngilizlerin aracının tekerlek izlerini tesbit ettiler. Nihayet aynı gün Niksar ilçesi girişinde Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz’ın bıraktıkları araba bulunduğu gibi, İstanbul ya da Ankara’ya gitmek yerine geriye Kızıldere’ye dönmeyi daha güvenlikli bulan Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz dönüş yolu üzerinde çevre köylerden ekmek alırlarken kuşku uyandırdılar. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü dolayını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00’de bilgi edinmek için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların evinde kaldığını bildirdi. [3]

Evin ve köyün sarılması üzerine evde sıkışıp kalan THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmamayı, taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirtildiği biçimde öldürerek sonuna kadar çarpışmayı kararlaştırdılar. Evin giriş ve çıkışlarını hububat ve un çuvalları, dolap, yastık ve yataklarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar. “Teslim ol” çağrılarını reddettiler. Öğleden sonra saat 14.00 sularında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular. Kısa bir süre sonra içlerinden birinin çatıya çıkması ve görüşme yapılması isteğine uyarak çatıya çıkan Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerlerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makinalı tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı. [3]

Kendilerini çatıdaki delikten eve atmayı başarabilen üç kişiden geride kalan Mahir Çayan başından yediği kurşunla öldü. Ardından daha önce alınan karar uyarınca İngilizler öldürüldü. Kerpiçten yapılma evde kendi silahlarının atış menzili dışında kalan güvenlik kuvvetlerinin atışlarına karşı koyamayan, buna karşılık siper aldıkları duvarları delen makinalı tüfek mermileriyle isabet alan devrimcilerden Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı. Bir süre sonra ateş kesilip çağrılar yapıldıysa da kendilerini fiilen kurşuna dizmiş olan güçlerle görüşme yapmayı reddeden devrimciler evin sahanlığında toplandılar. Eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar. Ancak doğrudan değil, uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu isabetle tahrip olan bölümde el bombası taşıyanlardan birinin pimi çekilmiş bombası elinden fırlayınca ötekilerin de ortasında patlayan bomba bir dizi patlamaya yol açtı. Evin arkasından sahanlığa girilen ikinci girişi tutmakta olan Ertuğrul Kürkçü dışındakilerin önemli bir bölümü ölürken Ertuğrul Kürkçü evin bitişiğindeki samanlığa geçerek saklandı. Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve girenler can çekişmekte olan Saffet Alp’i kurşuna dizdiler. Evdekilerin tam sayısını bilmemeleri ve muhtar Emrullah Arslan’ın verdiği sayıyla ölülerin sayısının uyması üzerine hava kararırken cesetleri de alarak köyden ayrıldılar. Ertuğrul Kürkçü saklandığı yerden çıkamadı. [3]

Ertesi gün ölülerini almak üzere gelen yakınlarının teşhisleri sırasında Ertuğrul Kürkçü’nün babasının ölenler arasında oğlunun bulunmadığını söylemesi üzerine yeniden yapılan arama sırasında Ertuğrul Kürkçü de yakalandı. [3]

Olaylardan sonra
Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde “Kızıldere Katliamı” olarak bilinen olay, gerçekleşmesi ve gelişmesi sürecinde Türkiye’de ve Türkiye dışında büyük tepkilere yol açtı. Ancak yapılan bütün yanlış bilgilendirme, saptırma ve spekülasyonlara karşın devletin bu “katliam”ı savunması ve meşrulaştırabilmesi mümkün olmadı. [2]

Ancak, devletin özgül amaçları bakımından “Kızıldere Katliamı” hedeflerine ulaştı. Öncelikle THKP-C’nin önderliğine vurulan ağır darbe, yalnızca bu örgütün değil, sosyalist hareketin 1968’lilerin içinden çıkan önemli bir grup önderinin yokolmasına yol açarken özellikle THKP-C’nin atomize olmasına ve örgütsel olarak dağılmasına neden oldu. Sürekli ve güvenilir bir önderlik yoksunluğu sosyalist hareketin “devrimci” kanadında sonraki on yıl boyunca da esaslı olarak giderilemeyen bir önderlik bunalımına yol açtı. [3]

Operasyonda görev alan devlet görevlileri
Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere katliamında görev alan devlet görevlileri de zamanla tek tek ortaya çıktı. Bazıları anılarında operasyona katıldıklarını anlattı, bazıları tanıkların ifadeleriyle belirlendi. Operasyonun en tepesinde iki önemli isim vardı: MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Vehbi Parlar. Bir komando birliği de Nevşehir’den Kızıldere’ye getirildi. Özel harp eğitimi almış jandarma subay ve astsubayları da sevk edildi. Evi ateşe tutan ekibin başında ise özel harp eğitimli jandarma teğmeni vardı: Mustafa İlerisoy. Hatta ilk ateş eden de İlerisoy’du. Operasyonda MİT yöneticisi Mehmet Eymür, İstanbul Daire Başkan Yardımcısı Albay Yaşar Savaş ve yine teşkilattan Necdet Akın vardı. MİT Ankara Bölge Başkanı Albay Süleyman Yenilmez de oradaydı. Hatta Mustafa İlerisoy, operasyonu yaşının büyük olması ve tecrübesinden dolayı Süleyman Yenilmez’in yönetmesi önerisini getirdi. Ama Süleyman Yenilmez yorgun olması nedeniyle kabul etmedi. Kızıldere katliamındaki ‘başarısı’ nedeniyle Mustafa İlerisoy önce takdirname aldı, ardından da ödüllendirildi. Birkaç ay sonra da üsteğmen yapıldı. Ama bu İlerisoy’un içinde yer aldığı ilk derin devlet operasyonu değildi. İlerisoy, 12 Mart öncesinde de Ankara’daki komando kamplarında ülkücülere eğitim veren subaylardandı. İlerisoy, asteğmen Doktor Necdet Güçlü’nün 13 Nisan 1970 günü öldürülmesinde kullanılan iki silahtan birinin de sahibiydi. İlerisoy’un silah, ‘6815248’ seri numaralı ordu malıydı. Diğer silah ise yine teğmen Fehmi Altınbilek’e aitti. Altınbilek de TİKKO örgütü lideri Ali Haydar Yıldız’ın katlinden, İbrahim Kaypakkaya’nın yakalanıp işkencecilerin eline verilmesinden sorumlu olan kişidir. Altınbilek, daha sonra hem Abdi İpekçi cinayeti hem de 1990’lı yıllardaki Susurluk döneminde yeniden gündeme geldi. Kızıldere katliamının, başındaki Mustafa İlerisoy ise bir daha gündeme gelmedi. [4] Fehmi Altınbilek’i Maoist Komünist Partisi’nin silahlı kolu Halk Kurtuluş Ordusu’nun şehir yapılanması Partizan Halk Güçleri tarafından cezalandırılmıştır.

Yargısız infazın itirafı
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de Ankara’da idam edildi. Kızıldere katliamından geriye bazı soru işaretleri kaldı.

“Yetkililer” olayın çatışma olduğunu iddia ettiler, etmekteler. Ancak yıllar sonra yayınlanan dönemin başbakanı Nihat Erim’in günlüklerine yazdığı: “Akşam saat 18’de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30’da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler” [5]

Kaldı ki, dönemin İçişleri Bakanı Ferit Kubat’ın Meclis’te yaptığı konuşmadaki sözleri de bu ifadeyi doğrulamaktadır:

“Çetin bir mücadele sonunda çelik yelekli ekip, hepsini ölü olarak ele geçirmiştir. Son bir anarşist ‘teslim oldum’ demiş ve o anlık gafletten istifade silahını ateşleme fırsatını bulmuşsa da kurşun, çelik yelekte kalmış, çelik yeleği geçmemiş ve mukabil ateşte de öldürülmüştür.” [5]

Ertuğrul Kürkçü anlatıyor
“Muhtar Emrullah Arslan, evden uzaklaşırken karısını, gelinini ve kızını yanına alıp gitmiş. Bu sırada dışarıdan ‘Alçaklar, çocukların arkasına saklanıyorlar’ diye bir ses duyunca evde kimse olup olmadığını araştırmak aklımıza geldi. Mutfak kısmında ikisi torunu ve biri de erkek çocuğu olan üç küçük çocuk gördük. Kapıyı açıp, üç çocuğu bıraktık. Çatıdan dışarı baktığımızda tamamen sarıldığımızı gördük. Bir süre sonra da, bizden kayıtsız şartsız teslim olmamızı megafonla ihtar ettiler. Buna cevaben ‘İngilizlerin elimizde olduğunu, teslim olmayacağımızı, şartlarımız kabul edilmedikçe çarpışacağımızı ve İngilizlerin de bu arada öleceğini’ bağırarak söyledik. (…) “Saat 10.00 sıralarında marş söylemeye başladık.

Bu marş şöyleydi:

Gün doğdu, hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna
Al kanlara boyandık

İşçi, köylü, gençlik, asker
Devrim için ölürüz
Sinan, Hüseyin, İbrahim
Devrim için öldüler
Ayrıca Karayılan türküsünü de hep birlikte söyledik…” [5]

“İlk ben çıktığım için sabah, daha sonra da Mahir ‘Sen çık şunlarla konuş’ dedi. Ben çıktım, arkadan da Mahir, Cihan, Saffet çıktılar yukarıya… Evin çatısı var, topraktan, kiremit çatı, oradan merdivenle çıkılıyor, tek katlı bir ev. (…) Birlikler mevzilerine girmeye başladılar, makineli tüfek yuvalarının arkasına girmeye başladılar ve bizimle konuşmak isteyen adamlar geri geri gitmeye başladılar. ‘Ne oluyor?’ deyip, biz bir ölçüde geri çekildiğimiz zaman dört bir yanımızdan makineli tüfeklerle eve ateş açıldı. Önceden iki üç arkadaş kendini aşağıya attı. Ben onların arkasından, en arkada Mahir kalmıştı. Baş aşağı düştüm. Merdivenlerden yuvarlandım. Toparlanıp, doğrulmaya çalışırken yukarıdan kanlar boşalıyordu. Tam deliğin ağzına Mahir’in kolu sarkmış, kafası da kısmen sarkmış ve kanlar akıyordu, ben fırladım… Bir iki el bombası attım dışarıya. Makineli tüfek ateşi sürekli devam ediyordu. Fakat bir şey göremiyorsun, zaten. Ayrıca tesir sahası dışına çıkmışlardı. Bir şey kestirmek mümkün değil. Ve Mahir’i indiremedim.” [5]

Kaynak: VikiSosyalizm

Kaynakça
Yukarı git ↑ http://arsiv.marksist.org/tarihte-bugun/10841–30-mart-1972-kizildere-katliami
Yukarı git ↑ http://haber.sol.org.tr/soldakiler/kizildere-katliaminin-uzerinden-42-yil-gecti-haberi-90224
Yukarı git ↑ http://bianet.org/bianet/siyaset/93985-kizildere-katliami
Yukarı git ↑ http://www.belgehaber.com/haber.php?haber_id=4210
Yukarı git ↑ http://www.tkp-online.org/2-makaleler/73-kzldere-katliamnn-sorumlular-aramzda-dolasyor.html