Diyarbakır’da hangimiz Ermeni hikâyeleriyle büyümedik ki? Müslümanlaştırılarak hayatını devam ettiren bir anneanne ya da babaanne hikâyesi hemen herkesin hayatına değmiştir. Ermeni soykırımı denildiğinde ilk akla gelen yerlerden biri de Diyarbakır’dır. Burası merkez üslerinden biri olmakla birlikte pek çok kafilenin geçiş noktası sırasında kıyıma uğradığı bir yer olmuştur. 1915 öncesi yüzde 25-30 arasında bir nüfus var, az değil. Hatta, Evliya Çelebi seyahatnamesinde; “Diyarbakır aynı zamanda bir Ermeni şehridir. Ziyadesiyle Ermeni orada yerleşik bulunduğu için şehrin kültürüne, sanatına, müziğine, yaşam tarzına, ticaretine damga vurduklarından bir Ermeni şehridir” diyor.
Diyarbakır’da nelerin yaşandığı sözlü tarih aktarımlarıyla kitaplara, fotoğraf sergilerine konu olmuştur. Politik kimliğini her zaman koruyan Diyarbakır’da özellikle iki binli yıllardan itibaren bir yüzleşme ve özür çabaları dikkate değerdir. Harabeye dönen Surp Giragos Kilisesi’nin yeniden restore edilerek ibadete açılması, Paskalya bayramının kutlanması ve iki yıl önce Ermeni tehcirinin 100. yılı hasebiyle Selahattin Demirtaş’ın da katıldığı Çeltik Kilisesi’ndeki anma törenlerini izlerken halklar arasındaki barışın sağlanması ve yüzleşmeden söz edildiğine tanık olmuştuk. Oysa ki bu yıl 24 Nisan sessiz sedasız bir biçimde geçip gitti. Yaşanan derin acının yarattığı sessizlik yeniden hâkim olmaya başladı.
Biz hep 1915 ile birlikte başladığını sanıyorduk. Oysa ki bazı yerel tarihi kaynaklar ilk tehcir denemesinin 1893’te Diyarbakır’ın en eski çarşısı olan Çarşıya Şewiti yangınıyla başladığını belirtiyor. Bir cuma namazı çıkışında Müslüman esnafa ait bazı dükkânların gayri-müslimler tarafından yakıldığı söylentisi üzerine çarşıda bulunan Ermeni ve Süryani esnafa ait birçok dükkânın yakıldığı anlatılır. Dükkânların bulunduğu çarşının adı da o yangından beri Yanık Çarşı olarak bilinir. Diyarbakırlı bazı Ermeni ve Süryani aileler bu olaydan sonra şehri terk ederek Amerika’da son bulan uzun bir yolculuğa koyulur. Bu yolculuğun ilk durağı keleklerle (sal) ulaşılan Musul’dur. Musul’dan Halep’e, Halep’ten İskenderun’a, oradan gemilerle Marsilya’ya giden Ermeni ve Süryaniler, Amerika’ya gider.
Colombia Plak adlı şirket, bu ilk diaspora grubuyla Amerika – Osmanlı ses kayıt koleksiyonları yapmaya başlar. Terk etmek zorunda kaldıkları toprakların kültürünün izlerini taşımaya devam ederler.
Bunları nereden mi öğrendik? Araştırmacı-yazar Zeynep Yaş’tan.
İnsan kendi olabilmek, kendi varlığını, kimliğini, rengini koruyabilmek için pek çok bedel ödüyor. Bunu umursamayanlar ise bir süre sonra renkleri solarak, unutulup yok oluyorlar. Kimileri ise bu renklerin solmaması için çaba sarf ediyor. Hem de öyle oturduğu yerden tumturaklı cümleler kurarak değil, bunu dert edip, canla başla çalışarak, uykularından, özel hayatından feragat ederek, yan yana duran ama birbirini tanımayan halklara saygıyla, çocuklarına elle tutulur bir şeyler bırakmak idealiyle yapıyor. Zeynep Yaş bunlardan biri. O kayıp hikâyelerin izini süren, kültürel mirasa sahip çıkan bir kültür emekçisi. Bunu dert edinip kültürlerin peşine düşmüş bir toplayıcı. Yaş; 20 yıldır Kürt müziği ve folklorü üzerine araştırma yaparak birçok esere imza attı. Bugünlerde ise farklı bir heyecan yaşıyor. 1893’de Amerika’ya göç etmiş ilk Osmanlı diasporasının 1909-1929 yılları arasında Kürtçe, Türkçe, Ermenice kayıtlarının yapıldığı seslerin peşinde.
Zeynep Yaş, Osmanlı’nın makam müziklerinin Amerika’daki ilk kayıtlı örneklerine ulaşma yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Süryani tarihiyle ilgili çalışmalar yapan tarihçi Mehmet Şimşek, Diyarbakır Keldanilerini araştırırken Amerika’da yaşamış olan Diyarbakır Süryanilerden Kosrof Malool üzerinde araştırma yaparken, onun aynı zamanda ses sanatçısı olduğunu öğreniyor. Benim müzik incelemelerimden Şimşek, bana Malool’un Amerika’da ses kayıtları olduğunu söyledi. Bu örnekleri bana gönderdikten sonra çalışmalara başladım.”
Bu bilgiden yola çıkan Zeynep Yaş, araştırmalar sonucunda, hem Malool’un başka kayıtlarına hem de farklı sanatçılar tarafından 1909 -1929 yılları arasında yapılmış Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Asurice, Arapça eserlerin olduğu ses kayıtlarına ulaşıyor.
Yaş, bu araştırmalarda 1900’lerin başında İstanbul, Bağdat, Musul, Halep, Kahire, Tahran gibi yerlerde Colombia, Polyphon, Baidaphon, Odeon, Sodwa, His Master’s Voice gibi Amerikan, İngiliz ve Fransız plak şirketleri tarafından ses kayıtlarının yapılmaya başlandığını belirtiyor. Ayrıca plak şirketlerinin bu kentlere gelişleri Mezopotamya müziğinin kayıt altına alma tarihçeleri ve dönemin toplumsal yapısı konusunda fikir verdiğini söylüyor.
Araştırmacı yazar Zeynep Yaş; bu eserlerin, çoğunlukla keman, kanun, piyano ve darbuka gibi enstrümanlar eşliğinde kayıt altına alındığını söylüyor. Yaş’ın araştırmalarına göre bu eserler 1893’lerde Osmanlı topraklarından Amerika’ya giden ilk Ermeni ve Süryani diasporası tarafından kaydedilen müzikler. Kökleri Anadolu ve Mezopotamya olan, Kürtçe, Türkçe ve Ermenice olan 100’den fazla kayıt, şu an Amerika’da bir arşivde bulunuyor.
Sanatçıların hikâyelerine ulaştı
Zeynep Yaş, sanatçı Kosrof Malool ve Diyarbakır’dan giden ilk Ermeni, Süryani diasporasıyla ilgili araştırmalarını sürdürürken taş plaklara yapılan bu ilk kayıtlara dair önemli verilere de ulaşıyor. 1881 yılında Diyarbakır’da doğan ve 1900’lü yılların başında Musul’a giden Kosrof Malool, Diyarbakır’a ait Diyarbekir Küçeleri, Çemê Sînanîkê, Şivanê Kurd gibi okuduğu eserlerin kayıtları için bu çalışmada Zeynep’e yardımcı oluyor. Zeynep Yaş, çeşitli kaynaklarda Süryani bir manav olan ve evde çocuklarıyla Süryanice konuşan Malool’un Türkçe, Kürtçe şarkılar söylerken anadilinde söylemediği bilgisini paylaşıyor. Yaş, “Bu kayıtlarda görmedik ama belki başka ses kayıtları vardır. Bu çalışmayla başka seslerin izini bulmayı umuyorum” diyor.
Şemon Arslan adında bir başka sanatçının da 1916 yılında Kürt Havası ve Diyarbekir Divanı eserini okuduğunu söyleyen yazar, ulaştığı ses kayıtlarında sanatçıları ve okudukları şarkıların bilgisini de paylaşıyor.
Buna göre söz konusu eserler içinde; sanatçı M.G. Parsekiyan’ın “Dugah Kanto” (Diyarbekir Kantosu), “Tombul Memeli Gelin”, “Urfa Kantosu”, sanatçı Dikran Effendi ve Naim Karekin’in “Hicazkâr Şark”, “İki De Keklik” şarkısı; sanatçı Karekin Proodiyan “Dayanılmıyor Doktor”u; Kaspar Janjanian ve K. Geljookiyan’ın “Harput Havası” ve “Eminam” adlı şarkıları; Karekin Proodiyan “Kurd Havası” (Klam), Mary Steele’ın “Darıldın mı Cicim Bana?”yı; Marika Papagika’nın “Armenaki”yi, Garabet Merjaniyan ile Ges Kisheroon şarkıları yer alıyor.
“Aslında 1890’lar sonrasında İstibdat döneminde Abdülhamit zamanında bazı ses kayıtlarının oluşturulduğu biliniyor ama Anadolu’dan Amerika’ya giden bu diaspora grubunun Türkçe, Kürtçe, Ermenice kayıtları Mezopotamya’nın ilk makam kayıtları sayılır.”
1909-1929 yılları arasındaki koleksiyon
İlk koleksiyon kayıtlarının 1909’da yapıldığını söyleyen Yaş, “İkinci koleksiyon 1912 yılında, üçüncüsü ise, 1916’da yapılıyor. 1929’a kadar Mezopotamya’nın tüm dillerinde, 100’den fazla eserin ilk kayıtları, bölgeden giden Ermeni, Süryani, Arap, Rum sanatçılar tarafından plaklara dolduruluyor. Mezopotamya dillerinin ilk sesleri de böylece kayıt altına alınmış oluyor.”
Araştırmacı yazar Zeynep Yaş, daha sonra Ermeni sanatçılardan M.G Parsekiyan’ın 1916 yılında “M.G. PARSEKIAN” adıyla bir plak şirketi kurduğunu, burada daha yoğun bir şekilde Ermenice ve Türkçe müziklerin kayıt altına alınmaya başlandığını belirtiyor.
“Naim Karekin, Karekin Parodian, Udi Faraji, gibi sanatçılarla bir orkestra kurup, bir çok ünlü ses sanatçısıyla; Türkçe, Ermenice, Kürtçenin Kurmanci lehçesinden eserleri kaydediliyor. Bunların dışında Kürtçenin Zazaki lehçesinin makam müziğinin ilk melodi kaydı da yine bu grup tarafından yapılıyor. Zazaki eser Dersim yöresine ait bir ezgi, ama onun dışındakilerin çoğu sözlü, besteli müzikler.”
Kayıp seslerin izini sürüyor
Zeynep Yaş, uzun yıllar Kürtçe müziklerini derleme çalışmaları yaptı. Özellikle kayıp seslerin izinden giderek çok önemli çalışmaları gün yüzüne çıkarıyor. 1803 yılından günümüze kadar olan süreçte Kürt müziğiyle ilgili yapılmış en kapsamlı çalışmalarda birine imza attı. Dengbej Evdalê Zeynikê’den başlayıp Elî Xendan, Kawîs Axa, Elmas Muhamed, Meyrem Han, Nesrîn Şêrwan, Karapetê Xaço, M. Şêxo, Hozan Serhad gibi Kürt müziğinin 110 önemli ses sanatçısının (dengbej) eserleri ve hayatlarını “Şakarên Muzika Kurdî” adlı iki ciltlik eserinde bir araya getirdi. Zeynep Yaş’ın 20 yılını alan bu çalışma, iki yıl önce Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından basılmıştı.
Sesler kayboldukça biz de kayboluyoruz
Zeynep Yaş “Sesler kayboldukça biz de kayboluyoruz” diyor: “Biz devrim yapıyoruz, bir sürü bedel ödüyoruz, bir şeyler yapıyoruz ama o kaybolmanın önüne geçmek için elimizde hiçbir şeyimiz yok. Bunun biraz önüne geçmek, geçmişi diri tutabilmekle ilgili bir şey. Buna inananlardan biriyim, ben yıllardır geçmişle beslenip bugünü anlamaya çalıştım. Bu kadar kötü zamanda bile benim hayat ve moral kaynağım. Bıkmadan usanmadan çalışıyorum. Mesela herkes iş yavaşlatma, bırakma eylemi yaparken bende hiç öyle şeyler olmuyor. ‘Sabah biraz daha erken başlasam yeni bir ses bulabilir miyim’ diyorum. Biz çevremizdeki halkların çoğuyla tanışmıyoruz. Yani nasıl bir bağımız var onu bilmiyoruz. Birkaç kuşak öncesini de bilmiyoruz. Aslında kendimizi de bilmiyoruz.”
Bu topraklarda onlarca halkın yaşayıp yok olduğunu, eskiden çoğunluk olanın nasıl azınlığa düştüğü gibi sorularla hep meşgul olduğunu ifade eden Zeynep Yaş, çalışmalarında onu bu tür soruların motive ettiğini söylüyor:
“Sadece insan mı kayboluyor, yoksa ölünce onlara dair her şey de kayboluyor mu, gibi sorularla müeşgulüm. Gidenlerin geride bıraktıkları kültürün, dilin, kodların genel toplamı olduğumuzu düşünüyorum. Ondan dolayı bu halklardan geriye kalanların izini sürmek, geçmişleriyle bir ezgiyle bile olsa buluşmak beni mutlu ediyor.”
Kendi geçmişinden yola çıktı
Zeynep Yaş, kayıp seslerin izinden gitmenin ve yeni izler keşfetmenin çok önemli olduğuna inanıyor ve kişisel bir deneyiminden sonra geçmişin izini sürmeye devam ettiğini anlatıyor.
“2003’te yaptığım bir incelemede Viranşehir’de Ezidi bir kadının fotoğrafını çekmiştim. Kadın anneme çok benziyordu. Babama göstererek bu kadının akrabamız olma ihtimalini sorunca babam bana annemin Ezidi olduğunu söyledi. Şok olmuştum. Annemin babası yedi yıl bir köyde saklanarak hayatta kalabilmişti. ‘Anne siz Ezidi’ymişsiniz’ dediğimde ‘tövbe haşa’ diye cevaplamıştı. Oysa bizim köyde yüzlerce ve hatta belki binlerce yıldır kökenlerinin ne olduğu sorgulanmadan başka dinlere, başka halklara ait birçok bayram, ritüel kutlanır; hikâye söylenir; onlarca ezgiyle halay tutulur; onlarca yerin ismi başka halkların dillerindendir. Yani geçmişten o kadar koparılmışız ki, kendimize bile yabancılaşmışız. Kayıpların önüne geçemiyoruz. Ben de bu yabancılaşmaya karşı kayıp hikâyelerin, seslerin ve izlerin peşine düştüm. Keşfettiğim her ses beni çok mutlu ediyor.”
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024