Tarih, zaman ve mekan… Bu üçü bir araya geldi mi bir başka anlamı olur artık o yerin. Mekan, tarih ve zamanda bulur kendi anlamlarını. Benliğini orada bulur. Mekan, anlamını insanlarda ve anılarda bulur. Mekanlar, tıpkı insanlar gibi öder demokrasi, adalet ve özgürlük arayışının bedelini… Otoritenin baskısına maruz kalır. Ve meydanlar direnir insanlarla birlikte. Bu yüzden meydanların ve şehirlerin de bir ruhu vardır. Taksim meydanının vazgeçilmezliği bundandır. Her 1 Mayıs’ta hükümet ile işçi ve ezilenler arasındaki irade savaşı bu yüzdendir.
Tarih, zaman ve mekan… Ve zaman öyle bir bilgedir ki, varlığını bile belli etmeden seni sarar, sarmalar. Hani, yanıbaşına oturup sessizce acını paylaşan bir dost gibi… En umutsuz anında, umuda doğru giden kapıya sürükler seni. Her şeyin bittiğini düşündüğünde, yok artık değişmez hiçbir şey dediğinde, o bilge gülümsemesiyle bakar sana köşesinden. Çünkü değişmez dediğin anda bile bir değişimin içindesindir. Zaman, işte o büyük üstat bilir bunu. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Tarih! Insanlığın bütün çağlarını bağrında taşıyan, insanlığın bütün hikayesine tanıklık eden yüce tarih! Yüceliği kutsallığından değil, geçmişin bütün birikimlerini taşıdığındandır. Tarih ki; insan, insan olmazdan öncesini bilir. Bin yıllar öncesini kapsar ve bin yıllar sonrasına yol alır usulca. Bazen yazılır, bazen yazılmaz ama derin bir hazine olarak durur tam önümüzde. O hazineye yolculuk etmek istersen eğer, tarih dehlizleri uzun bir yoldur.
2013 yılında, 30 Mayıs’ı 31 Mayıs’a bağlayan günde, henüz gün ağarmamışken Gezi Parkının üç tarafından atılan gaz bombalarıyla şafağı karşıladı ağaçlar ve insanlar. 31 Mayıs ise çok farklı bir gün olacaktı, ki öyle de oldu. Türkiye halkları kendi tarihini yazdı. Güne gaz bombalı saldırıyla gözünü açan Taksim, gün akşama evrildiğinde bir isyanın ev sahipliğini yapıyordu meydanda. Gaz bulutunun altında Taksim meydanındaki kitle bir deniz gibiydi, denizin dalgaları gibi salınıyordu kitle, gazdan boğuluyordu ama bir adım bile geri atmıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugünlerde iddia ettiği gibi loderle kazılan tüneller yoktu. İnsanların bedenlerinden oluşan etten bir barikattı. Türk halkı, onurunu ve iradesini kuşanıp dikilmişti otoritenin, baskıcı rejimin karşısına. Celali isyanlarından tam dört yüzyıl sonra…
Taksim meydanından yükselen çığlık, tüm İstanbul’u sardı. Ve sonra tüm şehirleri… Ve sonra dünyanın sokaklarında duyuldu sesi… Taksim meydanından yükselen isyanda önce İstanbul kalktı ayağa, ardı geldi sonra… Ankara’dan Mersin’e, İzmir’den Adana’ya birçok kent ayağa kalktı. İsyan vaktiydi artık. Ve herkes kendi isyanını alıp gelmişti meydanlara. Toplumun her kesiminden insan hatta normal koşullarda asla bir araya gelemeyecek siyasi görüşler artık aynı meydanda kendine ait isyanını haykıracaktı.
Loderle kazılan tünel yoktu. Kitlenin bedeninden başka savunma aracı yoktu. Barışçıl protestolardan oluşuyordu Gezi direnişi. Lakin buna rağmen iktidarın, o günlerde AKP- Fetullah Gülen cemaatinin koalisyonu, kitleye tüm şiddetiyle saldırmıştı. Gezi, siyasal islam rejiminin, Cumhuriyet ve laiklik ile hesaplaşmasının rövanşıydı aynı zamanda. Topçu Kışlası’nın o günlerde gündem olmasının, Erdoğan’ın ısrarının anlamı bu nedenleydi.
Halkın demokrasi, adalet, hukuk sistemi talebini anlamamak için ısrar edildiği gibi onlarca iftira ve yalanla Gezi’yi yargılamaya çalışanlar, aslında halkı yargılıyor. Lakin Gezi, balçıkla sıvanamayacak kadar Türkiye’nin aydınlık geleceğidir. Bir düş değildi Gezi, insanın insana, insanın doğaya dokunuşuydu. Gezi’de filizlenen demokrasi kültürü, farklılıkların birlikte yaşama isteği, tekçiliğe karşı çoğulcu kültürün köklerini saldı. Kırılan dallarımıza rağmen, köklerimize tutunarak yarınlara yol alacağız.
AKP iktidarının, Osman Kavala’ya verdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, siyasal islam rejiminin intikamıdır. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Emekçi ve Tayfun Kahraman’a verilen 18’er yıl hapis cezası, dindar ve kindar rejimin Gezi ile hesaplaşmasıdır. Nitekim, Erdoğan’ın bugünlerde Gezi sürecindeki konuşmalarının aynısını yinelemesi pek manidar… Erdoğan’ın, “Dolmabahçe’de elinde biralı müptezeller” dediği olaylarda, yaralılar Camiye sığınmıştı. Dolmabahçe’de yaşananların tanığı İmam (Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camisi müezzini Fuat Yıldırım; “camide içki içen görmedim, ben din adamıyım yalan söyleyemem” demişti) vicdanının sesini dinleyerek doğruları açıkladığı için başına gelmeyen kalmadı.
Gezi’ye müebbet ceza verilse de, inatla ve ısrarla savunacağız Gezi’yi. Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Abdo Can, Ethem Sarısülük, Berkin Elvan, Mehmet Ayvalıtaş… Gezi’nin güzel gülüşlü çocukları, umudunu kesme yurdundan diyor usulca… Gezi halktır, halkın ta kendisidir. Halkın onuru, cesareti ve iradesidir.
Bunca acı boşuna çekilmedi. Tarih payını verir elbet… Gezi’ye sahip çıkmak haysiyetimize sahip çıkmaktır.
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024