Fransa’da burkini meselesi

Fransa’da başkanlık seçimlerinin hemen ardından burkini tartışması gündeme oturdu. Seçimlerde Fransa solu taktiksel hataları nedeniyle ikinci tura kalmayı kıl payı kaçırırken; seçim, aşırı sağcı Marine Le Pen ile ultra-liberal Emmanuel Macron arasındaki tercihe sıkıştı. Emmanuel Macron tekrar cumhurbaşkanı seçilirken aşırı sağın ciddi oranda oy artışı gerçekleşti. Fransa’da aşırı sağın bu yükselişi pek normal değil. Çünkü fransız halkı aşırı sağa pek meyilli değildir. “Demokrasinin beşiği” olarak nitelendirilen Fransa, fransız halkının verdiği büyük mücadele süreçleriyle demokrasi kültürünü elde etmiş ve bu kültürün yaşamın her alanına oturmasını sağlamıştır. Evrensel değerleri benimsemiş, mücadeleci ve entelektüel kapasitesi yüksek olan fransız halkının arasında aşırı sağın propagandası ve politikalarının prim yapmasının nedenleri başlı başına analiz yapılması gereken bir konu.

Gelelim Fransa gündemine hararetli tartışmalarla oturan burkini meselesine. Fransa’nın Rhone-Alpes bölgesindeki Grenoble belediyesi 16 mayısta tartışmalı bir karara imza attı. Oy çoğunluğuyla belediye havuzunda kadınlara burkini ile yüzme serbestisi getirildi. Fransa’da belediye havuzları karma yani kadınlar ve erkekler aynı havuzda yüzer, ayrı bölümler yoktur. Ayrıca havuzlar için bir kıyafet genelgesi vardır; kadınlar mayo veya bikiniyle, erkekler mayo veya şortla yüzebilir ve de hijyen için başlarına bone takmaları gerekir.

Grenoble Belediyesi’nin bu kararından sonra kamuoyunda haklı olarak tepkiler yükselirken, tartışmalar devam ediyor. Bu arada Grenoble belediye başkanı yeşillerden (EELV, Europe Ecologie- Les Verts). Tabi bu durum zaten var olan islamogoşizm tartışmasını alevlendiriyor.

Fransa, Avrupa ülkeleri içinde en fazla müslüman nüfusa sahip bir ülke. Bu nüfus çoğunlukla göçmen ya da mülteci olarak gelen, Fransa’da yeni bir yaşam kuran ailelerden oluşuyor. Bu ailelerin çocukları yeni jenerasyonlar olarak yetişiyor, fransız eğitim sisteminden geçiyor. Haliyle genç kuşaklar kendini daha çok Fransa’ya ait hissediyor. Lakin diğer yandan, aile içindeki farklı kültürel yaşam tarzları, genç nesil ile yaşlı nesil arasında kültürel çatışmalara yol açabiliyor. Bu kültürel çatışma bazen fransız toplumuyla da yaşanabiliyor. İki farklı kültür, iki farklı yaşam tarzı arasına sıkışan gençler bazen de fanatik savrulmalara yelken açabiliyor. Özellikle gettolaşma, getto kültürü, kendi ekosistemini oluşturuyor. Gettolaşmanın sonuçları, çeteleşmeye, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık çetelerinin ağına ya da radikal dinci, cihadist grupların ağına doğru yol alabiliyor.

Getto kültürünün ekosisteminde başka bir denklemde dönüyor yaşam. Bu denklemde, eleştiri, öfke doğru yöne kanalize edilemediğinden, adeta pimi çekilmiş el bombası gibi yaşamın orta yerinde duruyor. Bu alanlar, politik islamın, radikal cihadist grupların örgütlenme zeminini oluşturuyor. Politik islam bu damardan besleniyor. Aslında kapitalist sistemin çelişkilerini yaşayan gençler, bunu idrak etmeye fırsat bulamadan kendilerini silahlı cihadist örgütlerin içinde bulabiliyorlar.

Sol, sosyalist, demokratik hareket ve partiler bu bölgelerde etkili ve aktif olarak yer alıp örgütlenebilseler, entegrasyon, kaynaşma ya da toplumsal uzlaşma daha kolay sağlanabilir. Elbette Fransa sol parti ve sendikaları bunu yapmaya çalışıyor. Lakin tam da burada araya giren bir başka denklemin ağı işi karmaşık hale getiriyor. Hatta bazen sapla saman birbirine karışabiliyor. Çünkü politik islamın takkiye taktiği sadece Türkiye’de değil burada da kullanışlı bir yöntem. Politik islamın çeşitli yapılarının ağları kendilerini sol hareketlere eklemleyerek siyasete dahil olabiliyorlar.

Daha rahat anlaşılması için şöyle bir örnek vereyim, mesela fetullahçıların sol parti ve sendikalardaki ağları gibi düşünün, hatta radikal sol yapılarda bile bu ağların varlığından bahsediliyor. Birçok cemaat ve tarikatın ya da istihbarat servislerinin böyle ağları mevcut. Kabul edelim ki, politik islami yapılar bu formülasyonu gayet etkili olarak kullanıyorlar.

Tüm bunların Fransa’daki burkini meselesiyle ne alakası var diyebilirsiniz. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Fransız laiklerin, sol hareketleri eleştirerek, uyarmaları bu yüzden. Tabi bu eleştirilerde kantarın topuzunu kaçırmamak gerekir. Müslüman halklara karşı gelişecek önyargılar farklı bir ayrışmaya ve sorunlara yol açabilir. Toplumsal sorunlara sınıfsal ve realist bir bakış açısıyla yaklaşılmadığı zaman fikirler farklı uçlara savrulabiliyor. Avrupa genelinde aşırı sağın yükselişi buna en iyi örnek. Savaşlardan ve ekonomik nedenlerden dolayı göçlerin artması, kitlesel göçlerin yaşanması birçok tartışmayı ve sorunu beraberinde getiriyor.

Burkini meselesi kadın hakları açısından ise tam bir paradoks. Burkini ile müslüman kadınların havuza girme hakkı kazanmasını kadınlar için özgürlükçü bir karar olarak tanımlayabilir miyiz? Kadınların büyük mücadele süreçlerinde, bedeller ödeyerek elde ettiği haklar bu kadar kolay istismar edilebilir mi? Devletlerin kadın vücudu üzerine tahakkümünü ve politikalarını eleştirmek ile bu durum farklı. Afganistan’da kadınlar canı pahasına burkaya karşı mücadele verirken, Fransa’da burkiniye özgürlük istemek büyük bir paradoks değil mi?

Bir de hijyen meselesi var. Burkini talebinin havuzdaki hijyen açısından önemli olduğu propagandası yapılıyor. Hangi hijyen? Siyasal islamın bu manipülasyonlarına karşı Türkiye siyasetinden şerbetli olduğumuz için daha kolay ayırt edebiliriz.

Gene burkini kararını Rosa Parks ile kıyaslamak abesle iştigal. Irkçılığa karşı mücadele etmek ile kadınların bedeller ödeyerek elde ettiği hakların istismar edilmesi arasında dağlar kadar fark var.
Irkçılığa ve aşırı sağın politikalarına karşı mücadele, sınıfsal bir bakış açısıyla ele alındığında doğru hedefe varır. Aksi durumda dinsel, mezhepsel bir girdapta boğulur gider.

Fransa solunun siyaset yaparken siyasal islamın sol hareketlerle ilişkileri üzerine farklı ülkelerdeki deneyimlerden yararlanması ve unutmaması gerekir.