“Olur ya, olmaz deme
karşılarız seninle
bir duvar önünde
ellerimiz ardımıza bağlı
bağlatmamışız gözlerimizi
mermiler deşer bedenimizi
olur ya, olmaz deme
karşılaşırız seninle”
(Bekir Kilerci)
5 Temmuz 2000 yılında, “başarılı operasyon” sonrası, kir pas içindeki yeraltı hücrelerine atılmıştık. Bu başarılı operasyon sırasında Veli Saçılık’ın kolu kepçeyle koparılmıştı. 5 Temmuz gecesi işkence düşmüştü payımıza. 5 Temmuz günü zaman suskun, zaman mağrur, zaman çığlık çığlığa… Yaralarımız kanarken, zaman usulca 6 Temmuz’a evriliyordu..
Burdur hapishanesinin yeraltı hücrelerinden sürgün olarak başka cezaevlerine götüreceklerdi bizi. Ellerimiz arkadan kelepçeliydi. Vedalaşırken birbirimizi alınlarımızdan öptük. Ve bu şiiri fısıldadık usulca; “olur ya, olmaz deme karşılaşırız seninle.” Yaralıydık lakin muzipti gülüşlerimiz, baş eğmez bir direngenlikteydi…
Ölüm hükmünü yitirdiği zaman, dansa da durulur onunla… Böyle zamanlardı yaşadığımız… Fırtınaların koynunda ayakta dimdik duruyordu yaralı bedenlerimiz. Blanqui’ nin sözleri kulağımıza küpe gibiydi: “Ölüm korkusunu aşmak, hayvanlıktan çıkıp insan olmak anlamına gelir. Korkuyu yenmek, delinmez bir zırha sahip olmakla eşdeğerdir.”
Devletin derinliklerinden esen bir koyu karanlık fırtına düşmüştü payımıza… Bu zifiri karanlıkta ölümle dansa durmuştuk adeta… Ölümü sevdiğimizden yahut kutsadığımızdan dolayı değil, başı dik yaşamak için. Yaşamak istiyorduk, hem de delicesine… Güçlü olmak zorundaydık, bu yüzden sımsıkı sarıldık irademize. Bazen sorarlar bana; “nasıl dayandınız bunca işkenceye, acıya?” Güçlü olmaktan başka şansım yoktu derim ben de cevap olarak. Çünkü bazen güçlü olmaktan başka şansınız yoktur.
5 Temmuz 2000 Burdur Hapishanesi “Başarılı Bir Operasyon”, 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş Operasyonu”… Cezaevinde, bedeninden başka savunma aracı olmayan siyasi tutukluların üzerine balyoz gibi çöken devlet şiddeti… “Yüce devletumüzün” dizginsiz şiddeti ve bu şiddete karşı gelişen haklı bir direniştir tarihe kayıt olan.
Zor zamanlardı… Yangınların koynundaydık… Zulüm ile çevrilmişti dört yanımız… Lakin, büyük acıların yanı başında büyük mutluluklar da yaşanıyordu… İnsana dair ne varsa… Yangınların koynunda, fırtınaların sert yellerinde birbirimize tutunmuştuk… Öyle bir tutunmuştuk ki birbirimize… Bunu tarif edecek bir cümle bile yok. Öyle bir anlam ki bu, hiçbir kelimeye sığmayacak kadar büyük… Bazen, bazı anlar vardır sadece yaşanır, tarif edilemez. Hani gözlerle konuşmak gibi…
“Olur ya, olmaz deme karşılaşırız seninle.” Ve yirmi yıl sonra yine bulduk birbirimizi… Burdur hapishanesinde başlayan dostluğumuzdan bugüne… Yıllar sonra… Tabi yüz yüze değil. Teknoloji sağolsun. Sibel, Feryal, Aynur ve ben whatsapp üzerinden görüştük. Saatler nasıl akıp geçti anlamadık… Nehirlerin, denizlerle buluşması gibi… Kelimeler, cümleler nasıl birbiri ardına kuruldu. Hani ağızdan çıkan bir cümleyi, bir diğerinin yere düşmeden yakalayıp devamı olan cümleyi kurması gibi…Yıllar tüm acımasızlığıyla geçmiş üzerimizden, ne gam… Yüreğimize katık etmişiz acıları… Fırtınaların eksik olmadığı hayatımızda biz de bir rüzgar gibi geçtik bu hayatın içinden… Hani martının dalgalı denizde kanat çırpması gibi… Martı sevdiği denizden vazgeçer mi hiç… Varsın hırçın dalgalar yıpratsın martının kanatlarını, ne gam…
Yirmi yıl geçmiş… Yıllar geçmiş, yollar geçmiş… Bazı dostluklar vardır, bir gülüşte kapanır zamanın ve mekanın mesafeleri… Yirmi yıl geçmiş, ne gam… Ben, Paris’in dehlizlerine sürgün gelmişim, ne gam… Paris, sürgün şehridir biraz.. Paris’in ışıklı sokaklarının ardında derin bir keder vardır.. Bir şehiri anlamlı yapan, anılardır… Bir şehirin kaldırımlarına, gülüşünü, kederini, isyanını, hüznünü, gözyaşını, kazımışsan eğer, o şehir senin yurdundur artık… Sürgün yaşamı da mahpus yaşamı kadar zor zanaattır. Lakin yeter ki yüreğinin ışığını kaybetmeyesin. Mahpusta da sürgünde de göğün berrak mavisine ve yıldızlara bakmayı unutmayacaksın.. Bir de kederin ağırlığı basmışsa yüreğine, inadına ağız dolusu bir gülüş fırlatacaksın yaşama… Bu yaşam bizim, bu dünya bizim!
Yirmi yıl geçmiş, ne gam… Ne yaralar almışız, ne gam… Hayat öğretir insana, yaralarının sızısıyla yaşamayı… Yeter ki, kaybetmeyelim umudumuzu… Yeter ki, hayallerimiz olsun, yaşama dair…
- Avrupa’da Bir Heyula Dolaşıyor - 26 Şubat 2025
- Karanlığın Gölgesinde Kadınlar - 12 Ocak 2025
- Okyanusta Bir Damla - 3 Ocak 2025