LOUIS LINGG (1864–1887)
Evet, Freud’un tanımladığı gibi sanatçılık nevrotik durumla ilişkilendirilebilinir ve nevrozlar sanatçı kişide intihar arzusunu tetikleyebilir; ancak, mutlaka ‘deli’ ya da ‘sanatçı’ olmaları gerekmiyor, intihar edenlerin.
İdamından bir gece önce, hücresine gizlice soktuğu dinamit lokumlarını ağzında patlatarak intihar eden anarşist Louis Lingg’in herhangi bir mental hastalığı yoktu örneğin…
Deli değildir. Tam aksine; aklı son derece başındadır ve haksızlıklarla mücadele edecek kadar da bilinçlidir.
1864 yılında, Almanya’da doğmuş olduğu bilinir.
Temizlik işçisi bir annenin ve kereste fabrikasında gündelik işçi olarak çalışan bir babanın oğluymuş. Geçirdiği iş kazası sebebiyle gözleri görmez hale geldiğinde, işten atılmış zavallı adam. Kısa süre içinde de üzüntüden hastalanarak hayatını kaybetmiş. Babasının ölümünden sonra, annesine ve kızkardeşine bakabilmek için marangoz çıraklığına başlamış Louis Lingg. Henüz onüç yaşındayken şehir şehir dolaşıp, seyyar marangozluk işleri yaparak ailesini geçindiren, çevreye oldukça duyarlı bir delikanlıymış.
Seyahatlerinde tanıştığı sosyalist fikirleri benimsemiş önce ve İşçi Eğitim Derneği’ne kaydolmuş. Askerlik yaşı geldiğinde ise askere gitmeyi kabul etmemiş.
Askerliği, örgütlü bir cinayet şebekesi olarak algılamış ve bu cinayetlerin bir parçası olmayı reddetmiştir. Bu sebeple, Almanya’dan gizlice kaçarak İsviçre’de yaşamaya başlar. Fakat Almanlar, resmen iadesini talep ederler Lingg’in.
Avrupa’da daha fazla barınamayacağını anlar ve Amerika’ya göç etmek zorunda kalır. Chicago’daki ‘Uluslararası İnşaat Doğramacıları Sendikası’na üye olur. Zekâsı ve kararlılığıyla dikkat çekmektedir. Kısa sürede sendikanın bölge liderliğine ve hemen ardından da ‘Sendikalar Merkez Birliği Temsilciliği’ne seçilir.
Aynı zamanda, Chicago anarşistlerinin yayın organı olan ‘Anarchist’ dergisinde editörlük yapmaya başlar.
Bu süreçte anarşizm kavramıyla daha yakından tanışır ve anarşizmi tamamen benimser.
Chicago’da tanınmış bir isim olmuştur artık, düşünceleri topluluklar tarafından beğenilmektedir. Dergi aracılığıyla fikirlerini daha geniş kitlelere yayabilme olanağı bulmuştur. Emekçi haklarını savunmuş, sendikal faaliyetlerde rol almış, protesto eylemlerine ve grevlere katılmış, ‘Anarchist’ dergisinde editörlük yapmıştır. Fakir bir işçinin ailesinin çocuğudur, elverişli şartlarda doğup büyümemiştir belki ama sürekli okuyup öğrenip, geliştirmiştir kendisini.
Haksızlıklarla çocuk denecek yaşta tanışmıştır ve vaktinden önce olgunlaşarak, kısacık ömrünü haksızlıklarla mücadeleye adamıştır.
İşçi sınıfı önderi August Spies’ın genel yayın yönetmeni olduğu yine anarşist eğilimli ‘Arbeiter-Zeitung’ (İşçi Gazetesi), Şikago’daki eylemlerin sözcüsü ve yayın organı kabul edilmektedir. Çevresi genellikle Alman kökenli göçmenlerden, Alman kökenli sosyalist ve anarşist işçilerden oluştuğu için derginin adı da Almanca’dır. Şikago eylemleri sırasında İngilizce olarak basılan grev ekleri de dağıtılmakla birlikte, dergi Almanca basılmaktadır.
İşçiler, haklarını savunan August Spies’ın gazetesine abone olur ve hatta gazeteleri elden ele dağıtmaya başlarlar. Buna parelel olarak August Spies ve başlattığı sendikal hareket her geçen gün hem devlet, hem de işverenler tarafından güçlü düşmanlar edinmektedir.
İş bırakma eylemlerine katılan işçiler her akşam Haymarket meydanında toplanıp, eylemleri değerlendirirler. Haymarket meydanında yapılan bu toplantılar, bir anlamda demokratik forum niteliği taşımaktadır. Buna, August Spies’in baş konuşmacı olduğu ilk akşam yaptıkları toplantıda karar vermişlerdir. Haymarket meydanı, işçi ve emekçilerin toplanma yeridir artık.
4 Mayıs gecesi konuşmaları dinlemek içn toplanan kalabalığın ortasında, polislerin yoğun olarak bulunduğu tarafta aniden bir patlama olur.
Patlamanın, tam da konuşmacının; “Biz barışçıl insanlarız…” diyerek söze başladığı anda olduğunu yazıyor politik kaynaklar.
Aslında patronlara karşı gerçekleştirilen ilk örgütlü yürüyüşün; 21 Nisan 1856 tarihinde, Avustralya’nın ‘Melbourne’ kentinde yapıldığı biliniyor.
Tarihte ilk kez binlerce işçi, otoriteye ve işçi köleliğine karşı gelir ve öğrencilerin de desteğini alarak; Parlamento binasına yürürler. Bu büyük dayanışma ve dayanışmanın gücü, Amerika ve Avrupa’daki işçiler arasında derin bir heyecan uyandırmıştır.
Yıllardır süren işçi köleliğine isyan eder ve daha insani şartlar talep ederler.
Bu bilinçle, Amerika’da ilk kez 1 Mayıs 1886 tarihinde iki büyük gösteri düzenlenir. Bunlardan ilki Kentucky‘de yapılmaktadır ve altı bin işçinin katılımıyla gerçekleşir.
O tarihe kadar ‘Siyah’ insanlara kapalı olan Kentucky parkları, yürüyüşün Ulusal parkta son bulmasıyla birlikte yasak olmaktan çıkartılır.
Yürüyüşlerde Siyah ve Beyaz insanlar yan yana, omuz omuzadır. Çünkü ezilmenin, sömürülmenin renginin ve cinsiyetinin olmadığının fazlasıyla farkındadırlar ve bu gerçeği vurgulamak isterler. O gün hepsi tek ses, tek vücut olmuştur. Her ırktan, her miletten kadını, erkeği, yaşlısı, genciyle binlerce işçinin haklarını savunuyor olmaları; otoriteye karşı ilk kez örgütlü bir başkaldırıyla karşılaşan patronları ürkütmüş ve köşeye sıkıştırmıştır.
Patronlar ve devlet için tehdit oluşturan Kentucky yürüyüşüne eşdeğer ikinci eylem de Chicago’da yapılmaktadır.
İşçiler 1 Mayıs’ta yapılan olaylı mitingin ardından, geri adım atmamışlardır. Kol gücüne dayalı işlerde çalışan tüm emekçiler birlikte hareket etme kararı alarak, 3 Mayıs günü tekrar protesto eylemine girişirler. On binlerce kişiyle başlayan yürüyüş, birkaç saat içinde yüzbinlere ulaşır. Topluca McCormick fabrikasının önüne gelirler. Patronların direttiği insanlıkdışı şartlara isyan ederek; “Sekiz saat çalışmak ve insanca yaşamak!” diye slogan atarlar.
Sanayi devi McCormick bu isyankâr çıkışa öfkelenerek, gösteriye katılan tüm işçileri işten atar ve polise baskı yaparak onları acil göreve çağırır.
McCormick’in baskısıyla polisler, grev kırıcılar ve keskin nişancılar fabrikaya girerler… Miting sona ermiş, işçiler dağılmak üzeredirler. Fakat McCormick’in fabrika düdüğünü çalmasıyla, grev kırıcılar harekete geçerler. Ve fabrikanın önünde bekleşen, slogan atan işçilere içeriden ateş açılması sonucunda dört işçi hayatını kaybeder, onlarcası yaralanır.
Dört arkadaşlarının öldürüldüğünü öğrenen işçiler 4 Mayıs günü ‘Haymarket meydanı’nda tekrar bir araya gelerek, durum değerlendirmesi yapmak ve ölen arkadaşlarını anmak isterler. Anma isteklerine karşın, işçiler kentteki hiçbir üretim yerinde taleplerinden vazgeçmez ve geri adım atmazlar.
Verdikleri kayıplara rağmen barışçıl konuşmalar yaparlar. Oniki saatlik iş süresinin sekiz saate indirilmesini ve ücretlerinin yeniden düzenlenmesini talep ederler. Ve taleplerini elde edinceye kadar eyleme devam etme kararlılığında olduklarını söylerler. Ancak gücünü sömürü sisteminden alan patronların kirli oyunlarıyla karşılaşırlar. Konuşmalar sırasında nereden geldiği belli olmayan bir bomba atılır kürsüye.
Polislerin de yoğun olarak kümelendiği bölgede patlayan bomba, altı’sı polis, oniki kişinin ölümüne ve altmışdokuz polisin yaralanmasına yol açar. Bunun üzerine sözümona karşılık olarak, polis tarafından kalabalığa rastgele ateş açılır. Sayısı bugün bile belli olmayan pek çok işçi öldürülür.
Oysaki bu olay apaçık bir provakasyondur!
Ertesi gün ciddi biçimde başlatılan anarşist avıyla; başta işçi önderi August Spies ve Louis Lingg olmak üzere, tüm anarşist işçi önderleri tutuklanıp idam cezası alırlar. Tutuklanan işçilerden sekizi, idamla yargılanmak istemiyle patron McCormick tarafından bizzat seçilir.
Polislere göre; bombayı kendilerini imha etmek isteyen anarşistler atmıştır.
Ancak bugün bile bombayı atanların anarşistler olduğu ispatlanamamış, en ufak bir delil sunulamamış olmasına rağmen, mahkeme heyeti cezayı onaylar.
Bu idamların önyargıya dayalı cinayetler olduğu açıkça ortadadır. Toplanan bütün deliller aslında sanıkların suçsuz olduğunu gösterdiğinden, bu delillerle yargılama yapılamayacağı düşünenler de vardır.
Fakat (güya) bomba atmak suretiyle insanların ölümüne sebebiyet verdikleri için tutuklanan sekiz kişinin hepsinin de dergi ya da gazete çevrelerinden olmaları ve grev organize etmeleri, onları peşinen suçlu göstermeye yetip de artmaktadır.
Üzerine atılan suç hiçbir zaman kanıtlanmamış olsa da; çıkarttıkları dergiyi kışkırtıcı bularak tutuklamışlardır Louis Lingg’i.
Anarşizm propagandası yapmak bile idam için yeterliyken; içşilerin toplanma yeri olarak bilinen ‘Haymarket’ meydanında patlayan ve oniki kişinin ölümüne yol açan faili meçhul bombadan da sorumlu tutulması şaşırtıcı değildir aslında.
Çünkü Lingg, insanlara; diktatörlere boyun eğmemelerini öğretmektedir. İşçi sınıfına, diktatörlerin egemenliğini tanımamaları, haklarını savunmaları gerektiği fikrini aşılamıştır.
Hakkında idam kararı veren mahkeme heyetine dönerek, tarihe geçen o ünlü cümleyi sarfeder;
“Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayalı yetkinizi tanımıyorum, bu yüzden asın beni!”
August Spies öncülüğünde başarılı dayanışma kampanyaları tertiplenmiş, eğitimsiz işçilerin büyük oranda bilinçlenmesi sağlanmıştır ayrıca.
Bu gibi girişimler, kanunlar nazarında idam edilmek için başlı başına birer sebeptir ve Spies de idam cezası alır.
İdam cezasını onaylayan mahkeme başkanı Joseph Gary, tutukluların bombayı attıkları kanıtlanmasa bile; bombayı atan kişilerin her kim olularsa olsunlar, çıkarttıkları dergi ve gezetede dile getirdikleri düşüncelerden etkilendikleri tezini savunarak; “Bombayı bu kişiler atmamış olsa bile, bomba atmış gibi cezalandırılmalılardır.” demiştir.
11 Kasım 1887 tarihinde August Spies, Albet Parsons, George Engel ve Adolf Fischer asılarak idam edilir.
Diğer tutuklu anarşistlerden Michael Schwab, Samuel Fielden ve Oscar Neebe serbest bırakılır.
Louis Lingg ise; idamdan bir gün önce 10 Kasım gecesi (hücresine ziyaretçisi aracılığıyla soktuğu tahmin edilen) dinamit lokumunu ağzında patlatarak intihar eder. İntiharı bir başkaldırı biçimidir ve katillerine infaz zevkini tattırmamıştır.
Kafatasının parçalandığını ve tarifsiz acılar içinde, saatlerce can çekişerek öldüğünü biliyoruz.
Louis Lingg’in intiharı, politik kimliğinin önemi kadar, tarihte tekrarına rastlanmayan bir intihar biçimi olarak da hala önemini korumaktadır.
Lingg’in intiharı ve diğer anarşistlerin idamı, özellikle Avrupa’da büyük yankı bulur.
Her zaman olduğu gibi, emekçiye yine emekçiler sahip çıkar. Fransa’daki işçiler, Şikago’lu işçilerin ayaklanmasını, Haymarket katliamında ölenleri ve idam edilen anarşist işçileri onurlandırmak amacıyla ‘1 Mayıs’ tarihini evrensel bir gün haline getirirler.
1889 yılında toplanan ‘İkinci Enternasyonal’de Fransız işçi temsilcisinin önerisiyle, 1 Mayıs gününün tüm dünyada birlik, dayanışma ve mücadele günü olmasına karar verilir.
1887 Haymarket katliamının ardından, devrimciler ve işçi sınıfı her yıl 1 Mayıs gününü ‘Dünya İşçi Bayramı’ olarak kabul edip kutlamak isterler. Komünist ve sosyalistler 1 Mayıs gününü sadece proleter sınıf üzerinden değerlendirerek, sadece kendilerine mal etmeye çalışsalar da; 1 Mayıs’lar, anarşistlerin ideallerinin gelenekselleştirilmesiyle, tüm dünya emekçilerine armağan edilmiştir.
Bu sebeple, anarşistler için 1 Mayıs günü bir bayram değil; ‘dayanışma, matem ve anma’ günüdür.
Çocukluğuna dair anılarında; “Babam öldüğünde onüç yaşındaydım, kız kardeşim yedi yaşındaydı. Egemen toplumsal sınıfın haksızlıklarına, insanın insan tarafından sömürülmesine dair ilk izlenimimi o zaman edinmiştim…” diye yazmış, Louis Lingg. “Haksızlığın ne olduğunu, onüç yaşında öğrendim.”
Hayatına son vermeyi düşünmek, eminim ki aklına gelebilecek en son şeydi.
Lingg sistemle savaşmayı tercih etmiş, zaten bu sebeple de anarşizmi benimsemiştir. İntihar etmeyi düşünmesi mantıken olanaksızdı. Onun intiharı, hayatına son verecek olan ipi çekecek sisteme teslim olmamak anlamını taşıyordu. Düzene karşı durmuş; bir anarşist olarak yaşamış ve içinde bulunduğu koşullarda gerçek bir anarşiste yakışır biçimde ölmüştür.
İntihar ederek ölen Louis Lingg’in hiçbir bir mental rahatsızlığı olmadığını biliyoruz.
Louis Lingg kesinlikle bir deli değildir.
Sadece daha insani şartlarda çalışmak isteyen işçilerin grev haklarını savunmuş olan onurlu ve radikal bir anarşisttir.
Lingg intiharı, tipik bir ‘Encil İntihar’ örneğidir.
Encil intiharlarda, hayat kişi için anlamını asla yitirmez.
Aksine; kişi, kendi hayatından çok daha değerli bulduğu bir amaç uğruna feda eder hayatını.
Louis Lingg’in intiharının bir çeşit delilik sonucu değil; yalnızca ve yalnızca ‘Ölmenin Anarşist Ahlâkı’ olarak yorumlanması gerektiğine inanıyorum.
– Filiz Kansu, Ölüm Sosyalist İntihar Anarşisttir
Page: 53 – 63
- Ucubeler Toplumun Gerçek Aristokratlarıdır - 20 Nisan 2020
- Post-modernizmde kapitalizm etkisi - 6 Ağustos 2018
- Bu akşam beni bekleme - 28 Temmuz 2018