Berbat bir filmi ikinci kez seyretmek

Bugün, “Baroların Saray isyanı büyürken Erdoğan’ın imdadına Feyzioğlu yetişti” (https://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/barolarin-saray-isyani-buyurken-erdoganin-imdadina-feyzioglu-h137576.html) başlıklı yazıyı okurken aklıma, yaklaşık üç yıl önce yaşanan utanç verici olay geldi. 17 Ağustos 2016’da, yani Erdoğan’ın siyasal konumunu pekiştiren 15 Temmuz 2016 sahte darbe girişiminden 1 ay kadar sonra barolar toplu halde Erdoğan’ı ziyaret etmişlerdi. Ben 20 Ağustos 2016’da kaleme aldığım bir yazıda (“Bir Ayıp: Baroların Kaçaksaray Ziyareti”) Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun 17 Ağustos’ta 79 baro başkanıyla birlikte Kaçaksaray’da sahte Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ı ziyaret etmesini eleştirmiştim. Bilindiği gibi, daha önceleri Erdoğan’ın eleştirmenleri arasında yer alan Feyzioğlu bu ziyaret sırasında yaptığı konuşmada, 15-16 Temmuz darbe traji-komedisini bir işgal girişimi olarak değerlendirmiş, yani Erdoğan’ın saflarına geçtiğini ilan etmiş ve şöyle demişti:

“Zatı âliniz, bu işgal girişiminin püskürtülmesinde liderlik görevi yapmıştır. Sizin ve Başbakan’ın açıklamalarını dinlediğimizde yüreğimiz ferahladı. Bu girişimin püskürtüleceğine inancımız arttı.” (“Baro Beştepe’de… ‘Edepsiz’ tartışmasından övgüye”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2016) Erdoğan kampına geçen Feyzioğlu’nun bu tavrında şaşırtıcı bir yan yoktu. Ama, varolan hukukun ve anayasanın açıkça ve göz göre göre çiğnendiği bir siyasal ortamda bu davete katılmayan baroların sayısının sadece 9 olması şaşırtıcı olmasa da üzücüydü. (Tabii buna karşılık Türkiye’nin üye sayısı en büyük baroları olan İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana barolarının yanısıra Kürt illerinden Ağrı ve Dersim’in baro başkanları ile Antalya, Artvin ve Kayseri baro başkanlarının da bu davete katılmadıklarını not etmek gerekirdi.) Ancak benim -20 Ağustos 2016 tarihli- bu yazımda altını çizmek ve dikkat çekmek istediğim nokta şuydu: Kürt halkına ve onun siyasal temsilcilerine yönelik yoğun saldırı ortamında Kürt illeri barolarının hemen hemen tümü Kaçaksaray’daki davete katılmışlardı. Ve belki daha da önemlisi bunların arasında Diyarbakır Barosunun da yer almasıydı; oysa bu davetten bir süre önce, yani 28 Kasım 2015’de bu baronun başkanı Tahir Elçi Türk devleti ve Kontrgerillası tarafından öldürülmüş ve devlet yetkilileri kendilerinden bekleneni yapmış ve bu siyasal cinayetin de üstünü örtmüşlerdi. Ben bu yazımda şöyle demiştim:

“Erdoğan ve ortakları; 15-16 Temmuz darbe girişiminin ardından Kürt halkının ve onun siyasal temsilcilerinin dıştalanması ve düşmanlaştırılması politikalarında herhangi bir değişiklik yapmadılar. Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla sokaklara çıkan AKP yanlısı güruhların 16 Temmuz’da Malatya, Osmaniye ve İskenderun’da HDP binalarına saldırmaları, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Öcalan’ın ve diğer mahpusların her türlü ziyaretçi, yazılı haberleşme ve telefon görüşmeleri haklarının OHAL süresince yasaklanması, ‘milli mutabakat’tan söz eden Erdoğan kliğinin 25 Temmuz’da CHP ve MHP liderleriyle Kaçaksaray’da yaptığı görüşmeye ve 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da düzenlediği sahte demokrasi mitingine HDP’ni çağırmaması, darbe girişimi sonrası DBP yöneticilerinin tutuklanmasına devam edilmesi, Türk burjuva devletinin Suriye’ye olduğu gibi Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırıları gerçekleştiren İslami terör çetelerine desteğini sürdürmesi, Haziran 2016’da gündeme getirilen HDP’li belediyelerin bulunduğu il ve ilçelere kayyum atama kararının, yapılan itiraz ve eleştirilere rağmen geri çekilmemesi, dokunulmazlıklarının kaldırılması tehdidinin HDP milletvekillerinin kafalarının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmaya devam edilmesi, 16 Ağustos’taÖzgür Gündem‘in kapatılması ve 20 çalışanının tutuklanması, 20 Ağustos’ta Urfa Ağırceza ve Asliye Mahkemelerinin HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve HDP milletvekilleri Dilek Öcalan, İbrahim Ayhan ve Altan Tan hakkında hazırlanan iddianameleri kabul etmeleri vb. Kürdistan politikasında herhangi bir olumlu değişiklik olmayacağının belirtileri sayılabilir…

“Bu koşullarda; Diyarbakır Barosu başta gelmek üzere Kürt illerinin baro başkanlarının, Feyzioğlu’nun kuyruğuna takılarak Kaçaksaray’daki diktatör bozuntusunu ziyaret etmeleri ciddi bir hata olarak değerlendirilmeli ve eleştirilmelidir. Özellikle, bir önceki başkanı Tahir Elçi, çok büyük olasılıkla Erdoğan kliği ile Türk Kontrgerillasının işbirliğiyle öldürülmüş olan Diyarbakır Barosu yöneticilerinin, bu konuda açılan soruşturmada hiçbir ilerleme sağlanmadığını ve bu cinayetin üstünün örtüldüğünü bildikleri hesaba katıldığında…

“Bence Diyarbakır Barosu; Tahir Elçi cinayeti ve bu cinayetin üzerinin örtülmesi yolundaki çabaları, Kürdistan il ve ilçelerinde sokağa çıkma yasaklarının yürürlükte olduğu hafta ve aylarda gerçekleştirilen kıyımları, 15 Temmuz 2016 sonrası yaşama geçirilen yasaklar ve saldırıları ve Erdoğan kliğinin bu insanlık suçlarını vb. sadece Gülen hareketine bağlı subay ve polislerin sırtına yıkarak kendini aklama çabalarını reddetmeli ve bu toplantıya katılmamalıydı. Böyle bir durumda, büyük olasılıkla, diğer bölge baroları da Diyarbakır Barosu’nun bu tutumunu onayacak ve destekleyeceklerdi. Böylesi cesur ve doğru bir tutum, başını Feyzioğlu’nun çektiği Türkiye barolarının çoğunluğunun teslimiyetçi tutumunu çırılçıplak gözler önüne serecek ve en azından Kürdistan baroları tarihe bir utanç vesilesi olarak geçecek olan bu ziyarete ortak olmamış olacaklardı.”

17 Ağustos 2019 tarihli gazetelerde yer alan haberden, başında Metin Feyzioğlu’nun bulunduğu Türkiye Barolar Birliği, Kaçaksaray’da yapılacak olan 2019-2020 adli yıl açılış törenine katılma kararı aldığı anlaşılıyordu. Buna karşılık; İzmir, İstanbul, Bursa, Adana, Mersin, Antalya, Urfa, Eskişehir, Kocaeli, Muğla, Aydın, Balıkesir, Van, Ordu, Hatay, Düzce Baroları, Yargıtay Başkanlığı’nın 2019-2020 Yargı Yılı açılışı için yolladığı davete katılmayacaklarını açıklamışlardı. Eğer bu bilgi doğruysa Kürt illerinden sadece Van ve Urfa Barolarının Tayyip Erdoğan’ın davetini reddettikleri, Diyarbakır Barosu da içinde olmak üzere diğer Kürt illerinin barolarının bir kez daha Kaçaksaray’ın yolunu tutacakları anlaşılıyor.

Peki son üç yılda Erdoğan kliğinin özelde Kürt halkına ve genelde Türkiye ve Ortadoğu halklarına yaklaşımında olumlu olarak nitelenebilecek değişiklikler mi oldu? Bir çok kez varolan burjuva hukukunu, anayasayı vb. tanımadığını ve yasaların ve anayasanın kendisinin yarattığı fiili duruma uydurulması gerektiğini açıkça söyleyen Erdoğan, yasalara -en azından kağıt üzerinde saygılı- klasik bir burjuva politikacısına mı dönüştü? Bu son üç yıl içinde bunların hiçbiri olmadığı gibi keyfi yönetim, zorbalık, devlet terörü, yasa tanımazlık vb. katlanarak arttı. Ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle yöneten Erdoğan, yetkilerini göstermelik hale getirdiği TBMM’nde tartışmaya bile gerek görmeksizin Suriye’ye vb. askeri operasyon yapma kararı alıyor ve Suriye Kürdistanını Kürt halkından “arındırma” planları yapıyor, “terörist” olarak nitelediği binlerce HDP’liyi, onbinlerce Gülen hareketi sempatizanını ve çok sayıda muhalif saydığı gazeteci, akademisyen ve aydınları tutsak alarak cezaevlerine tıkıyor, işkenceyi yaygın ve sistemli hale getiriyor, suçlamalara ilişkin belgelere erişim yasağı getirmek ve avukatların sanıklarla görüşmelerini engellemek suretiyle geleneksel burjuva yargı işleyişini ayaklar altına alıyor, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ı yıllardır zindanda tutuyor, bir çok Kürt ilinde yerel seçimleri kazanan belediye başkanlarını keyfi bir biçimde görevden alarak yerlerine kayyımlar atıyor, yer yer mahkeme kararlarını da hiçe sayarak ülkenin doğal kaynaklarının ve tarihsel zenginliklerinin yağmalanması ve yok edilmesini arttırarak sürdürüyor vb., vb.

Herhalde temel görevi ve işlevi, sanıkların, mağdurların, ezilenlerin haklarını varolan burjuva hukuku çerçevesinde savunmak olan avukatlar ve onların meslek örgütleri baroların bu koşullarda öncelikle yapmaları gereken, bu keyfi ve despotik yönetim biçimine karşı tavır almaktır. Bu görevin, ezilen Kürt halkının yaşadığı kentlerin baroları açısından daha da ivedi ve yakıcı bir nitelik taşıdığı da ortada. O halde, Kürt illerinin baroları başta gelmek üzere Türkiye barolarının, -hangi gerekçeyle, nedenle olursa olsun Kaçaksaray’a gitmeleri ve Erdoğan kliğine, çok zayıf ta olsa bir tür meşruiyet zırhı sağlamaları son derece yanlıştır. Herhalde bu berbat filmi bir daha seyretmek zorunda olmamalı ve bırakılmamalıyız.