“açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.”[1]
Ahmed Arif’in, “Kalbim Dinamit Kuyusu”nu, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Acıyı Bal Eyledik”ini, Turgut Uyar’ın, “Ve bizim bir haziranımız/ bir yıl kadar yetecektir dünyaya/ Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış” dizelerini; A. Kadir’in, Vedat Türkali’nin, Nâzım Hikmet Ran’ın vd’lerinin dizelerini durmadan terennüm eden birisi olarak; John Berger’in, “Fırtınaların saati, aynı zamanda şiirin de saatidir,” saptaması şiir konusundaki görüşlerimin özetidir sanki.
Her yıl edebiyat dergilerinde öldüğüne dair rivayetlerin dolaşıp durduğu; zalimlerin, kalbi olmayanların sev(e)mediği şiir,[2] aşkı ve isyanı hatırlatır insan(lık)a her daim.
Nâzım Hikmet Ran’ın, Pablo Neruda erbabının refiki olan şiir üzerine birçok değerlendirmede bulunulabilinir; ancak, genel bir şiir tarifinden kaçınmakta yarar vardır.
Şiirin zengin çağrışımlar yaratma gücü, onun bir masa başı ürünü olmasında değil; yaşamla olan somut, organik ilişkisindedir. Çünkü böylece ortaya çıkan bir imge, soyut, sentetik, sadece mantıkla ya da sözcük oyunlarıyla kurgulanmış bir şey değildir; içinde hayatın canlılığını taşıyan canlı bir yaratı olmasındandır.
Kolay mı? Sesle söz arasında, ateşle köz arasındadır. Şiir türkü söyleyen ötekilerindir; sürgünlere, kefensizlere, biat etmeyenlere aittir; üzerine namlu çevrilenlere göredir; çarmıhlara, mezarlıklara, yalnızlıklara ve teslimiyete inat tutsaklıktan kurtarılan özgürlüktür.[3]
Burak Abatay’ın, “Metalik bir şiir döneminden geçiyoruz. Kötü şiirin bulaşıcı bir hâl aldığı dönemden geçiyoruz,”[4] notunu düştüğü koordinatlarda şiir, sözcüklerle duygu aktarma sanatı olmanın da ötesinde kalp atışları(nız)dır.
Kökenbilimsel anlamı itibariyle “şuur”un akrabasıdır şiir; nitekim Arapça’da şair (sha’ir), “bilen kişi” anlamına gelirken; şiir, şairin “bildiği”dir; şairin bize “bildirdiği”dir; şiir, bir mucizedir;[5] paylaşmaktır; Cemal Süreya, Orhan Veli, Can Yücel, Sabahattin Ali, Edip Cansever, Turgut Uyar’dır…
Aristoteles’e göre, tekil olanı anlatan tarihe kıyasla geneli anlattığı için daha felsefi insan etkinliği olarak değerlendirilen, hayatın başköşesindeki şiir, duyguları en rahat, en dürüst, en net açıklama biçimi olması yanında hayat, aşk ve isyandır.
Mücadele her zaman şiirin haklı çıkışıyla taçlanırken o, tükenmez.
“Dilin son sınırıdır şiir”[6] ve hâlâ tükenmez bir şeylerin kaldığını kanıtlarken; insani hayalin, umutların da süreğen bekçisidir.
Yaşar Miraç’ın, “İçimizdeki yaşama sevinci ve aşktır,”[7] diye betimlediği şiir için Gael Garcia Barnel, “Politikadan şiir eksildiği için mahvolduk,”[8] notunu düşer; gerçekten de, içinden geçtiğimiz katliam, kan, acı ve şiddet günlerinde şiire hepimizin gereksinimi var.
Şiir, yaşayarak yazılır.
Turgut Uyar’ın, “THKP-C’yi benden nasıl gizlersiniz?” diyerek beylik tabancasını örgütün hizmetine sunmak üzere kapıp getirişindeki coşkulu devrimcilik gibi mesela…[9]
Kolay mı? Ölmemek için, ölüme karşı haykıran yürekliliktir şiir.
Kızmayan, isyan bayrağı açmayan şiir, şiir olamaz; çünkü o, ölümsüzlük içindir.
Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir, doğası gereği devrimcidir.
Şiir dünyaya anlam kazandırır, onu yüceltir; ayırır, birleştirir.
Şair her zaman imkânsız bir eylemin peşinden sürüklenirken; şiir, şairi kana bular; töhmet altına sokar; zindanları reva görür…
Başka türlü şair olunabilir mi; şiir yazılabilir mi?
Elbette ‘Hayır’! Çünkü şiir, hayattır. Hayatın özüdür. Hayatın her şeyidir. Şiirle ilgilenen herkes, başta şair, hayatı her şeyden çok tanımalı ve bilmelidir. Çünkü “Şiir hayatın köpüğüdür. Çağın, hayatın, bütün bilgilerin… Şiir için hayat deneyimi gerek, düşünce, iletişim gerek, her şeye uzanmak gerek,” der Cemal Süreya.
Yine Cemal Süreya’ya göre şair, gerçeği güzel, çirkin, aydınlık, yalın, karışık taraflarıyla anlatır. Yani şair hayatı anlatmalıdır. Bu yüzden şiir hayata benzer. Şiiri toplumla ilişkilidir. Şiir toplumun aynasıdır. Toplum dehası şiirde şekillenir. İnsan ve toplumdaki değişim şiire akseder.
Cemal Süreya, şairin düzene karşı çıkan, onu eleştiren ve yargılayan bir kimse olduğunu söyler. Dolayısıyla şiir de düzene muhaliftir: ”Şiir bir karşı çıkma sanatıdır.”
Bu muhalif tavır onu yüreklendirir, kimsenin söyleyemediklerini söyleme cesaretini ona verir; “Şiir, her şeyi söyleyebilmek sanatıydı, her şeyi açabilmek sanatıydı,” diyen Cemal Süreya için şiir bir aynadır. Dünyanın veya ülkenin içinde bulunduğu durum şiire akseder.
Tam da bunlardan ötürü Nizar Kabbani, “dostlarım/ başkaldırmıyorsa, nedir ki şiir?/ azgınları ve azışları devirmiyorsa, nedir ki şiir?/ zamanda ve mekânda/ sarsıntı yapmıyorsa, nedir ki şiir?/ kisra nuşirevan’ın başındaki tacı/ yere çalmıyorsa, nedir ki şiir?”[10] diye haykırırken; Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “biliyorum/ matarada su/ torbada ekmek/ ve kemerde kurşun değil şiir/ ama yine de/ matarasında su/ torbasında ekmek/ ve kemerinde kurşun kalmamışları/ ayakta tutabilir,” notunu düşmesi boşuna değildir…
Betimleyen/bütünleyendir şiir, en iyi -yazanı- anlatır. En iyi de -yasayanı- anlar…
Şiir hayatın alev hâlidir; davasız şiir yoktur.
F. Nietzsche’ye göre, “Şiir, felsefenin kız kardeşi”yken; şiir bazen kavgadır. Şiir umuda dair yansımadır.
Şiir muhalifliktir. Bir pencereden aykırı bakabilmektir.
Şiir, yazdıkların değil yaşadıklarındır. Yazdığın zaman şair olursun. Gerçekten yaşıyorsan eğer, şiirin bir parçası.
İkisi bir arada ise, hem şair hem şiirin bir parçası olur bir başka şiire varırsın.
Dibe vurmuşluğa, incinmişliğe, zulme, yaşan(ma)mışlıklara, yalnızlıklara panzehirdir. Şiiri yazmak için bir hikâyen olmalıyken; Turgut Uyar’cası, “Göğe bakalım”dır; duyguların, itirazın, direncin Şükrü Erbaş ve Ahmet Telli’cesidir; Nâzım’ın Piraye’si; Ahmed Arif’in, “Leylim leyi”dir.
Toparlarsak şiir Nâzım Hikmet’tir.
O, duyuşun deyişe dönüştürülmesidir; şiir bilgidir, kurtuluştur.
“O da niye” mi? Şiir nedir ki, insan(lık)ın kurtarılmasına hizmet etmiyorsa?
Platon’un ‘İon’ başlıklı diyalogunda “ne”liği araştırır şiir; Hegel’e göre, sanatların en üstünü olan sanat dalıyken; duyguya/ düşünceye boyut kazandırır. Özgürlüğün yanında durur; mücadeleye omuz verir.
İnsan(lık) yontucusu şiir külhanidir, ekmek kavgamıza karışır, arıza çıkarır. Bizi gerçeğin karanlık kuyularına çeker; ancak kimseyi yarı yolda bırakmaz şiir.
Bunun için zulasında bir tutam şiir olmayan isyancı yoktur ve de başkaldıranların işidir şiir yaz(dır)mak.
Nihayetinde şiir, birazı sözcükten; çoğu sevinç, acı, hayret, aşk ve isyandan oluşan şeydir.
Şairin işi imgeyi resmetmekken; şiir de, uyanıkken rüya görmektir.
Ölüme meydan okuyan şiirin amacı, “bir şey”i gündeme getirmekse, aynı zamanda “o şey”i gündemden ayıklamaktır;[11] pörsüyen bir dünyayı kahreden kelimelerden mürekkeptir şiir.
Her yerde, her mekânda; şiir sokakta, otobüs durağında, her yerde ve ille de paranın üstündedir…
Siz bakmayın kendinden menkul, “… ‘Şiir sokakta’ eyleminin (bunun bir eylem olduğundan şüpheliyim), modasının ne zaman ve hangi vesileyle başladığına dair bir bilgim yok. Ama bu ‘eylem’in doğası itibariyle gelip geçici modaların, kaba ideolojilerin, retorik olanın çok ötesinde olduğunu düşündüğüm ‘şiir’i örseleyici bir yanı olduğunu düşünüyorum…
‘Şiir sokakta’ eylemi şiirin bayağılaştırılmasını, ayağa düşürülmesini, itibarsızlaştırılmasını hızlandıran, niteliği değil niceliği öne çıkaran anlayışın ve kitsch’in tezahüründen başka bir şey değil kanaatimce…
‘Şiir sokakta’ mı? Latince deyişle ‘horribile dictu’ (korkunç şaka) olmalı bu!”[12] zırvalara…
Sokaklara çıkmayan(ların), barikat kurmayan(ların), aşık olmayan(ların) şiir(i) şiir olabilir mi?
Olmaz elbette…
İlhan Berk’in, “Şiir bir şey anlatmaz, anlaşılmak için de değildir,” diyen fantezisini bir kenara bırakırsak; “Şiir bir gerilla harekâtı gibi olmalıdır,” der Cemal Süreya; vurup kaçmalıdır…
Kolay mı? Nâzım Hikmet Ran’ca, “Hêvî, hezar û yek pê/ Hêvî, ji roj da veşartî/ Hêvî, kê bike mafdare/ Hêvî, mafî însanane/ Umut, binbir ayaklı/ Umut, güneşte saklı/ Umut, edenler haklı/ Umut, insanın hakkı,” diye haykıran şiir “Kırılan dalın türküsüdür”;[13] itirazıdır…
Çünkü Melih Cevdet Anday’ın, “Şiir, bütün sanatlar içinde, bireyle tek başına buluşan sanattır”; Sigmund Freud’ün, “Nereye gidersem gideyim, benden önce bir şairin oraya gittiğini görüyorum,” diye özetledikleri konuda şiirin görevini, amacını, gerekliliğini Mahmud Derviş şöyle açıklar:
“Şairler savaşı reddetmek için, savaşın dilini kullanmamalıdırlar. Bir şiir, ne kadar güçlü olursa olsun, asla bir savaş uçağını düşüremez, ama pilotun düşüncelerini etkileyebilir, değiştirebilir. Öyleyse şair insani görünümleri, bakış açısını; olaylar içinden de evrensel öğeleri gözetmelidir. Savaş mağdurlarının asıl dünyasına girmek gerekir. Şiir hayatın ihtişamının ilahisi, ezgisi olmak, çirkin şeylere karşı güzellikle mücadele etmek, savaşa karşı barışı barındırmak zorundadır.”
Temel DEMİRER
12 Eylül 2016 14:34:05, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Yeniden Sanat ve Hayat, No:46/5, Sonbahar 2016…
[1] Nâzım Hikmet Ran.
[2] Ankara’da Çankaya Türkan Yamantürk İlkokulu’nda sınıf öğretmeni Necla Arslan’a öğrencilerinin karnelerine öğretmen görüşü yerine şair- yazar Şükran Kurdakul’un “Ben sevdayım, al beni sevecenliğine/ Ben gülüm, dallarına aşıla beni/ Çocuğum ben, göğsünde büyüt/ Acıyım, gerçeği ararsan bende/ İnancım, coşkuyu yaşarsan bende…” dizelerini yazarak, şirini sonuna “Küçüğüm, düşlere seninle yolculuk yapmaya devam edeceğiz” notunu yazdığı gerekçesiyle soruşturma açıldı. Okul Müdürü Erhan Ölekli, Kurdakul’un özgeçmişini de soruşturma dosyasına ekleyerek öğretmene şairin siyasi geçmişi üzerinden suçlamalarda bulundu. Okul yönetimi, Arslan’ı, “okul idaresinin saygınlığını ve otoritesini zedelemekle” suçladı. (Mehmet Menekşe, “Karnedeki Şiire Bile Soruşturma”, Cumhuriyet, 21 Mart 2016, s.3.)
[3] “Egemen sistem (tüketim ekonomisi) şiiri her yerde dışlıyor. Bu işte kâr olmadığından…” (Kadir İncesu, “Ataol Behramoğlu: Adanmışlık Çalışkanlık Özveri”, Birgün, 3 Mart 2016, s.14.)
[4] Burak Abatay, “Şair Şeref Bilsel: Kötü ve Metalik Şiir Döneminden Geçiyoruz!”, Birgün, 30 Aralık 2015, s.2.
[5] “Eskileri ele alalım, Yunan’ı, Hint’i, benden önceki Müslümanları ele alalım; hepsi de bu dallarda bol bol eser yazmış. Onların dediklerini tekrarlarsam benim çalışmamın bir değeri kalmaz; eğer onlara karşı çıkarsam, ki içimde sürekli böyle bir eğilim var, ardımdan gelecek başkaları da bana karşı çıkacak demektir. Alimlerin yazılarından yarına ne kalacak? Sadece kendilerinden öncekiler hakkında ne söyledikleri kötü şeyler. Ötekilerin kuramlarında çürüttükleri ne varsa hatırlanacak, ama kendi tasarladıkları da kaçınılmaz bir şekilde onların ardından gelecekler tarafından yok edilecek, gülünç duruma düşürülecek. İlmin kanunu budur; şiirde ise böyle bir kanun yoktur; kendinden önce gelmiş hiçbir şeyi yadsımaz ve ardından gelenler tarafından da yadsınmaz, huzur içinde aşar geçer yüzyılları. Bunun için rubai yazıyorum. Beni ilim âleminde asıl büyüleyen ne biliyor musun? En yüce şiiri orada bulmam: matematikte, sayıların o baş döndürücü sarhoşluğunu; astronomide kainatın muammayı andıran mırıltısını…” (Amin Maalouf, Semerkant, Çev: Esin Talû-Çelikkan, Yapı Kredi Yay., 78. baskı, 2016.)
[6] Asım Öztürk, “Dilin Son Sınırıdır Şiir”, İnsancıl Dergisi, Yıl:26, No:313, Ağustos 2016, s.37-38.
[7] Aysel Sağır, “Yaşar Miraç: O Lacivert Ülkeye Kaçan Şair”, Birgün, 12 Mayıs 2016, s.14.
[8] Esin Küçüktepepınar, “Gael Garcia Barnel: Politikadan Şiir Eksildiği İçin Mahvolduk”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2016, s.19.
[9] Barış Yıldırım, “Ahmed Arif’le Bir Öğleden Sonra”, 3 Haziran 2016… http://gezite.org/ahmed-arifle-bir-ogleden-sonra/
[10] Nizar Kabbani, Yasak Şiirler, Çev: Kemal Yüksel, Kaknüs Yay., 2002.
[11] “… ‘Şiir, alışkanlıklara karşı bir yaylım ateşidir’ ya Cemal Süreya için; onun da bir vitamin göndermesi var. Hem bir şiirine isim yapmıştır… ‘Ğ Vitamini’: ‘Bilginlerimiz sağolsunlar/ Bir vitamin buldular/ Çalışınca azıcık/ Yumuşak G vitamini/ Ulusalcılık’ Cemal Süreya politiktir şiirlerinde. Hükümetler de onun hışmından kurtulamazlar; ‘Bu hükümet/ Pir Sultan’a pasaport vermiyor/ Onu anladık/ Yunus Emre’ye de/ Basın kartı vermiyor/ Onu da anladık/ Ama bu hükümet/ Ferman çıkarmış Karacaoğlan’ı Otobüse bindirtmiyor’…
Rıfat Ilgaz da 1940 Kuşağı’nın önemli şairlerinden. ‘Fedailer Mangası’ından yani. O da kuşakdaşları gibi yalnız sanatıyla değil, direnen pratiğiyle de bilinir. ‘Aydın mısın?’ adlı şiirinde bu konuda görevlerini yerine getirmeyen aydınlara seslenir; ‘… Kaldır başını kan uykulardan/ Böyle yürek böyle atardamar/ Atmaz olsun/ Ses ol ışık ol yumruk ol/ Karayeller başına indirmeden çatını/ Çabuk ol/ Tam çağı işe başlamanın doğan günle/ Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden/ Her satırında buram buram alın teri/ Her sayfası günlük güneşlik/ Utanma suçun tümü senin değil/ Yırt otuzunda aldığın diplomayı/ Alfabelik çocuk ol/ …Benden geçti mi demek istiyorsun/ Aç iki kolunu iki yanına/ Korkuluk ol’…” (A. Hicri İzgören, “Birkaç Şiir Biraz Şiir… Panzehir”, Gündem, 4 Ağustos 2016, s.15.)
[12] Ercan Yılmaz, “… ‘Şiir Sokakta’ mı?”, t24, 2 Nisan 2015… http://t24.com.tr/k24/yazi/siir-sokakta-mi,130#
[13] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları, YKY, 1998, s.117.
- Bilgi ve Bilimsel Düşünce* - 1 Aralık 2023
- Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak* - 12 Mart 2023
- Unutul(a)mayan yazar(lar)dan* | Temel Demirer - 14 Eylül 2022