1995 yılının Mayıs ayında, Türkiye’de insan hakları ihlalleri ve zorla kaybetmelere dikkat çekmek üzere ortaya çıkan Cumartesi Anneleri, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek amacıyla her hafta Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmeye başladı. Bu barışçıl topluluk, cumartesi günleri, annelerden, babalardan, kardeşlerden ve diğer aile üyelerinden oluşmaktadır. Cumartesi Anneleri’nin ilk buluşması, 27 Mayıs 1995 tarihinde gerçekleşti ve o günden bu yana, taleplerini dile getirmeye devam eden grup, bugüne kadar binlerce kişinin katılımıyla dikkat çekmeyi başardı.
Her hafta Galatasaray Meydanı’nda toplanan Cumartesi Anneleri/İnsanları, barış içinde yaptıkları oturma eylemlerinde kaybolan sevdiklerinin resimlerini taşıyarak ve onları anarak seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Bu gösteriler, yalnızca yakınlarının kaybedilmesine dikkat çekmekle kalmamış, aynı zamanda kamuoyunun zorla kaybedilme konusunda bilinçlenmesine de katkı sağlamıştır.
Cumartesi Anneleri’nin etkinlikleri, yalnızca oturma eylemleriyle sınırlı kalmamıştır. Grup, ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri ile işbirliği yapmış, seminerler, konferanslar ve belgesel gösterimleri düzenleyerek kayıp yakınlarının mücadelesiyle ilgili farkındalık yaratmaya çalışmıştır. Bu etkinliklerle birlikte, kayıpların akıbetinin öğrenilmesi ve sorumluların yargılanması taleplerinin daha geniş bir kitleye ulaşması hedeflenmiştir.
Yıllar içerisinde grup, siyasi baskılar ve müdahalelere rağmen, her zaman barışçıl duruşunu korumuş ve cesaretle mücadelelerine devam etmiştir. Bu bağlamda, adalet ve hak arayışlarını sürdüren Cumartesi Anneleri’nin tarihçesi ve etkinlikleri, zalimliğe karşı direnişin ve insan hakları mücadelesinin simgesi haline gelmiştir.
1011. Hafta Eylemi ve Ferhat Tepe
Cumartesi Anneleri’nin 1011’inci hafta eyleminde, adalet talepleri bir kez daha öne çıktı ve bu sefer özellikle Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabiri Ferhat Tepe için adalet istendi. Tepe, özellikle gazeteci kimliğiyle bilinmekte olup, 28 Temmuz 1993 tarihinde kaçırılmış, daha sonra cansız bedeni bulunmuştu. Olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen, adaletin tecelli etmediği iddiaları, bu hafta gerçekleştirilen basın açıklamasında bir kez daha dile getirildi.
Ferhat Tepe’nin kaçırılışı, karanlık bir dönemin simgesi haline gelmiş durumda. Tepe, Bitlis’te Özgür Gündem gazetesinde muhabir olarak çalışırken, 1993 yılında bilinmeyen kişiler tarafından gözaltına alınmış ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı. Olay kamuoyunda büyük yankı uyandırmış, ancak yapılan tüm başvurulara rağmen etkin bir soruşturma yürütülmemiştir. Günler sonra Tepe’nin cansız bedeni bir nehir kenarında bulunmuş ve ölümünün ardından soruşturma hala sonuçlanmamıştır.
1011’inci hafta eyleminde, Ferhat Tepe’nin kaçırılışının 28 Temmuz 1993 tarihine vurgu yapıldı. Tepe’nin öldürülmesi, sadece bir bireyin hayatının sonlanması değil, aynı zamanda basın özgürlüğüne yapılan bir saldırı olarak değerlendirildi. Bugüne kadar adaletin sağlanamaması, Tepe’nin ailesi ve meslektaşları tarafından derin bir üzüntüyle karşılanmaktadır. Bu haftaki eylemin basın açıklaması ise Hayrettin Eren’in yeğeni Setenay Eren tarafından gerçekleştirildi.
Setenay Eren, basın açıklamasında özetle; kayıplarının akıbetini öğrenmek isteyen tüm ailelerin ortak talebi olan adaletin sağlanması gerektiğini vurguladı. Ferhat Tepe’nin davasının aydınlatılması için hukuk sisteminin etkin biçimde çalışması gerektiğini ifade eden Eren, yıllardır süren bu belirsizliğin sona ermesini ve sorumluların cezalandırılmasını talep etti. Açıklamada, benzer acıların bir daha yaşanmaması için daha açık ve şeffaf bir adalet sistemine olan ihtiyaç bir kez daha gündeme getirildi.
AİHM’nin Rolü ve Türkiye’nin Mahkumiyeti
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), adalet arayışında önemli bir yere sahiptir. Cumartesi Anneleri’nin talepleri arasında sıkça yer alan etkin soruşturma yürütülmemesi, özellikle Ferhat Tepe davasında dikkat çekmektedir. AİHM, bu tür davalarda insan haklarının korunması ve gerektiğinde devletlerin sorumluluğunun belirlenmesi konusunda kritik bir rol oynar.
Ferhat Tepe soruşturması, AİHM tarafından etkin ve yeterli bir şekilde yürütülmediği gerekçesiyle Türkiye’ye yönelik ciddi eleştirileri beraberinde getirmiştir. Mahkemeye göre, Türkiye Ferhat Tepe vakasında gerekli önlemleri almadı ve etkin bir soruşturma yürütmedi. Özellikle kaybolan belgeler, çelişkili ifadeler ve zamanında yapılan başvurulara rağmen yeterli ve tatmin edici bir yanıtın verilmemesi, AİHM’de Türkiye aleyhine sonuçlanmıştır.
AİHM, Türkiye’nin yürüttüğü bu eksik soruşturmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. ve 3. maddelerini ihlal ettiği sonucuna vardı. AİHM kararlarında, devletlerin etkili bir soruşturma yürütme yükümlülükleri vurgulanırken, kurbanların ve ailelerinin adalet arayışlarına cevap vermesi gerektiği belirtilmiştir. Ancak Türkiye’nin gerekli bilgi ve belgeleri sunmadığı, işbirliği yapmadığı ve soruşturmaların etkinliğini gölgelediği tespit edilmiştir.
Bu kararlara dayanarak, AİHM, Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etmiş ve etkin soruşturma yükümlülüğünü yerine getirmediği için eleştirmiştir. Bu mahkumiyet, sadece Ferhat Tepe davasıyla sınırlı kalmayıp, diğer benzer davalar için de önemli bir emsal teşkil etmektedir. Türkiye’nin AİHM kararlarına uygun şekilde hareket etmesi, hem insan haklarının korunması hem de hukukun üstünlüğünün temin edilmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Adalet Talebi ve Gelecek Eylemler
Adalet arayışı ve hakikat mücadelesinde kararlılıkla ilerleyen Cumartesi Anneleri, 1011’inci haftada da adalet taleplerinden vazgeçmeyeceklerini güçlü bir şekilde beyan ettiler. Setenay Eren tarafından yapılan açıklamada, devletin etkin soruşturma yapma yükümlülüğünü yerine getirmediği hususunda ciddi eleştiriler yöneltildi. Eren, kayıpların bulunması için yürütülen çalışmaların yetersiz olduğunu ve cezasızlıkla mücadelede somut adımlar atılmasının gerekliliğini vurguladı.
Setenay Eren, özellikle kaybedilen insanların bulunması ve sorumluların yargılanması konusunda devletin yeterli düzeyde hassasiyet göstermediğini belirtti. Bu noktada, etkin soruşturma ve hesap verebilirlik mekanizmalarının çalıştırılmasının önemine dikkat çekildi. Cezasızlığa karşı duruşlarını yineleyen Eren, adaletin sağlanmasının yalnızca Cumartesi Anneleri için değil, tüm toplum için önemli olduğunu ifade etti.
Adalet talebi kadar, gelecekteki eylemler ve mücadele kararlılığı da Cumartesi Anneleri’nin temel taşlarını oluşturmaya devam ediyor. Cumartesi Anneleri, Ferhat Tepe ve benzeri vakaların aydınlatılmaması durumunda gelecekte de benzer eylemler düzenlemeye devam edeceklerini net bir şekilde belirttiler. Bu mücadeleyle birlikte kamuoyunu bilinçlendirme ve unutturmama çabalarının da süreceği vurgulandı.
Cumartesi Anneleri’nin ısrarlı ve kararlı duruşu, toplumsal bellekte önemli bir yer tutmaktadır. Adalet arayışının ve hesap sorulmasının, toplumsal barışın sağlanması adına kritik bir rol oynadığı bilinciyle hareket eden grup, adaletsizliklere karşı direniş sembolü olarak varlıklarını sürdürme iradesini taşımaktadır. Gelecekteki eylem planlarına dair detayların, kamuoyuna zamanında ve şeffaf bir şekilde iletileceği belirtilmiştir.