Geleceğimizi Isıtan Sistem: Kapitalizm ve Küresel İklim Krizi

Küresel iklim değişikliği, insanlık tarihinin karşı karşıya kaldığı en büyük meydan okumalardan biridir. Bu meydan okuma, yalnızca doğal döngülerin bir sonucu değil, aynı zamanda kapitalist üretim biçiminin doğrudan bir sonucudur. Endüstriyel devrimden bu yana, fosil yakıtların aşırı kullanımı ve ormanların yok oluşu, atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarını artırmış ve küresel ısınmayı hızlandırmıştır.

Kapitalizmin sürekli büyüme ve kâr hırsı, çevresel sürdürülebilirliği göz ardı ederek gezegenimizi iç içe geçmiş krizlerle boğuşan bir hale getirmiştir. Gelinen duraksamada, insan ve doğa arasındaki metabolik ilişkinin bozulması, ekolojik krizin yanı sıra ekonomik ve sosyal krizleri de beraberinde getirmiştir. İklim değişikliği, tarım sektörünü etkileyerek gıda güvenliği sorunlarını artırmakta, doğal afetlerin şiddetini ve sıklığını artırarak mülteci krizlerine ve sosyal gerilimlere neden olmaktadır.

Kapitalizmin doğası gereği krizler yarattığını ve bu krizleri çözme kapasitesine sahip olmadığını yaşanan onlarca deneyimin ardından artık biliyoruz. Bu bağlamda, iklim değişikliğiyle mücadele, yalnızca teknolojik veya politik düzeyde değil, aynı zamanda ekonomik sistemimizin temel yapı taşlarını sorgulama ve dönüştürme gerekliliğini ortaya koymaktadır. Jonathan Neale gibi düşünürler, fosil yakıtların kullanımını durdurmanın ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin, kapitalizmin sınırları içinde mümkün olmadığını savunmaktadır.

Bu perspektiften bakıldığında, küresel ısınmanın 1,5°C ile sınırlı tutulması bile, kapitalizmin doğasına aykırı bir durumdur. Çünkü kapitalizm, sürekli büyüme ve kâr elde etme amacı güderken, çevresel sınırları ve ekolojik dengeleri göz ardı etmektedir. Bu durum, Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası çabaların sınırlarını da göstermektedir. Kapitalizmin ekolojik krize etkisi ve devrimci mücadele, bu nedenle, sadece politik ve ekonomik bir mücadele değil, aynı zamanda bir bilinç ve yaşam tarzı değişikliği gerektiren bir süreçtir.

Kapitalizmin ekolojik krize etkisini analiz ederken, bu sistemin sürdürülebilir bir gelecek sunmadığını, geleceği ısıtmakta olduğu görmek zorundayız. Bu da, kapitalizmin yerine geçebilecek alternatif sistem arayışını ve bu sistemin nasıl bir ekolojik denge ve adil bir toplum yaratabileceğini sorgulama zamanı geldiği anlamına geliyor. Devrimci mücadele, bu bağlamda, sadece mevcut sistemi devirmekle kalmamalı, aynı zamanda insanların doğa ile uyumlu bir şekilde yaşamasını sağlayacak yeni bir sistem inşa etmeyi hedeflemelidir.

Küresel iklim değişikliğiyle mücadele, bireysel veya ulusal çabaların ötesinde, küresel bir dayanışma ve iş birliği ruhu gerektiriyor. Bu süreç, mevcut ekonomik sistemlerin ötesine geçerek, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamayı ve ekolojik krizi çözmeyi amaçlamalı. Bu mücadele, ekonomik ve politik bir zorunluluk olmanın yanı sıra, ekolojik bir sorumluluk olarak da ele almalı. Mevcut sistemi aşarak, doğa ile uyum içinde yaşayabileceğimiz ve adil bir toplum yaratabileceğimiz yeni bir geleceğin inşasını hedeflemeli.