Bu coğrafyada iktidar ile bilgi arasındaki kavga yeni değil. Devletin akılla, eleştiriyle ve düşünceyle kurduğu gerilim, dönemsel bir sapma değil; neredeyse yapısal bir süreklilik. Aydın, bu topraklarda çoğu zaman hakikatin taşıyıcısı değil, iktidarın huzursuzluğu olarak görüldü. Çünkü bilgi, kendiliğinden masum değildir; soru sorar, karşılaştırır, tarihsel bağ kurar ve en önemlisi iktidarın “doğal” sayılmasını bozar.
Türkiye’de aydınlara yönelen baskının izini sürdüğümüzde, karşımıza birbirinden kopuk olaylar değil, aynı mantığın farklı zamanlardaki tezahürleri çıkar. İktidar değişir, rejimler dönüşür, ama bilgiye duyulan tahammülsüzlük biçim değiştirerek varlığını korur.
Kırmızı Şarap, Kızıl Tehlike
Bu hikâyenin erken sayfalarından biri Mehmet Başaran’ın Acılı Kuşak’ında saklıdır. Kırmızı şarap içtikleri için “komünist” ilan edilen aydınlar, aslında yalnızca bir içki tercihi yüzünden değil; temsil ettikleri kültürel dünyadan ötürü hedef alınmışlardı. Kırmızı şarap ile “kızıl” arasında kurulan o ilkel ama etkili paralellik, devlet aklının simgesel düşünme biçimini de ele verir: Renkler, sözcükler, alışkanlıklar suç deliline dönüşebilir.
Burada mesele gerçekten komünizm değildir. Asıl tehdit, farklı bir hayat tarzının, başka bir estetiğin, iktidarın makbul saydığı yurttaş tipinin dışında bir varoluşun mümkün olduğunun hatırlatılmasıdır. Aydın, bu yüzden tehlikelidir; çünkü yalnızca düşünmez, başka türlü yaşar.
12 Eylül: Bilginin Toplu Yargılanması
12 Eylül darbesi, bu gerilimin zirve noktasıdır. O dönemde yalnızca siyaset değil, düşüncenin kendisi düşmanlaştırıldı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılanan akademisyenler, Barış Derneği davaları, üniversitelerin askerî disiplinle hizaya sokulması… Bunlar birer istisna değil, sistemli bir tasfiyenin parçalarıydı.
1402’likler, akademiden koparılan yalnızca insanlar değildi; bilgi üretim süreçleri, eleştirel gelenekler ve kurumsal hafıza da sökülüp atıldı. Üniversite, iktidarın ihtiyaç duyduğu “itaatkâr uzman” tipini üretmek üzere yeniden dizayn edildi. Bilgi, kamusal bir değer olmaktan çıkarılıp devletin denetlediği teknik bir araca indirildi.
Barış Bildirisi ve KHK Rejimi
Bu tarih, bugün de sürüyor. “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan akademisyenler, modern Türkiye’de aydının nasıl cezalandırıldığının en güncel örneği. KHK’lerle ihraç edilenler, yalnızca işlerinden değil; kamusal varlıklarından, mesleklerinden ve toplumsal görünürlüklerinden de mahrum bırakıldı.
Bu yeni dönem, klasik baskı biçimlerinden farklı. Artık mahkeme salonları kadar sessizlik de bir cezalandırma yöntemi. Akademisyen, konuştuğu için değil; konuşma ihtimali olduğu için dışlanıyor. Bilginin kendisi değil, potansiyeli hedef alınıyor.
Sınıfsal Bir Korku Olarak Aydın
Tüm bu tarihsel çizgi, tek bir noktada birleşir: İktidarın bilgiye duyduğu sınıfsal korku. Eleştirel akıl, yalnızca fikir üretmez; emek, adalet, eşitsizlik ve tahakküm ilişkilerini görünür kılar. Bu nedenle aydın, iktidar için yalnızca muhalif değil; düzen bozucudur.
Bilgi üretimi, tarafsız bir faaliyet değildir. Hangi bilginin meşru, hangisinin tehlikeli sayıldığı; iktidarın hangi sınıfsal çıkarları koruduğuyla doğrudan ilişkilidir. Üniversitelerin hedef alınması, aslında üretim ilişkilerinin sorgulanmasına duyulan tahammülsüzlüktür.
Bitmeyen Bir Hesaplaşma
Türkiye’de aydınlarla uğraşmak, iktidarların geçici hevesi değil; süreklilik arz eden bir yönetme tekniği. Dün kırmızı şarapla suçlananlar, bugün bir bildiriyle; dün DGM’lerde yargılananlar, bugün KHK listelerinde.
Ama tarih şunu da gösteriyor: Aydınlar her defasında bastırılsa da, bilgi tamamen susturulamadı. Çünkü düşünce, mekândan ve görevden bağımsızdır. Üniversiteden atılabilir, kürsüsü elinden alınabilir ama soru sorma yetisi ortadan kaldırılamaz.
Bu coğrafyada iktidarlar gelip geçer; ama bilgiyle kurulan bu gergin ilişki, her dönemde kendini yeniden üretir. Ve belki de asıl soru şudur: Devlet, ne zaman aydını düşman görmekten vazgeçecek değil; toplum, ne zaman bilgiyi savunmayı kendi kaderinin parçası sayacak?
- Kırmızı Şaraptan KHK Listelerine: Aydının Bitmeyen Yargılanışı - 1 Ocak 2026
- Hikâyesini Kaybeden Sanatın Sessizliği - 23 Aralık 2025
- Sarayın Aynaları: İktidarın Kendi Gölgesiyle Kavgası - 22 Aralık 2025















