Kadınlara göre evlilik yasalara uygun olma konusudur; evlilik gelenekler ve toplum tarafından kabul edilmiş ve onaylanmış bir bağdır. Erkeklere göre evlilik görev düşüncesiyle, yükümlülük ve sorumluluklarla ilişkilidir. Evlilik bir ahlak sorunudur. Kadınlar için görev, toplum istediği için yapılması gereken bir şeydir.
Uzun yıllar önce, evlenmeyi düşünen bir hastam bana bir karikatür gösterdi: Karikatürde hayvanat bahçesine gitmiş bir baba oğul resmediliyordu. Karikatürün altındaki yazıda baba oğul arasında geçen konuşma veriliyordu.
Çocuk sorar: “Baba, eşekler evlenir mi?”
Baba yanıtlar: “Yalnızca eşekler evlenir.”
Bir önceki bölümde kadınların bilinçdışı yetersizlik duygularını ve bunların evlilik sorunundaki önemini irdeledim.
Erkeklerde de yetersizlik duyguları bulmak güç değildir ama bunların evlilikle ne gibi bir bağı vardır?
Bu kuşkularla, bir kızın ileriki yıllarda erkeğini elinde tutup tutamayacağı, ona vereceklerinin yeterli olup olmadığı, daha sonra ona çekici ve arzulanır gelip gelmeyeceği ile ilgili kuşkuları arasında hiçbir benzerlik yoktur. Erkeklerde evlilikle ilgili kuşkular vardır ama bunlar değişik türdedir. Erkeklerin de güvensizlikleri vardır ama bunlar onların kişisel eksiklikleri ve duygularıyla ilgili değildir. Başka bir şey göze çarpar; erkeklerde evlilik fikrine karşı bir isteksizlik vardır ve her erkek “evet” demeden önce bu direnişin üstesinden gelmelidir.
Bu noktaya gelince, evlilik olasılığıyla karşı karşıya kalan erkeklerin bu isteksizliklerini açıkça ortaya koyan birçok vakanın karakteristik özelliklerini anımsadım. Bir hastamın alımlı bir kızla nişanlanmasından ve evliliğin onun için ne anlama geldiğinden söz edişini anımsıyorum; bunu aynı durumdaki bir kadının söyledikleriyle karşılaştırdım.
Her iki vakada da gelecekle ilgili kuşkular dile getirilmişti ama aradaki fark belirgindi. Kız kendinden yakınmış, kişiliği olmadığını, insan içindeyken ne söyleyeceğini bilemediğini vb. söylemişti. Erkek, kişisel nitelikleriyle ilgili kuşkularından değil parasal durumuyla, bir aileyi geçindirmekle ve son olarak da evlendiği zaman karşı karşıya kalacağı yükümlülükleri üstlenmek konusundaki istekliliğiyle ilgili kuşkulardan söz etmişti. Erkek, sözlerini şöyle bitirmişti: “Birlikte olacağım son kadının Anne olacağına inanamıyorum. Düşüncesi bile imkânsız geliyor.”
Sorunun kaçırmış olduğum temel bölümü, doğaları bakımından erkeklerin evlilikten korkmalarıdır. Onların sorunu, şu ya da bu kızla evlenip evlenmemekten çok, evlenip evlenmeme sorunudur. Kadın, Milos Venüs’üyle Troyalı Helen’in bir karışımıysa, evli olmak ya da olmamak, asıl sorun işte budur. Kadınların ve erkeklerin evliliğe karşı farklı bir tutumu olması dikkate değerdir; bu fark yalnızca sosyolojik değil psikolojik faktörlere de dayanır. Bu farklılığı anlayabilseydik, cinslerin psikolojisinin kıyaslamasına malzeme ekleyebilirdik.
Birçok psikolog ve sosyoloğun evlilik sorununa evli çiftlerin durumunu soruşturarak başlamakla ciddi bir hata yaptıkları açıktır.
Genç erkeklerin ve kadınların evlilikle ilgili umutları ve korkulan birlikteliklerinin yazgısını büyük ölçüde etkileyecektir. Ölüm onları ayırana dek birlikte yaşamayı seçen iki kişi evlilikle ilgili bazı fikirler oluşturmuşlar, bazı hayaller kurmuşlar ve düşüncelerinde evliliği canlandırmışlardır. Bir evliliğin geleceği, bu beklentilerden ya da gelecekle ilgili bu hayallerin gerçekleşmesinden ya da engellenmesinden bağımsız değildir.
Geleceğe dair bakış açısının kadınlar ve erkekler için farklı olduğu yadsınamaz. Meselenin diğer yönlerini tartışmadan önce, bu yön cinslerin kıyaslamak psikolojisinin ışığı altında ele alınmalıdır. Bu tür bir yaklaşımın tek yanlı olduğunun farkındayım ama kişinin, sorunun yalnızca bir yanını incelerken, başka yanlan olduğunu da bildiği sürece, tek yanlılığın zarar verici olmadığı kanısındayım.
Evlilik sorununun, çoğu psikologun, tehlikeliymiş gibi ortaya çıkarmaktan kaçındığı bir yanı vardır. Bu sorunla yüzleşilmelidir. Bundan da önemlisi, önce onun belirtilmesi gerekir. Kadın için evlilik düşüncesi doğaldır; kadın evliliğe seve seve girişir; ama erkekler için evlilik fikrinde yabancı bir şey vardır. Erkekler evlilikten korkarlar. Erkek ördeklerin başlangıçta sudan korktuklarını düşünürseniz tam benzeşmeyi bulursunuz.
Logan Clendening erkeğin bakış açısını The Human Body (İnsan Bedeni) adlı kitabında verir. Bu hekim, “erkekler dünya üzerinde dolaşarak mümkün olduğunca çok sayıda kadını döllemek için yapılmıştır,” der. Bu böyle değilmiş havasını takınmak ya da bu arzuyu ahlaki çıkışmalarla denetlemeye çalışmak “tümüyle saçmadır”. Erkeği denetleyebilen tek şey kadının sağduyusudur: “Onu evlenme dairesine ya da mihraba götüren, erkeği çelikten bir çemberle sıkıca bağlaması için annelerinin çağlar boyunca biçimlendirdikleri duyu.”
Erkeklerin çoğu, ancak başka çıkar yol yoksa evliliğe boyun eğecek ve “ömrünün geri kalanında bunu neden yaptığını düşünecektir.” Clendening, ortalama bir erkeğin, kadının ona teslim olması için kadına yalan söylediğini, dil döktüğünü, yaltaklandığını, istediğini yaptırmak için sonsuza dek onu sevme sözü verdiğini vurgular. İstediğini elde ettikten sonra, “erkek bir sonraki aday için hazırdır ve bunu başarmak amacıyla başvurduğu yolları ona anımsatmak ya da bu yolları kullanmasından ötürü ona sövmek, çiçekleri tomurcuklandıktan ya da anları çiçekleri ziyaret ettikleri için paylamak kadar dünyadan habersiz olmaktır.” Bu sözler biyolojik gerçekliği açıkça ortaya koymaktadır.
Bernard Shaw’un bu konuda söylediklerine bakalım: Man and Superman’de (İnsan ve Üstün İnsan) Tanner, “kadının işinin en kısa zamanda evlenmek, erkeğinkininse mümkün olduğunca bekâr kalmak” olduğunu ileri sürer. Bu bekâr için evlilik, “bir din değiştirme, ruhumun sığmağına saygısızlık, erkekliğinin ayaklar altına alınması, doğuştan kazanılan hakkımın satışa çıkarılması, utanç verici bir teslim olma, onur kırıcı bir boyun eğme, yenilginin kabul edilmesi” dir. Ona göre evli erkek, geçmişi; bekâr erkekse geleceği olan bir erkektir. Evleneceği kız, Anne, ona eğer istemiyorsa evlenmek zorunda olmadığını söylediği zaman ona şöyle yanıt verir: “Hangi erkek asılmak ister” Ne var ki erkekler mücadele etmeden kendilerini asmalarına izin veriyorlar, oysa en azından papazın gözünü morartabilirler. Biz, dünyanın isteklerini yerine getiriyoruz, kendimizinkileri değil.”
Shaw, karşı konulamayacak bir biçimde işleyen gizemli bir yaşam gücünün erkeği bu tuzağa çektiğine inanır. Bilim buna benzer bir biyolojik zorunluluk bulamamıştır. Cinsel dürtü kesinlikle evliliğe bağlı değildir. Evlilik uygarlığın erkeklere zorla kabul ettirdiği bir kurumdur, bazı kültürel faktörlerin etkisiyle insanlığın organik evriminin bir sonucudur. Evliliğin tarihçesini insan toplumunun en alt ve ilkel şekillerine doğru izlemek ve onu erkekteki tekeşlilik itkisinin bir sonucu olarak düşünmek için birçok girişimde bulunulmuştur. Ünlü antropolog Dr. Edvvard Westermarck, evliliğin kökenini bazı gezginlerin tekeşli olarak tanımladıkları gorillere vardıracak ölçüde ileri gitmiştir. Daha güvenilir gözlemciler, gorillerin tekeşlilik eğilimlerinin hayvanlarda değil, önyargılı fikirleri olan erkeklerin fantezilerinde var olduğunu belirtirler.
Westermarck’m ilkel toplumlarda evliliğin tarihçesini ilkel erkeklerin güya tekeşli doğası doğrultusunda oluşturma çabaları Victoria devri taraftarlarınca takdir edilip çok beğenilse de bilimsel araştırma sınavını geçemedi. Westermarck evliliği, “erkek ve kadın arasında, yeni döl oluşturuluncaya dek süren üreme eyleminin ötesinde, öyle ya da böyle dayanıklı bir bağlantı” olarak tanımlamaya çalışmıştır. Cinsler arasında “öyle ya da böyle dayanıklı” bir bağlantı tanımlaması, doğal olarak, çok geçici türdeki birliktelikler için kullanılabilir.
Antropologlar en ilkel toplumlarda evlilikle diğer cinsel ilişkileri birbirinden ayırt etmekte büyük güçlükler yaşamaktadırlar. Cinsel perhizin bilinmediği yerde, evlilik cinsel anlamda sahip olmayla bağdaştırılamaz. Peder D. Jones, Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında kadınlar “gecelik, haftalık, aylık ya da kışlık olarak satın alınırlar” diye bildirir. Cherokee Kızılderilileri “genellikle yılda üç ya da dört kez eş değiştirirler.” îlk gözlemcilerden biri olan La Houtan, “Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında “evlilik” denilen şeye, Avrupa’da “suç İlişkisi” denirdi,” der. Oregon kabileleri arasında evlilik bağının, “eğer buna evlilik bağı denilebilirse, herhangi bir yaptırımı yoktur”; Seminoleler arasında, evliliğin, “ilgili tarafların isteğiyle bitirilecek olan, cinslerin doğal çiftleşmesinden başka bir şey olmadığını,” duyduk. Peder Morice, Athapascan kabileleriyle ilgili olarak, misyonerlerin gelişinden önce onların beraberliklerine evlilik denilmesinin yanlış bir adlandırma olduğunu söyler. “Birlikte yaşamak bu beraberliği daha iyi tanımlar.” Bu ilk bildirilerde bir erkeğin kolayca kırk ya da elli kez evlenebileceğini okuduğunuz zaman, Kızılderili kabilelerinin Hollywood’un kibar takımını geçmiş olabileceği izlenimini edinirsiniz.
Hıristiyanlar aralarına sızmadan önce, Kuzey Amerika Kızılderilileri gibi diğer kıtalardaki yerliler de evliliğe geçici bir ilişki gözüyle bakıyorlardı. Bu türlü ilişkiler çok çeşitlidir ve evlilikle hiçbir ilişkisi olmayan, bir tür deneme evliliği ve evli çiftler gibi birlikte yaşanan cinsel ilişkilerle gerçek evlilikleri birbirinden ayırt etmek güçtür.
Çağımızın ilkel gelenek araştırmacıları evliliğin her zaman var olmadığı ama bir kurum olarak ulusun ya da kabilenin reisi ya da yasa yapıcısı tarafından yürürlüğe konulduğu konusunda anlaşırlar. Bilinen tüm gerçekler Westermarck’ın evlilik kurumunun insan doğasında derin bir biçimde kökleşmiş olduğu görüşünün tersini söyler. Sosyologlar, onlara neredeyse melek gibi görünen ilkel insanların içinde özgün bir tekeşlilik itkisi keşfettiklerinde, bir hüsnükuruntunun kurbanı oldular.
Gerçek şu ki evlilik esas olarak erkeklerin içgüdülerine ters düşer; öyle ki evlenmek için içlerindeki güçlü direnişin üstesinden gelmek ve evliliği kabul etmek için bazı eğilimlerini, sert ve bağımsız doğalarını yenmeleri gerekmektedir.
Durum böyleyse, erkekler neden evlenir, evlilik nasıl ortaya çıkmış ve böyle bir kurum neden zorunlu olmuştur? Bunlar ilginç sorulardır ama bunların tartışılacağı yer burası değildir. Bir araştırma, hangi ekonomik ve psikolojik faktörlerin evliliği erkekler için zorunluluk haline getiren değişiklikleri ortaya çıkardığını ortaya koymalıdır.
Evliliği ilkel topluma tanıtanın erkekler olduğuna, birçok toplumsal ve yasal yapı gibi, bu kurumun da onların buluşu olduğuna dair çok az kuşku vardır. Burada vurgulamak istediğim, esas olarak evliliğin erkeklerin karakterine yabancı olduğu ve onların evlilikten çekindikleri gerçeğidir. Bunun da ötesinde, erkekler evlenmekten korkarlar.
Erkekler genç, güçlü ve erkeklik ruhuyla dolu oldukları sürece evlilik, yaradılışlarına aykırı düşer. Bu biyolojik yönle psikolojik yön arasında bir köprü vardır; bu yönde erkeğin bir yere bağlanma konusundaki doğal isteksizliğini, ele geçirme ve serüven arzusunu bırakmaya karşı direnişi bulursunuz.
Erkek, genç olduğu sürece özgür olmak ister; yerleşmeyi, sabit bir işinin olmasını, bir ailesinin olmasını ve onları geçindirmek zorunda olmayı istemez. O, aslında yeryüzünde başıboş dolaşmayı, yaşamı ve kadınları ele geçirmeyi ister; huzursuzdur ve onun için mutluluğun peşinde koşmak, yeni şeyler, yeni ülkeler, yeni kadınlar görmek demektir.
Karısı ve çocuklarıyla bunu nasıl yapabilir? “Yalnız yolculuk eden hızlı yol alır.” Askerler, denizciler, gezginler, tehlikeli yolculuklara çıkan tüm bu erkekler tek başlarına olmalıdırlar; gittikleri yere ulaşmaktan başka bir zorunlulukları olmamalıdır, bu kişiler yalnızca serüven ruhuyla evlidirler. Karısını ve çocuklarını düşünen ve başına gelebileceklerin
ailesinin kaderini belirleyeceğini düşünmek zorunda olan bir kimse maceraperest olamaz.
Evlenmek, birçok anlamda serüvenden vazgeçmek demektir. Bu, ergenlik dönemi zihniyetine hoşça kal demek anlamına gelir.
Eşler, kocalarının bazı güç davranışlarına bakıp bazen sabırla, “erkekler her zaman çocuk kalır,” derler. Onlar, evlendikleri zaman erkeklerin aslında çocukça zihniyetlerinin çoğunu terk etmiş olduklarını ve bu gösterdiklerinin ergenlik dönemlerinin acınacak bir kalıntısı, uzak bir yankısı olduğunu bilmezler. Tüm evli erkeklerin olgun olmadıkları doğrudur ama uzun vadede yaşamın baskısı, onu üzerlerinde hissedecekleri ölçüde büyüktür: Erkekler de büyüyecektir.
Erkekler için evlilik yalnızca sevdikleri kadınla mutlu bir Dirlik demek değildir. Evlilik görev, zorunluluk, sorumluluk, Çaba ve çalışma demektir; evet, evlilik bazen yalnızca iş demektir, eğlenceye vakit yoktur. Erkeğin içindeki çocuk oyun oynamak ister hatta onun için işi bile bir tür oyundur. Erkeğin içindeki yetişkin giderek oyundan vazgeçmelidir. Eğer erkek evliyse, yalnızca kendisi için değil çoğu zaman öncelikle karısı ve çocukları için çalışmak zorundadır. Erkek başarmalıdır; (doğasına karşı olan) aldığı tüm eğitim, sorumluluklarını ciddiye alması hedefine yöneliktir. Burası, cinslerin kıyaslamak psikolojisi alanına geri dönmemi gerektiren yer. Kızlar evliliği düşündükleri zaman korkmazlar; onlar evlilikte ulaşacakları yeri görürler. Erkekler korkarlar. îlk bakışta bu korku onlara gizemli ve tümüyle mantıksız gelir; kadınların oda içinde koşan bir fareden korkması gibi anlaşılmaz görünür.
Evlilik korkusu, erkeklerin pek çok kadında merak uyandıran tek korkusu değildir. Bir vergi tahsildarı karşısında neden erkeklerin içi korku ve hayranlıkla dolar? Köşe başındaki polis memuruna duyulan bu saygının anlamı nedir? Bu noktada iki cinsin psikolojisi arasında anlamlı bir fark vardır. Erkekler için polis memuru yasa ve düzenin kişileştirmesidir; polis memuru size bakar ve bakışı erkeklerde yasanın gözü düşüncesini uyandırır. Yasaya başkaldıran, polis memurunu nefret ettiği bir düşman olarak gören ve onu öldürmeyi isteyen bir gangster için bile bu geçerlidir. Suçlular için bile polis yasanın kişileşmiş halidir. Erkek yeraltı dünyası argosunda polis memurunun adı “yasa” dır. Kadınlar için polis memuru böyle bir şey değildir. O yalnızca gülümsediğiniz ve gerektiğinde, bazen gerekmese bile yardımını istediğiniz üniformalı bir adamdır. Polis memuru, kadınlarda başkaldırı duygusundan ya da yetkiyi temsil etmesinden ötürü erkeklerde oluşan saygıyı uyandırmaz. Burada, kadınların ve erkeklerin evlilik konusundaki farklı tutumlarını daha yakından görebileceğimiz bir yol var.
Kadınlara göre evlilik yasalara uygun olma konusudur; evlilik gelenekler ve toplum tarafından kabul edilmiş ve onaylanmış bir bağdır. Erkeklere göre evlilik görev düşüncesiyle, yükümlülük ve sorumluluklarla ilişkilidir. Evlilik bir ahlak sorunudur. Kadınlar için görev, toplum istediği için yapılması gereken bir şeydir. Erkekler için görev Tanrının kızının sesidir ve Tanrıtanımaz bile olsanız onu unutamazsınız. Kadınlar çoğunlukla sevgi dolu olmalarından ötürü harekete geçerler, erkeklerse daha çok görev baskısı altında olduklarından. Yükümlülük, görev, sorumluluk: Erkeklerin kulakları için bu sözcüklerin bir yan anlamı vardır ama kadınlar bu sesi yeterince duymazlar, tıpkı onların iyiliği, sevecenliği ve sevgiyi düşündükleri zaman hissettikleri alt akımları erkek kulaklarının iyi duymaması gibi.
Elbette, kadınların görev nedir bilmediğini ya da görev tanımaz olduklarını hiçbir şekilde ileri sürecek değilim ama bu fikrin onlar için, erkekler için olduğu kadar kutsallar kutsalı ve dokunulmaz bir niteliği olmadığını düşünüyorum. Erkekler, bir görevi, baş yetkililer olarak gerçekleştirirken, kadınlar daha çok gereksinimlerin karşılanması isteğiyle hareket ederler.
Erkeklerin savaş sırasında gösterdikleri inanılmaz özverileri size burada anımsatmayacağım, yalnızca bir Fransız havacısı tarafından anlatılan bir olayı aktaracağım: sivil yaşamda pilot olan bir silah arkadaşının bir davranışını nakledeceğim. Bu örneği, savaşta ölen bir havacı olan Antoine de Saint-Exupery’nin Wind, Sand and Stars (Rüzgâr, Kum ve Yıldızlar) adlı güzel kitabından alıntılıyorum.
Guillaumet, And Dağları üzerinden düzenli olarak uçması gereken bir havayolu pilotuydu. Bir keresinde bir hafta süreyle kayboldu ve onun bulunabileceğine dair hiç umut kalmamıştı. (“And Dağları kışın insanı bırakmaz,” dedi insanlar.) Guillaumet kurtarıldığı zaman ilk anlaşılır tümcesi: “Başından geçenlere hiçbir hayvan dayanamazdı,” oldu. Fırtına nedeniyle karın üstüne iniş yapması gerekmişti, iki gün iki gece çaresiz yatmış, sonra beş gün dört gece yürümüştü. Onu buldukları zaman elleri hissizleşmişti ve tutmuyordu, ayakları donmuştu.
Erzaksız, araçsız, neredeyse dimdik buz duvarlarının üstünde, sıfırın altında yirmi derecede soğukta sürünmüştü. Vazgeçmek, karın ve soğuğun sunduğu huzurun sonsuz mutluluğuna kendisini bırakmak cennete gitmek gibi olacaktır; neredeyse donmuş kolları ve bacaklarından ağır ağır çekilip giden yaşamın yükünü üzerinden atma zevkinin tadını
hissetmektedir. Ve sonra karısı aklına gelir. “Sigortadan para alamazsa beş parasız kalır.” Bir adam kaybolduğu zaman yedi yıl sonra yasal olarak öldüğü kabul edilir, diye düşünür. Bu korkunç ayrıntı diğer tüm hayallerini ortadan kaldırır. Eğer karın içinde ucu görünen kayaya ulaşabilir ve ona yaslanabilirse, en azından gelecek yaz bedenini bulabilirler ve karısı sigorta bedelini alabilirdi.
Guillaumet, biraz daha keserek ayakkabılarını açmak ve şişen ayaklarına masaj yapmak için sık sık durmak zorunda kalır. Kalbinin durumu iyi değildir. Belleğini yitirmiştir. Ama kendisini ileriye doğru sürükler. Onu iten güç, altı ay sonra cesedinin bulunacağı ve böylelikle karısının sigortadan para alabileceği düşüncesidir. Bu kara serüvenin öyküsünü anlatan arkadaşı, yazısını şu güzel tümcelerle bitirir: “Erkek olmak, tam anlamıyla, sorumlu olmak demektir. Bu gibi adamları matadorlarla ve kumarbazlarla aynı sınıfa koyma eğilimi vardır. İnsanlar onların ölümü küçümsemelerini göklere çıkarırlar. Ama ben insanların ölümü küçümsemelerine önem vermem. Eğer kökleri sorumluluğu kabul etmeye dayanmıyorsa, ölümü küçümseme ya yoksullaşmış bir ruhun ya da gençliğe özgü bir savurganlığın işaretidir.”
Erkeklerin -en iyilerinin bile- evlilikten korkmasına çoğunlukla neden olan bu yüksek sorumluluk duygusu, evliliğin ne anlama gelebileceği ile ilgili bilinçdışı önbilgidir.
Erkeklerin yoğun fethetme arzusu, serüvenci ruhları, özgürlük aşkları, cinsel dengesizlikleri onları korkutarak evlilik fikrinden uzaklaştırır.
Ama onları asıl korkutan yalnızca şudur: Onlar yükümlülüklerini yerine getirmek, sonuna dek sorumluluklarım üstlenmek zorunda olduklarını bilirler.
Erkekler ödemek zorunda oldukları yüksek bedelden korkarlar; isteseler de istemeseler de sefalet, ölüm hatta kendini yok etme anlamına bile gelse onları, bu bedeli ödemeye zorlayan dışarıdan bir güç değil, içlerindeki bir şeydir. Kişinin içindeki bu acımasız faktöre psikanalizin verdiği bir ad vardır: Psikanaliz ona “süperego” der. Süperego, erkeklere yükümlülük yerine getirilmediğinde nadiren bu korkunç görev ve suçluluk duygusunu hisseden kadınlardan daha sert davranır; kadınlara nazaran erkeklerden daha yüksek taleplerde bulunur.
Bu suçluluk duygusunun yalnızca iyi yurttaşlarda olduğu doğru değildir. Aile kuran her erkekte bu duygu vardır; kötülükten başka bir şey yapamayanlarda bile vardır. Molnar’ın oyunundaki kaba saba Liliom’u anımsarsınız. Sabırsız ya da huysuz olduğu zaman karısını dövmekten, hem de adamakıllı dövmekten çekinmez. Karı kocanın hiç parası yoktur ve Liliom’un karısı zavallı Julie, ona hamile olduğunu söyler.
Duygusuz adam sokağa çıkar, bir kasiyere saldırır, başaramaz ve kendini öldürür. Liliom beş para etmez bir adam olmasına karşın, karısına ve doğacak bebeğe bakması gerektiğini hisseder ve bir erkeğin son nefesini verene dek yerine getirmek zorunda olduğu sorumluluk, bir azizin başını çevreleyen hale kadar görkemle başını çevreler.
Kadınların bir erkek için sorumluluğun ne anlama geldiğini derinlemesine anladıklarına inanmıyorum. Öyle olsaydı erkeklerin evlenmekten neden korktuklarını daha iyi anlarlardı.
Bencillikten, ciddiyetsizlikten ötürü evlenmek istemeyen, topluma katkıda bulunmaktan kaçman erkekleri suçlamak kolaydır. Erkekler çoğu zaman bu bencilliği itiraf ederler; uslanmaz bir bekârın şunları söylediğini duydum: “Hiçbir kan bağım olmayan bir adamın kızına yaşamım boyunca neden bakayım?”
Özgürlüklerini korudukları için gururlanan erkeklerin kabadayılıklarını dinledim ama seslerindeki gizli korkuyu, evlenirlerse aşırı vicdanlılıklarının, kendi kendilerinden bulunacakları taleplerin kölesi olma kaygılarını da duydum.
Kadınlar bunu anlamalı ve evlenmenin daha çok görev ve sorumluluk anlamına geldiğini vurgulamak yerine erkekleri rahatlatmalıdırlar. Erkeğin rahatına bakmasını sağlamak gerekli değildir; erkeğin içi rahat ettirilmeli ve erkek, gerekenleri yapabilecek kapasitede olduğuna, evlilik yaşamının yalnızca artan yükler ve sorumluluklar değil, paylaşılan sorumluluklar olduğuna, yanında bu yükü onunla birlikte taşıyacak bir eşi olacağına ve her şeyden önce bu yükün onun tahmin ettiği kadar ağır olmayacağına inandırılmalıdır.
Genç bir adam, karısının hamile olduğunu ona söylemesinden kısa bir süre sonra beni görmeye geldi. Genç adam geleceğe kasvetli gözlerle bakıyor, daha şimdiden ufukta beliren yokluğu ve sefaleti görüyordu; kaygılıydı çünkü kazancı çok sınırlıydı ve masrafları artıyordu. Ertesi gün daha iyi bir ruh hali içinde geldi ve karısının onu, bebeğin ilk iki yıl süresince neredeyse hiçbir masraf çıkartmayacağına inandırdığını anlattı. Karısı göstermelik yalanında başarılı olmuştu çünkü adam ikna olmayı istiyordu.
Adamın parasal güvenceden çok moral desteğine gereksinimi vardı. İhtiyacı olan şey, karısının onun yeteneklerine kesinlikle inanması ve ona güvenmesiydi. Adam eşinin sözlerinin iyi niyetli bir yalan olduğunu biliyor olmalıydı ama artık geleceğe daha büyük bir cesaretle bakıyordu. Kocasını bu kadar iyi anlayan genç kadına şapkamı çıkardım.
“Evlenecek tipte biri olsaydım sana evlenme teklif ederdim.”
“Böyle bir durumda bir kızdan ne söylemesi beklenir?” diye sordu genç bir hasta. “Ona evlenecek tipte olduğunu söyleyemezdim. Onun daha iyi bilmesi gerekir.”
Genç kızın haklı olduğundan tam olarak emin değilim. “Evlenecek tipte değilim,” ifadesi söylenildiği anlama gelmeyebilir. Belki de bu bir beyan değil daha çok bir itiraftır. Belki de bu ifade yalnızca şu anlama gelmektedir: Bana evlenmemem gerektiğini düşündüren şu ya da bu acayipliğim var. Erkeklerin bu anlamda sözler ettiklerine çok rastladım. Bir adam, karısıyla geçinemeyeceği çünkü kadınları eleştirdiği ve neredeyse kusursuzluk istediği anlamında bir ifade kullanmıştı. Bir başkası, cinsellikte çeşitlilik gereksiniminin yalnızca bir kadınla doyum sağlayamayacak kadar büyük olduğunu düşünüyordu. (Onun bu gereksinimini itiraf ettiği kız cesaretle şöyle bir yanıt vermişti: “Erkeklerin çeşitlilik istediğini biliyorum. Senin için yeterince çeşitlilik var bende.” Üçüncü bir adam kadınların hepsinin sadakatsiz olduğu görüşündeydi ve karısının onu aldatacağından korkuyordu. (Daha önce bir kız onu aldatmışta ve o, bu hayal kırıklığının etkisi altındaydı.) Başka bir adam eşcinsel olduğunu biliyordu ve kadınları kesinlikle çekici bulmuyordu.
Eşcinsel adam vakasında olduğu gibi, “Ben evlenecek tipte değilim,” tümcesi kişinin karakteriyle ilgili bir iç görü sağlar ama bu aynı zamanda temel bir kendini aldatma belirtisi de olabilir. Hiçbir erkek “evlenecek tipte” değildir ama erkeklerin çoğu evlenecek tip haline gelir.
Deneyimlerim bana, en kesin kendini aldatma kurbanlarının, kadınlardan nefret ettiklerini ya da Don Juan olduklarını sananların olduğunu gösteriyor.
Uslanmaz bekârlar çoğunlukla kadınlara taptıklarını, onları bir kaidenin üstüne oturtarak yücelten idealistler olduklarını ileri süren ve kadınları tüm erdemlerin ve saf kusursuzluğun örneği olarak gören erkeklerdir.
İdeal bir “soylu ve iffetli kadın” görüşüne sahip, kadınlara ulaşılmaz gözüyle bakan bekârlardan sakınınız. Bu gibi erkekler kadınları günlük yaşamda sınamazlar. Onlar kadınları güvenli bir mesafeden hayran hayran seyretmeyi yeğlerler ve evlilik konusunda kaçamak bir tutum içindedirler. Kadın olsaydım, yalnızca, kaide yaşamak için çok rahatsız bir yer olduğu için değil, aynı zamanda bu erkeklere inanılamayacağı için bu soylu ruhlarla birlikte olmaktan kaçınırdım.
Bu erkeklerin kadın cinsine duyduğu hayranlık, etten kemikten bir kadınla gerçek bir ilişkiye girmeme çabasıdır. Onlar tüm yaşamları boyunca evlilik fikrini kafalarında evirip çevirirler, bu evlenme isteğini rahat bekâr hayatının sonuna dek yaşatmaya hazırdırlar.
Genç kadınlar, kadınlardan nefret ettiğini açıkça belirten erkeklerle beraber olmayı bu bekârlarla beraber olmaya yeğlemelidirler. Bu tipler her zaman evlenirler. Eski Viyana’da, ev kadınlarının yalnızca pazar yerinde geçerli olmayan bir atasözleri vardı: “Malları eleştiren kişi, alıcıdır.”
Kadınlara karşı genel olarak her türlü eleştiride bulunan, kadınların kusurlarını çok iyi bildiğine inanan bir adam, suçlamalarına gülüp geçecek ve görünüşteki kadın düşmanlığının arkasında sevebileceği bir kadına karşı gizli bir arzu olduğunu anlayan ilk sevimli kızın kurbanı olacaktır.
Çapkın bir erkek kesinlikle türünün tek örneği değildir; ama bu sınıfın bir alt bölümünde belirli bir kadını arayan, tüm kadınlar arasında arzularını gerçekleştirecek kadını bulmak isteyen bir erkek vardır. O, istediğinin heyecan, kovalamaca, serüven olduğunu düşünür. Ama asıl istediği, arzularının gerçekleşmesi, huzursuzluğunun sona ermesidir. Onun söylediği değil, söylemediği önemlidir.
Geçen gün eski bir tanıdığa rastladım, her ikimiz de delikanlıyken gerçek bir Don Juan olduğunun düşünülmesini isterdi.
“Görevimi başaramadım,” dedi. “Evlilik bana göre değildi.” “Sana göre olan neydi?” diye sordum.
“Onun tam tersi,” dedi, “aşk bana göreydi.” Gülmeden edemedim, çünkü şimdi iki torunu olan bu adam örnek bir eştir.
Aşkta büyük serüvenciler olmak için yaratıldıklarını düşünen bu gibi erkekler genellikle evlenirler. Kadın düşmanlığında patolojik bir noktaya varan, kadınlardan nefret edenler bile evlenirler. Otuz yıl önce Viyana’da bir toplantıda genç bir hanıma şaka yollu şöyle soruldu: “İsveçli misiniz? Strindberg’le ne zaman evlenmiştiniz?” Ruh hastası olan bu dâhinin kadınlara karşı nefreti, onun evlenmesini değil, ama evli kalmasını engellemişti.
Bir keresinde Freud, uygarlığımızın belirleyici akımlarından birinin, olgun bir adamın aile kurması için kendi ailesiyle bağlarını gevşetmesini zorunlu kıldığını söylemişti. Her erkeğin içinde, çocukken hayran olduğu adamın (babasının) yerini, mevkisini ve yetkisini devralma isteği yaşar. Psikanaliz, bu amacın önünde ne kadar çok engel olduğunu, yasaklayıcı ya da önleyici güç olarak çalışan ne kadar çok bilinçdışı faktör bulunduğunu, amaca yaklaşmanın bile ne kadar tehlikeli göründüğünü gözler önüne serer.
Pek çok erkekte görülen evlilik korkusunda, çocukluk döneminden kaynaklanan bu korkunun da bir miktar etkisi vardır. Bunların yalnızca hayali tehlikeler olduğu doğrudur ama psikolojik olarak gerçekliklerini korurlar.
Oğulları ve erkek kardeşleri arasındaki bu korkuyu hafifletmek için evli erkekler ne yapmalıdır? Bu korkudan kendilerinin de soyutlanmış olmadıklarını ve evliliğin, kuruntunun tehdit ettiği gibi ne çok harika, ne de çok korkunç olduğunu söyleyebilirler. Eğer bekâr arkadaşları onlara, yabanıl filleri yakalamakta kullanılan evcil filler olduklarını söylerlerse, medeni cesaret erkeğe çekici gelmeye devam eder. Ralph Waldo Emerson’unkinden daha iyi bir öğüt verilemez: “Daima, yapmaktan korktuğun şeyi yap.”
Theodor Reik
Erkeklerin Evlilik Korkusu
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024