Mitolojinin sayfalarında yer alan her karakter, yalnızca kendi zamanının değil, çağlar boyunca insanlık halinin bir izdüşümüdür. Truvalı Paris, bu figürlerin en karmaşıklarından biridir. Onun hikâyesi, bir aşk uğruna imparatorlukları yıkan, arzunun bedelini halklara ödeten, sorumluluktan kaçan ama karizmasından bir şey kaybetmeyen bir gencin öyküsüdür. Ancak bu mitolojik karakterin ismini taşıyan, Batı uygarlığının kalbi sayılan Fransa’nın başkenti Paris’in yükselişiyle birlikte, semboller ve tarihler birbirine dolanır. Anadolu’nun bir dağ köyünde çoban olarak büyüyen Paris’in adı, bir gün Aydınlık Çağ’ın merkezinde, modernitenin simgesi olan bir metropolde yankılanacaktır.
Peki ama bu isim benzerliği yalnızca bir tesadüf müdür? Yoksa Paris’in karakteri, hem mitolojik hem de tarihsel olarak bugünümüzü hâlâ şekillendiren bir anlatı biçimi mi sunar?
Anadolu’dan Avrupa’ya: İki Uygarlığın Kesişim Noktasında Paris
Paris, mitolojik anlatıya göre Troas bölgesinde – bugünkü Çanakkale kıyılarında – doğmuş bir prenstir. Troya, yalnızca bir şehir değil, Doğu ile Batı’nın buluşma ve çatışma noktasında duran kadim bir uygarlıktır. Bu bağlamda Paris’in doğduğu topraklar, binyıllardır süregelen bir jeopolitik ve kültürel geçiş alanıdır. Bugünün Avrupa’sını şekillendiren Helenistik düşüncenin doğu sınırı, işte bu Ege kıyılarıdır.
Ne var ki bugün “Paris” deyince akla gelen ilk şey Louvre Müzesi, Eiffel Kulesi veya entelektüel kafeler olurken, bu isimle anılan ilk figürün Anadolu’nun bir dağ köyünde keçi güden, ama tanrıçaların kaderini elinde tutan bir genç olduğu unutulmuştur. Bu unutuluşun kendisi bile bize çok şey söyler: Modernite, kendi geçmişini unutarak ilerler. Fransa’nın başkenti, Antik Anadolu’nun Truva’sına adını borçludur ama Truva’ya hiçbir şey borçlu olmadığını düşünür.
Bu bakımdan Paris, sadece bir karakter değil, bir hafıza kaybıdır. Avrupa’nın kültürel yükselişi, Doğu’dan devraldığı mitolojik, felsefi ve estetik mirası Batı’ya mal ederek, aynı isimle ama bambaşka bir değer sistemiyle yeniden üretmiştir. Paris’in adı, doğduğu coğrafyadan alınıp Batı’nın kalbine yerleştirilmiş, bir anlamda kolonize edilmiştir.
Paris’in Karakteri ve Günümüz Siyasetinin Alegorisi
Truvalı Paris, gücü, bilgeliği ve aşkı temsil eden üç tanrıça arasında seçim yapmak zorunda kaldığında, en bireysel olanı – arzuyu – seçer. Afrodit’in sunduğu “aşk” vaadi, Paris için her şeyden önemlidir. Ne halkının kaderi, ne politik denge, ne etik sorumluluk onu durdurabilir. Helen’i kaçırarak yalnızca bir kadını değil, bir uygarlığın dengesini de çalmıştır.
Bu tercih, bugün neoliberal bireyciliğin ve popülist siyasetçilerin etik sınır tanımayan kararlarıyla yankılanmaktadır. Bugünün Paris’leri – yalnızca şehirler değil, figürler olarak da – çoğu kez kişisel çıkar, siyasi romantizm veya ideolojik tutkular uğruna halklarını felakete sürüklemeye hazırdır. Tıpkı Paris gibi onlar da sorumluluk aldıklarında değil, krizlerin merkezinde olduklarında görünür olurlar.
Paris’in okçuluğa sığınması, meydan savaşından kaçması ama yine de anlatının merkezinde kalması, bize medyatik liderleri hatırlatır. Halkın gözünde karizmatik, duygusal, tutkulu ama aynı zamanda kırılgan, sahici olmaktan uzak figürlerdir bunlar. Sorumluluk almak yerine duygusal bir anlatıya yaslanarak kendilerini kurtarırlar. Onlar için önemli olan halk değil, “hikâye”dir. Paris, çağımızın anlatı odaklı siyasetçisinin prototipidir.
Estetikle Maskeleyen Bir Zayıflık: Paris’in Kalıcılığı
Truvalı Paris’in hikâyesinde en dikkat çekici unsur, onun zaaflarının sürekli estetikle maskelemesidir. Yakışıklılığı, zarifliği ve duygusal derinliği, halkın ona duyduğu öfkeyi gölgede bırakır. Aynı estetik örtü bugün Paris şehrinin simgesel anlamında da vardır: romantizm, entelektüel ihtişam, moda, sanat. Fakat bu estetik, bazen Fransa’nın sömürgecilik geçmişini, sınıfsal eşitsizliklerini, banliyölerde bastırılan öfkeyi görünmez kılabilir.
Truvalı Paris gibi, bugünün Paris’i de arzunun, kültürün ve iktidarın kesiştiği bir merkezdir. Ancak bu merkez, kimi zaman halkların acısını – Truva’nın yıkımını – arka planda bırakır. İşte tam bu noktada mitolojik Paris’in bugünkü Paris’le arasındaki bağ bir alegoriye dönüşür: güzellik, zaafı gizler; hikâye, yıkımı unutturur.
Arzunun Coğrafyası Olarak Paris
Paris karakteri, yalnızca Truva Savaşı’nı başlatan bir genç değildir; aynı zamanda insan doğasının zaaflarını, bireysel arzunun kolektif bedellerini ve hikâyelerin nasıl iktidar biçimine dönüştüğünü gösteren bir figürdür. Bugün onun adıyla anılan şehir, modern dünyanın merkezi gibi görünse de, aynı ismin taşıdığı mitolojik yükle hesaplaşmak zorundadır.
Truvalı Paris’in hikâyesi, günümüz dünyasında arzunun, estetiğin ve bireysel anlatıların politikayı nasıl şekillendirdiğini anlatan evrensel bir alegori olarak hâlâ canlıdır. Bu nedenle hem ismiyle hem mirasıyla Paris, dünle bugünü, Doğu ile Batı’yı, arzuyla felaketi birbirine bağlayan bir köprüdür.
Kaynakça:
- Homer. The Iliad. Trans. Robert Fagles. Penguin Classics, 1998.
- Apollodorus. The Library of Greek Mythology. Trans. Robin Hard. Oxford University Press, 1997.
- Jean-Pierre Vernant. Myth and Thought among the Greeks. Zone Books, 2006.
- Edward Said. Kültür ve Emperyalizm. Çev. Selahattin Hilav. Hil Yayın, 2001.
- Walter Benjamin. Estetik Üzerine Yazılar. Metis Yayınları, 2017.