Çorlu’da yaşanan trenin yoldan çıkarak 24 kişinin yaşamını yitirmesi, yüzlerce kişinin yaralanma olayına kaza demek, yaşanan katliama ortak olmaktır.
Senelerce yol kontrolü yapan ve “yol bekçileri” olarak adlandırılan görevliler sayesinde bu tür vakaların yaşanmadığı ülkemizde, 2014 tarihinde yol bekçilerinin işine son verilmesi ve her yerde olduğu gibi taşeronlaşmaya gidilmesi sonucu, yollardaki kötü durumlardan habersiz trenlerin kaza yapması doğallaştı.
Özellikle de yolların bakım, onarım ve yenileme işlerini yürüten yüklenicilerin kontrol edilmemesi, yapılan yollarlın zeminlerinin sağlamlaştırılmaması ve aşırı yağışlardan etkilenerek yolların çökmesi sonucunda yaşanan katliamda suç yağışlara ve makinistlere kesilmeye çalışılsa da “görünen köy kılavuz” istemiyordu!
Yaşanan bu katliam sonrasına rastlayan seçilmiş Cumhurbaşkanının yemin töreninde, ölümler yokmuş gibi davranılması da doğal olarak şaşırtmadı!
Nasıl kazanıldığı herkesçe bilinen seçimler sonrası alınan zaferi kutlamaları doğal karşılanabilir ama Suudi Arabistan’ın kralı öldüğünde “ulusal yas” ilan edenler (Suudi kralı ile ulusal yas arasında mantıksal bağ olmasa da) kendi vatandaşları öldüğünde neden duyarsız davrandıklarını doğallıkla açıklamaya çalışmak kadar saçma başka bir durum olamaz!
Kazanma şekli nasıl olursa olsun (tartışma zamanı geçti) kazandılar ve bunu kutlayacaklardı, kutladılar.
Ölümler ne de olsa kazananlara ait değildi, kazaydı, fıtrattı, kaderdi, olağandı. “Üzüldük ama yola devam” dediler.
Haklılar!
Ardından açıklanan Soma davası sonucu da ne aileleri ne de izleyip takip edenleri tatmin edemedi. Edemezdi de!
Resmi rakamlara göre hayatını kaybeden 301 (çok daha fazla olduğu iddiaları bitmedi) madenci karşılığında verilen cezalar caydırıcılıktan uzak, karşılık olamayacak kadar küçük ve güdüktü.
Şirketin patronu olan şahsın beraat etmesi, cezasız bırakılması, sistem açısından doğru, yaşamını kaybedenler açısından ise Adaletsiz bir durumdu! Özellikle de davanın “taksirli suç” kapsamında değerlendirilmesi (acemilik, dikkatsizlik, talimatlara uymama vs) hem patronları kurtarma hem de verilecek cezaları düşürme amaçlıydı! Öyle de oldu.
Adalet, adaletsizliğe uğrayanları yine tatmin etmedi, edemedi!
Ardından gelen Adnan Oktar ve müritlerine yapılan operasyonda insanlar daha çok “kedicik” olarak anılan kadınlar konusuna takılsa da, geri planda olan can alıcı nokta, operasyonun mali şube tarafından yapılmış olması, siyasi veya sosyal yanının olmaması, ve yargılamaya başlamadan mülklere el konulmasında yatıyordu!
Herhangi bir yargılama, hukuksal işlem ve karar olmadan, Anayasal güvence altında olan mülkiyetin dokunulmazlığının çiğneniyor olması, Adnan Oktar’ın kişilik olarak sevilmemesinden kaynaklı öfke nedeniyle görünemedi!
Kişi kim, suçu ne olursa olsun, yapılan hukuksuz işleme, Anayasal hakkın çiğnenmesine, adaletsizliğe karşı çıkılmaz ise, yarınlarda kendimize uygulanacak adaletsizliğe de karşı çıkma hakkı kalmaz, kalamaz, karşı çıkacak insan da bulunmaz!
Bu işlemin karşılığında akla gelebilecek tek neden, gerek seçimler öncesi var olan bütçe açıklarının gerekse seçimler nedeniyle yaratılan yeni bütçe açıklarının kapatılmasında bu yöntemin uygulanacağıdır ki önümüzdeki süreçte daha çok yaşanacağının da işaretidir.
Bu uygulamanın sadece zengin kesimlere yapılacağını sanmak ise çok basit söylemle aptallık olur ki bütçe açıklarının büyüklüğü karşısında emekliler dahil her kesim, bu tür uygulamaların kapsama alanı dahilindedir!
Ne yazık ki bütçe açığı ve ekonomik finanstaki delik o kadar büyük ki 15 Temmuz’da tankların egzoslarını tıkayan tişörtler bu konuda çaresiz kalacaktır!
Yönetim biçimi değişen ülkenin sisteminin değişmeyeceğini, değişmediğini söylemek de fazladan bir bilgi değildir.
Yıllardır parlamentoyla yönetildiği sanılan ancak parlamenterlerin sadece maaş alıp yattığı, ülkenin gerçek egemenler tarafından yönetildiği sistem değişmedi. Değişen, egemenlerin, yönetime direkt müdahil olması oldu.
,Milli Eğitim Bakanımız okul sahibi, Turizm Bakanımız Tur sahibi, Sağlık Bakanımız hastane sahibi, Savunma bakanımız Genel Kurmay başkanı!
Asıl can alıcı detay ise ayrıntılarda gizli.
Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Murat Kurum, 17-25 Aralık’ta cemaatin dinlemesine takılan üst düzey bürokratlardan birisiydi, şimdi Bakan oldu!
Cumhuriyet Vakfı Başkanı ve İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, karikatürist Musa Kart ve yazar Hakan Kara, geçmişte tatil programı için ETS Tur’u aramaları, iddianamede “FETÖ” suçlamasına delil olarak gösterilmişti (1)
ETS turun sahibi ise Turizm Bakanı oldu!
Birçok benzer özelliklere sahip yeni kabine gösteriyor ki iktidarda bulunan görevlilerin tamamı bir şekilde Fetullah Gülen ile ilişkiliydi!
Bugün operasyonlar için mazeret olarak kullanılan “FETÖ Terör örgütü” içerisinde yer almayan kimse kalmamış! Hepsi bir şekilde bulaşmış.
Kim bilir, belki de ilişkiler halâ devam ediyordur!
Diğer taraftan dolar’ın yükselişi, yani ülkenin değer sayacı olan lira’nın uluslar arası ekonomik piyasada değer kaybetmesi, iktidarın yeniden kazanmasına rağmen devam ediyor ve hız kesilmedi.
Mevcut durum ve gidişat iç açıcı değil ve gelecek kaygısı yükselerek devam ediyor.
Bizler, bu ülkenin gerçek sahibi olan ve “halk” olarak nitelenen işçisi, köylüsü, esnafı, emeklisi, öğrencisi, erkeği ve kadınıyla sistemden en çok olumsuz etkilenenler, oturmaya devam edersek, gelecek kaygımızın daha da büyüyeceği açıktır.
Bize fıtrat olarak sunulan yaşamı değiştirmek bizim ellerimizde ve istersek değiştirebiliriz.
Başlamak için sadece istemek kalıyor.
Çay koyun ve düşünün…
1.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1022934/Kabinenin_FETO_sicili.html
- Af mı yoksa Ekmek mi? - 30 Eylül 2018
- Sudan Sebepler - 17 Eylül 2018
- O günleri de göreceğiz… - 8 Eylül 2018