127 gündür tutuklu bulunan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Fırat Epözdemir, nihayet hâkim karşısına çıktı ve ilk duruşmada yurt dışı çıkış yasağıyla tahliye edildi. Ancak mesele, bir avukatın bireysel özgürlüğüyle sınırlı değil. Epözdemir’in tutuklanması ve yargılanması üzerinden beş aydır sürdürülen bir baskı politikasının, hukukun sınırlarını ne kadar zorladığını ve Türkiye’nin hukuk devleti ilkesinden ne kadar uzaklaştığını tartışmamız gerekiyor.
Baroya Yönelik “Aklı Aşan” Bir Operasyon
Fırat Epözdemir’in özgürlüğüne kavuşmasının ardından açıklama yapan İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, kararın sadece bireysel bir adaletin tecellisi olmadığını, aynı zamanda İstanbul Barosu’na dönük olarak yürütülen “hukuk dışı, anayasa dışı, yasa dışı, hatta akıl dışı” bir operasyonun çöktüğünün ilanı olduğunu vurguladı. Kaboğlu’nun sözleri, yalnızca bir meslektaşının değil, tüm hukuk camiasının maruz kaldığı sistematik bir sindirme çabasının ifşası gibiydi:
“Fırat Epözdemir’in özgürlük ve güvenlik hakkının özüne dokunulmuştu. Bugün bu ihlal kararına son verildi,” diyen Kaboğlu, sadece bireyin değil, kurumun, yani İstanbul Barosu’nun da hedefte olduğunu dile getirdi. Beş ay süren bu yargısal operasyon, baroyu etkisizleştirme ve susturma girişimi olarak okunmalı.
Baronun yargılanması, yönetim kurulu üyelerinin tutuklanması, savunma mesleğinin kriminalize edilmesi: Bunların hiçbiri münferit olaylar değil. Bir bütün olarak hukukun, özellikle de savunmanın bastırılmasına dönük bir siyasi mühendisliğin parçaları.
Avrupa’dan Gözaltına, Oradan Silivri’ye
Epözdemir, 23 Ocak’ta Avrupa Konseyi ziyareti dönüşü İstanbul Havalimanı’nda gözaltına alınmış, 25 Ocak’ta ise “terör örgütü propagandası yapmak” ve “terör örgütüne üye olmak” suçlamalarıyla tutuklanmıştı. Bir baro yöneticisinin, yurtdışı görev dönüşünde havalimanında gözaltına alınması, doğrudan bir gözdağı ve cezalandırma operasyonunun sinyallerini taşıyordu.
İstanbul Barosu gibi Türkiye’nin en büyük meslek örgütlerinden biri olan ve çoğu zaman hukuksuzluklara karşı ses çıkaran bir kurumun yöneticisine yöneltilen suçlamalar, sadece bir kişinin değil, kolektif bir muhalefetin susturulmak istendiğini gösteriyordu.
TBB: “Hukukun Üstünlüğü Reddedildi”
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Bahar Gültekin Candemir de bu süreci yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasi ve ideolojik bir hesaplaşma olarak değerlendirdi. Candemir, “Hukuk devletinin yok sayıldığı, hukukun üstünlüğünün rafa kaldırıldığı bir süreci İstanbul Barosu üzerinden yaşıyoruz,” diyerek, yaşananları bireysel bir mağduriyetin çok ötesinde ele aldı. Ona göre bu dava, savunma hakkının, ifade özgürlüğünün ve toplumsal barışın teminatı olan hukuk devletine doğrudan bir saldırıdır.
“Kaygımız, bu topraklarda yaşayan tüm yurttaşlarımız için barışın, huzurun, bir arada yaşama niyetinin ve hukuk devletinin egemen olduğu günlerden uzaklaşmamak,” diyen Candemir’in sözleri, yargı süreçlerinin yalnızca sanıkları değil, tüm toplumu etkileyen yapısal krizlerin aynası olduğunu ortaya koyuyor.
Hukuk Devletinin Son Kaleleri
İstanbul Barosu Başkanı Kaboğlu’nun, “Bu karar İstanbul Barosu’na yönelik operasyonların da çöktüğü anlamına gelir,” sözleriyle kamuoyuna verdiği mesaj, yalnızca bir sevinç ifadesi değil; aynı zamanda bir uyarıydı. Türkiye’de hukuk devleti adına kalan son kurumların, baroların, hâlâ ayakta olduğunu, ancak sürekli saldırı altında bulunduklarını anlatıyordu.
Bugün 67 bin avukatıyla İstanbul Barosu, 200 bini aşkın avukatla Türkiye genelinde savunma mesleği, hâlâ hukuk devleti idealine inananların elinde. Ancak bu inancın, sadece duruşma salonlarında değil, kamuoyunda, medyada, sokakta da savunulması gerekiyor.
- NHY / ANKA Haber Ajansı