El Enfal, Bedir savaşı sonrası indirildiğine inanılan ve 75 ayetten oluşan, “savaş ganimeti” anlamına gelen Kuran’ın 8. suresi.
El Enfal, Irak Devlet başkanı Saddam Hüseyin’in emriyle, Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtlerin yok edilmesi için 1986 – 88 yılları arasında yapılan, katliamlarla dolu, baskı, şiddet ve yok etme politikası içeren savaşın adı.
İran’la savaş halinde olan Irak, kuzeyde ittifak yapan Barzani liderliğindeki Kürdistan demokrat partisi ve Talabani liderliğindeki Kürdistan yurtseverler birliği ile de mücadele ediyordu. İttifak yapan iki büyük Kürt örgütü Süleymaniye kentini ele geçirince Saddam Hüseyin, bunun karşılığını vermek üzere çok büyük bir saldırı başlattı.
Adı En Enfal olan bu saldırı, sivil ayrımı yapmadan önüne geleni yok etmek üzere planlanmıştı. Kürt yerleşim bölgeleri havadan savaş uçaklarıyla bombalanıyor, karadan tank, top ve askeri birliklerle yoğun saldırı altında tutuluyordu.
“Kürtleri temizleme” hareketinde istediği başarıyı elde edemeyen Saddam Hüseyin, kuzey orduları komutanlığına, kuzeni Hasan Ali Mecid’i atadı. Aynı zamanda Baas partisinin kuzey bürosu başkanı da olan Mecid’e, kuzeydeki tüm devlet birimlerini yönetme yetkisi de verdi ki bu yetki kendisinin yetkisiyle eş değerdeydi.
Savaşta çok fazla kimyasal silah kullandığından dolayı “Kimyasal Ali” olarak anılan Hasan Ali Mecit, yapılan atama sonrası ilk icraatı kimyasal silahlar kullanarak Kürtleri yok etme saldırısını başlattı. İlk olarak Balisan vadisi olarak bilinen yerde kullanılan kimyasal silahlarda kaç kişinin hayatını kaybettiği tam olarak bilinmiyor.
Irak tarihinin en kanlı operasyonu olarak bilinen “El Enfal” saldırısı, Güney Kürdistan’ın İran sınır bölgesinde, 76 bin kişinin yaşadığı Halepçe kasabasında, insanlık dışı yüzünü en açık biçimiyle gösterdi.
16 Mart 1988 de, El Enfal saldırısının en kanlısı, en çirkini, en insafsızı başlıyordu. Kürt illerinde yaşayanlar savaşa alışkın olduğundan, başlatılan top atışlarından korkmamış, sığınaklara inerek kendilerini güvenceye almışlardı. Ne yazık ki görünen, yaşanacak olandan çok farklıydı.
Mecid’in komutasındaki güçler, önce yoğun top atışları yaptı. Top atışının amacı hem verilebilecek en büyük zaiyatı vermek hem de kırılmadık cam bırakmamaktı. Sonrası yapılacak kimyasal silahların daha etkili olabilmesi için camlar kırılmalı, kimyasalın yayılması için önünde engel kalmamalıydı. Ayrıca, yapılan yoğun top atışları, halkın ve Kürt komutanların, kimyasal silah kullanılabileceği düşüncesini de yok ediyor, böylece önlem alınmasını da engelliyordu.
Yoğun top atışlarından sonra savaş uçaklarının bombardımanı başladı. İlk atılan bombalar, top atışları gibi, kırılmayan son camları kıracak ve yıkılmayan duvarları yıkacak ve halkı/sivilleri tümden savunmasız bırakacaktı ve öyle de oldu.
Hemen arkasından savaş uçakları asıl amaçlanan bombalamayı başlattı. Uçaklardan kimyasal bombardıman başlatıldı.
Hardal, Sarin ve VX olarak bilinen kimyasal gazlar kullanılıyordu. Kullanılan gazlar insanlar tarafından hemen anlaşılmasın diye, gazlara elma kokusu eklenmişti.
Savaş uçaklarının bombardımanı sonucu tüm Halepçe elma kokusuyla dolmuştu. Özellikle çocuklar, duydukları elma kokusu nedeniyle gazı hissetmemiş, çok kısa sürede de ölmüşlerdi. Sivillerin bir kısmı da, kasabadan dağlara giderken yakalanmıştı. Gazlar çok etkiliydi ve kısa zamanda öldürüyordu. Kimyasal bombardıman 17 Marta kadar sürdü. Halepçe’de hiç kimsenin sağ kalmaması isteniyordu. Elma kokusu ve ölüm birleşmiş, “Elma kokulu Ölüm” olmuştu.
Resmi rakamlara göre 5.000 civarında olan ölü sayısı asla netleşemedi. Görgü tanıkları, ölümün çok daha fazla olduğunu söylediler. On binlerce yaralıdan da ölenler oldu. Yaşanan acı anlatılamazdı. Büyüktü, derindi, sarsıcıydı…
İki tanığın anlatımından Halepçe Katliamı;
Ümit Ali Reşit; Katliamın tanıklarından olan Ümit’in ilk yaşadığı katliam değildi, Halepçe. Ümit Ali Reşit, Annesini 1974’te rejim güçlerinin yaptığı başka bir hava saldırısında kaybetti. Başka bir kimyasal saldırıdan hemen sonra ailesiyle birlikte sığınağa kaçmış. Hardal gazına maruz kaldıklarını anladıklarında artık çok geçmiş. Ümit saldırıda üvey annesi ve dört kardeşini kaybetmiş. Ağır yaralı halde İran’a götürülen Ümit, Şans eseri hayatta kaldığını anlatıyor. “İran sağlık ekipleri beni İran’a götürdü. Sağlık durumum çok kötüydü. Bana verdikleri serumu çıkarıp içtim ve kanama geçirdim. Bunun üzerine beni başka bir hastaneye sevk ettiler. Burada ölenler oluyordu. Ben de bayılmışım, öldü sanıp kefenlemişler. Mezarlığa götürülmeden hemen önce kendime geldim” sözleriyle anlatıyor, yaşadıklarını. Bir kampa yerleştirilen Ümit, 6 ay sonra babası tarafından bulunup, Halepçe’ye getirilmiş.
Katliamın diğer tanıklarından olup, kendi köyünde sığınak olmadığı için çocuklarıyla birlikte Halepçe’ye kaçan Süheyla Muhammet Sait; kimyasal saldırıya burada yakalanmış. 5 gün sığınakta kalan Sait, ailesiyle birlikte kaçmaya karar vermiş. Kaçarken yol boyunca saldırılara tanık olmuş. Kimyasal bombalar sığındıkları bir köyde onu ve ailesini bulmuş. Anında gözlerini kaybeden Sait, yaralıların ve ölülerin arasında iki gün boyunca yardım beklemiş, beklerken de 5 çocuğunu birer birer kaybetmiş.
Sait “Oradayken babam bir oğlumun öldüğünü söyledi. Bunu duyunca daha kötüleştim. Diğerleri ölmesin diye dua ettim. Büyük kızım sol tarafımda oturmuş, küçük kızım onun sırtındaydı. Şehadet getirdi ve ‘Anne ben de ölüyorum’ dedi ve son nefesini verdi. Bir şey yapacak gücüm kalmadı. Diğer kız da aynı orada öldü. 5 çocuğum orada öldü. O gün mahşer günüydü yalnız ben de şanssızdım, ölmedim” diye konuşuyordu.
Muhammet Sait, çocuklarının eşyaları hâlâ saklıyor. Kızlarının çantaları, erkek çocuklarının ölmeden bir gün önce aldıkları kalemler. Sait’in en değerli varlıkları.
Sait 26 yıldır siyah elbise giyiyor.
- Af mı yoksa Ekmek mi? - 30 Eylül 2018
- Sudan Sebepler - 17 Eylül 2018
- O günleri de göreceğiz… - 8 Eylül 2018