Ellerim Sudan Ucuz

Ellerim sudan ucuz. Ve siyaset bunu açıkça belli ediyor. Yüzümde canımı acıtan iki minik göz… Aklımda varlığıma hükmeden bir özgürlük tutkusu. Herkesin bildiği bir dilde yazıyorum bu yazıyı. Gözyaşlarından mürekkep, sürekli içimden dışarı akma halinde…

İnsan, insanın olmadığı bir dünya istiyor bazen. Bir toplumla mı yoksa “organize bir suç örgütüyle mi karşı karşıyayız”, anlayamıyorum çoğu zaman. Tabii hal böyle olunca, “çıkarın beni bu dışarıdan” demek geliyor içimden. Zaman zaman kendimle başa çıkmaya çalışırken yoruluyorum. Sonra sosyal medyanın imkânlarıyla (!) ayağa kakıyorum. Yani ben, bana kurban durumu… Elalem ne derse “iyi” desin, “hoş” desin benim için!

Şaka bir yana, toplum olarak, hayatın zorluklarını “yırtmaya”, kendimizi göstermeye çırpındıkça; içimizdeki denizde boğulmaya kulaç atıyoruz aslında. İnsanlar (daha çok da erkekler) ne zaman ki bacak aralarından önce kalplerinin yerini öğrenecekler; kendilerine kalbi olan bir yol arayacaklar, işte o zaman her şey düzelmeye en yakın zaman olacak. Bizi kan bağı değil, iyilik, güzellik, dayanışma, sevgi, vicdan ve adalet duygusu birbirimize bağlayacak o vakit. İnsanlık ailesinin bir üyesi olma duygusu ruhunuzu besleyecek. Devlet, bayrak, milli marşlar, din, insandaki gerçeklik algısını bozuyor. Dolayısıyla bu uğurdaki hayallerimiz kardan adam gibi, güneş doğduğunda eriyor. Çok şey istiyoruz; istediğimiz şeyin kölesi oluyoruz sonra. İnsanın hiçbir şey istemediği zaman özgür olabileceğini düşünemiyoruz. Düşünsek bile işimize gelmiyor belki de; şu tüketim kültürünün hâkim olduğu ortamda. Kendini yeniden üretemeyen ideallerin peşinde oluyoruz çoğu zaman; üretemeyince de radikalleşiyoruz… Savaşıyoruz…

Her ne ise, bir ucu su, bir ucu toprak yaşamın. Yalnızız… Üstelik çift kişilik yaşam, tek kişilik yaşanınca gerçeklik algısı çok daha başka oluyor insanın. Yalan kocaman ağzını açmış yutuyor gerçekleri. Belli ki işler yolunda gitmiyor hiçbir yerde… İşler yolunda gitmiyorsa, o yoldan vazgeçmenin yolu, başka bir yol bulmak olmalı…

Sözün özü, beni yırtmak istiyor zaman; kendi tarih kitabının sayfalarından. O da olacak bir gün elbet; bari acele etmese… Aslına bakılırsa bende yoruldum, dünya da yoruldu benden. Hadi zor bir soru sorayım: ben kaç kişinin kalbiyim ya da kalbim kaç kişide atıyor. Garip bir soru daha sorayım: benden bir liman olur mu, kıyılarından mendil sallanan… İnsanlık için “lazım” biri miyim, falan filan… Biraz şiirimsi oldu; varsın olsun. Şiirde başka bir hayat var sonuçta…

Hep bir kökümüz olsa nasıl olurdu diye düşünmüşümdür; biz de bir insan bitkisiyiz son tahlilde… Toprağa sıkıca sarılmış, oradan istediği kadar su; güneşten ihtiyacı kadar ışık; sıcaktan, soğuktan nasibimiz kadar alsak; başkasından (ç)almasak… Ama kazın ayağı öyle değildi; madem ki toplumsal varlıktık!… Sanırım daha çok su gibi olduk, bir kaba doldurulmuş, kapağı kapatılmış üstelik. İçinde bulunduğumuz kabın, şeklini almamak gibi “doğa dışı” bir ruh hali vardı kimimizde. Nehirler denize doğru coşkuyla akıyordu zira… Şimdi, söze konu olması gereken devir, bu devir değil mi?

Ellerimiz sudan ucuz olmasın diye…

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)