Küçükken rahmetli babaannem Demirci Mehmet Efe’yi anlatmıştı “üç adamla güreşirmiş rahmetli bir baş soğanla bi davarı yermiş. Yunan dağı daşı sarınca “Yunan’ın altında bastığım şu taş aldığım nefes haram olsun” demiş…
Bir zamanlar kahramanları severdik kahramanlara
Türküler şiirler destanlar yazardık sonra bir şey oldu, bir karanlık heyula bizi eritip leş gibi bir kalıba döktü. Artık mülkiyete mevkie makama paraya methiyeler düzer olduk. İnsanın çürümesi bir meyvenin çürümesi gibi olsa ne güzel çürüyen meyve gübre olur. Toprak anaya karışır toprağın özünü besler. Yeni ve doğacak olan çiçeğe direnç olur.
Peki ya insan, insan bir kez çürümeye yüz tutsun; artık sınırı ucu bucağı olmuyor karanlık bir dehlizin içinde düştükçe insanlığı da aşağılara çekiyor.
Hal böyleyken az sayıda insan kalabilmişlerde bu lahana tarlasını andıran kalabalığın içinde gittikçe yalnızlaşıyor. Yalnızlığı elbette bu karanlık kalleş sürüye tercih ederim, orası ayrı. Beni üzen şey yalnızlaşan ve hala iyi ve canlı ya dair emareleri üzerinde taşıyan azınlığın cesaretinin kırılmaya uğraması, bu acıklı trajedinin bir öznesi olması.
İşte bunları gördükçe, rahmetli babaannemin kahramanı geliyor aklıma ve bizim o soylu kahramanlarımız…
Onun için önümüzdeki seçim sadece bir anayasa değişikliği için değil, direnmeyle çürüme arasında bir tercih…
Ozan Samur
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024