Brexit: Siyasi krizlerden anayasal bir krize

Başbakan Boris Johnson 28 Ağustos günü Kraliçe’den parlamentoyu beş hafta askıya almasını istedi. Kraliçe, bu öneriyi kabul etti. Geçerken not edelim, Kraliçeyi suçlamanın bir anlamı yok. Eğer Kraliçe kabul etmeseydi, parlamentodan güvenoyu almış bir hükümetin başbakanının isteğini geri çevirmiş, teorik ve tarihsel olarak parlamentoyu karşısına almış olacaktı.

Parlamentonun, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliğinden çıkması için son tarih olan 31 Ekim’den iki ay önce, beş hafta askıya alınması, anlaşmasız ayrılma olasılığını daha da arttırdı.

Bu karar, İrlanda barış sürecinden, Birleşik Krallığın birliğinin geleceğine kadar birçok soruyu gündeme getirdi ve Financial Times’in hukuk konuları editörü David Allen Green’in deyimiyle bir “anayasal krize” giden yolu açtı.

‘Sürekli siyasi kriz’

Brexit referandumu gündeme geldiğinden bu yana İngiltere siyasi yaşamı adet birbiri ardına gelen olaylarla ilerleyen ‘sürekli bir siyasi krize’ girmişti.

Birçok gözlemci uzunca bir süredir, hükümetin, Brexit sorunları yüzünden ‘normal’ çalışma düzenini kaybettiğinden yakınıyordu.

Neredeyse kıl payı Brexit sonucu çıkan referandumu üzerinde, birçok ahlaki (gerçekdışı vaatler) ve hukuki (mali kaynaklarına, Rusya’nın etkisine, Facebook verilerinin kullanımına ilişkin) soru hala açıklığa kavuşmuş değil.

Bu referandumu gündeme getiren, dönemin Muhafazakar Partili Başbakanı David Cameron referandumun hemen ardından istifa etti. Onun yerine geçen Theresa May, ilk gittiği erken seçimde, meclis çoğunluğunu kaybetti.

May, yeni hükümeti de, Kuzey İrlanda’nın en muhafazakar partisi DUP’den aldığı, bir milyar sterlinlik ek yatırım desteği vaadiyle kurabildi.

Theresa May, Birleşik Krallığın AB’den çıkması için yaptığı görüşmelerde ortaya çıkan anlaşmayı üç kez meclise getirdi ancak destek alamadı ve sonunda istifa etmek zorunda kaldı.

Boris Johnson’ın Theresa May’in yerine parti başkanı ve başbakan olmasına olanak veren Muhafazakar Parti liderliği seçimlerinde aday olan isimlerin tamamı kampanya boyunca ‘yalan söylemiş olmakla’ suçlanıyorlar.

Guardian’ın derlemesine göre, “Meclisi askıya alma olasılığına ne diyorsunuz?” sorusuna, “sahillerde savaşıp ölenlerin tüm inançlarına ters. Asla kabul etmem”, “Korkunç çirkin bir teklif”, “Demokrasiyi yıkarak demokrasi olmaz. Parlamento öyle isteyince kapatılamaz… Diktatör mü seçiyoruz”, “Birçok açıdan yanlış. Demokrasi geleneğimize aykırı”, “Açıkça çılgın bir öneri”, “Ben yapmam, asla olmayacak” gibi ifadelerle cevap veren adayların hepsi şimdi, parlamentoyu askıya alan Boris Johnson’un hükümetinde bakanlık yapıyorlar ve medya karşısına çıkmaktan köşe bucak kaçıyorlar.

Muhafazakar Parti liderliği seçimi kampanyası boyunca, “Meclisi askıya alma” olasılığına ilişkin sorulara, danışmanları, “asla yapmayacak” dese de Boris Johnson, başbakan olunca, 10 Numara’nın kapısı önündeki basın açıklamasında, İngiltere’nin 31 Ekimde,”ne pahasına olursa olsun” AB’den çıkacağını açıklamıştı.

Jacob Rees Mogg gibi, aşırı sağcı Brexit taraftarlarını hükümetinde öne çıkaran, Brexit referandumunun mimarı Dominic Cummings’i güçlendirilmiş (gerektiğinde başka bakanların danışmanlarını işten atmaktan kaçınmayan) bir danışman konumuna getiren Boris Johnson, muhalefet partilerinin liderlerinin ortak hareket etme yollarını aramak için bir araya geldikleri toplantının ertesi günü, meclisi askıya alma önerisini kraliçeye onaylattırdı.

Şimdi de bir anayasal kriz

Böylece Boris Johnson ve Brexit ekibi, muhalefetin birleşmesinden korktuklarını, aslında parlamentoda azınlıkta olduklarını, ‘parlamentonun iradesini yok sayarak’ hareket etmeye başladıklarını da itiraf etmiş oluyorlardı.

Bu demokratik işleyişi bir kenara iten anayasal krizin yolunu açan durum, salt parlamentonun askıya alınmasından kaynaklanmıyor.

Parlamento, bir hükümetten öbürüne geçişte ya da yeni çalışma dönemi başlarken, Kraliçe’nin hükümetin programını okuması için bir ya da iki gün gibi çok kısa bir süre kapatılabiliyor.

Bu sıradan durumun bir anayasal krize dönüşmesinde, “askıya alma kararının” beş hafta gibi uzun bir süre için ve tam da, ülkenin yakın tarihindeki en önemli kararlardan birinin alınmasına iki ay kalmışken alınması yaratıyor.

Bu karar Boris Johnson’un, “Bu askıya almanın Brexit’le bir ilgisi yok. Yeni yasalar var gündemde. Zaten tartışmak, hatta engellemek için bol bol zaman var” sözlerine karşın, hükümetin Brexit politikasının parlamentoda sorgulanmasını, 31 Ekim’de AB’den anlaşmasız çıkışa aykırı bir kararın alınması olasılığını, kısacası meclisin çalışmasını önlemeyi amaçlıyor.

Nitekim deneyimli Savunma Bakanı Ben Wallace, Helsinki’de yakasında mikrofon olduğunu “unutup” yanındaki Fransız meslektaşına “askıya almanın tamamen Brexit’le ilgili olduğunu” ağzından kaçırıveriyor.

Boris Johnson da son yaptığı açıklamada, kararı savunurken, “Avrupa Birliği’ndeki dostlarımız, anlaşmasız ayrılığın parlamentoda engellenebileceğini düşündüğü sürece, arzu ettiğimiz anlaşmayı elde etme olasılığımız azalır” dedi.

Medya kararı nasıl yorumladı?

Dominic Cummings gibi seçilmemiş, Boris Johnson’dan başka kimseye sorumlu olmayan, Guardian yazarı Polly Toynbee’ye göre “Boris’i bir kukla gibi oynatan” bir danışmanın varlığı da ayrı bir soru olarak ortada duruyor.

Bu nedenledir ki, hemen bütün partilerden çok sayıda meclis üyesi, infial halinde, “Bu bir siyasi darbedir”, düpedüz meclise hakarettir”, “anayasal yetkilerin suiistimalidir”, “Anayasa karşısında hile yapmaktır”, “Muz cumhuriyeti”, “diktatör” gibi suçlamaları medya önünde açıkça dile getirdiklerini görüyoruz.

Financial Times, adeta meclisi havaya uçurmaya çalışırken yakalanan Guy Fawkes’u (1605 ve “V for Vandetta”) çağrıştıran biçimde “Boris Johnson anayasal makinenin altında bir bomba patlattı” diyor.

Guardian yorumcusu Toynbee’e göre, “bu iç savaş ruh hali” demokrasiyi tehdit ediyor.

Medya da bölünmüş durumda. Daily Mirror hariç tüm tabloid gazeteler ve Daily Telegraph Boris Johnson’u destekliyor. Times, sakıncalarından söz ediyor, ama İşçi Partisi lideri Corbyn’in muhalefeti bir araya getirerek hükümeti düşürmesinden korktuğundan, sürekli “sakin olıun” diye uyarıyor.

Financial Times, Economist, City A.M, Guardian ve Independent, askıya alma kararını, anlaşmasız çıkma niyetini şiddetle eleştiriyorlar.

Sanayi ve finans kesimlerine yakın yorumcular İngiltere ekonomisinin, Brexit’in getirdiği belirsizliklerden dolayı resesyona girdiğini, ekonominin Brexit’e hazır olmadığını vurguluyorlar. Merkez Bankası ve IMF’nin en iyimser tahminleri, yüzde 2 ekonomik daralma olasılığına işaret ediyor.

Böylece karşımıza ilginç bir resim çıkıyor. Bu resimde, İngiltere’de iş çevrelerinin, onların sorunlarını dile getiren, Financial Times ve Economist gibi yayınların, Britanya Sanayicileri Konfederasyonu (CBI) gibi kurumlarının, Sendikalar Konfederasyonu TUC’nin, Parlamento’nun üyelerinin çoğunluğunun, eğitimli kesimlerin büyük çoğunluğunun karşı olduğu bir projeyi, halkın en yoksul kesiminin sıkıntılarını ve öfkelerini istismar eden bir avuç sağcı politikacı ve entellektüel ve Donald Trump ile Rusya lideri Vladimir Putin’in, AB’yi sabote etme çabaları bağlamında verdiği destekle hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Anlaşmasız ayrılık engellenebilir mi?

Askıya alma kararının yasal zemini oldukça güçlü görünüyor. Muhalefet partilerinin bir araya gelerek, meclis toplanır toplanmaz bir taraftan hükümeti düşürmek için adım atmaları, diğer taraftan, bir yasa geçirerek hükümeti, 31 Ekim tarihini aşan bir uzatma talebiyle Brüksel’e göndermeye zorlamaları gerekiyor.

Gerek hükümet düşürmeye gerekse de yeni bir yasa çıkarmaya yönelik karmaşık süreçleri tamamlamak için var olan zaman çok kısa.

Muhalefetin de, hükûmeti düşürdükten sonra ülkeyi yeni bir seçime götürecek geçici bir başbakan adayı üzerinde uzlaşması kolay görünmüyor.

Her ne kadar meclisin en yaşlı üyesi, Thatcher döneminde bakanlık yapmış Kenneth Clarke’ın, anlaşmasız Brexit’i önlemek için Corbyn’i desteklemeye hazır olduğu söyleniyor olsa bile, Liberal Parti’nin ve Muhafazakar Parti’den vekillerin, Corbyn karşıtlığı malum.

Corbyn dışında bir isim üzerinde anlaşılacak olursa bu kez, Kraliçe, meclisin ikinci en büyük partisinin liderine değil de bir başkasına görev vermek zorunda kalacak. Böylece, bir anayasal gelenek ve kural daha bozulacak.

Tüm bunlara bakınca anlaşmasız bir Brexit’in önlenmesi, hala olanaksız olmasa bile çok zor görünüyor. Ondan sonrasıysa gerçekten meçhul.