ABD’de Müslüman Kardeşler ve Türkiye Paneli

Merkezi Washington’da bulunan Amerikan Dış Politika Konseyi (AFPC), ‘’Değişen Akımlar: Müslüman Kardeşler ve Türkiye’’ başlıklı bir panel düzenledi. Panel, Türkiye’nin bölge politikaları nedeniyle AB’den, Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemleri nedeniyle ABD’den yaptırımlarla karşı karşıya olduğu bir döneme rastladı.

AFPC Başkan Yardımcısı İlan Berman moderatörlüğünde düzenlenen panele Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan (FDD) Jonathan Schanzer, Konsey uzmanlarından Jacob McCarty ve AFPC Orta Asya ve Kafkasya Enstitüsü’nün direktörü Svante Cornell katıldı.

Uzmanların gündeminde birçok bölge ülkesinin sırtını döndüğü Müslüman Kardeşler’e Türkiye’nin verdiği destek vardı. Ortadoğu ülkelerinin çoğunda yönetici elitin hem siyasi hem dini konularda tekel olmak istediğini söyleyen FDD’den Jonathan Schanzer, Müslüman Kardeşler hareketinin bu iki kanadı da tanımlamak ve birbirine karıştırmak istediğine dikkat çekti ve bu nedenle geleneksel Arap ülkelerinde kabul görmediklerini belirtti. Schanzer harekete destek veren sadece iki ülkenin, Türkiye ve Katar’ın kaldığına dikkat çekti.

Ankara’nın özellikle Müslüman Kardeşler’in Filistin kanadı olarak kurulan Hamas’a verdiği desteğin önemli olduğunu, Hamas’ın Gazze Şeridi dışındaki en büyük merkezinin Türkiye’de bulunduğunu söyleyen Schanzer, ‘’Türkiye bunu İsrail gibi ülkeler karşısında elini güçlendirmek için de yapıyor olsa da bu faaliyetin amacını, diğer Ortadoğu ülkelerinden desteği canlandırmak olarak, hatta Ortadoğu’nun lideri şeklinde hareket etmek olarak görebiliriz’’ dedi.

Türkiye’deki siyasal İslamcılar Katar ile birlikte ideolojik ve politik olarak Müslüman Kardeşler hareketine yakın. Mısır’da doğan Ortadoğu’nun en eski İslamcı örgütlerinden biri olan Müslüman Kardeşler, 2011’de Arap Baharı’nın patlak vermesiyle daha da gün yüzüne çıktı

Arap Baharı Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’i iktidara getirdi. İki ülkedeki yeni yönetimler, Tunus’ta El Nahda ve lideri Raşid Gannuşi, Mısır’da Özgürlük ve Adalet Partisi ile lideri Muhammed Mursi, o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinden destek gördü.

Jonathan Schanzer, Arap Baharı’ndan çıkan ülkelerin ‘’yumuşak iniş’’ yapması adına Erdoğan hükümetinin bölgede bir istikrar unsuru olarak bulunmasına Obama yönetiminin çok değer verdiğini de hatırlattı.

‘’Türkiye tipik bir Ortadoğu devletine benziyor’’

Schanzer, ‘’Sonra bu durum çözülmeye başladı. Türkiye şimdi (İran’a karşı ABD’nin uyguladığı) yaptırımları bozuyor, Hamas’a destek veriyor, IŞİD’e destek veriyor demesek de Suriye’ye savaşmaya gidenlerin toprakları üzerinden seyahat etmesine göz yumuyor. İlk başta bu yeni hareketten yarar sağlama girişimi vardı. Zaman içinde Erdoğan’ın neye göre hareket ettiğini anlamak zorlaştı. Artan bir şekilde görünen o ki Erdoğan sadece bölgedeki ülkeleri değil ABD gibi daha uzaktakileri de kızdırmaya çalışıyor. ABD’ye rağmen Rus S-400 sistemlerini almak çok can sıkıcı bir dış politika. Zor ve işbirliğine açık değil’’ yorumunda bulundu.

Bu tavrın yaptırımlarla karşılaşacağı şeklinde ABD’den ve AB’den gelen işaretleri dile getiren FDD uzmanı, ‘’Türkiye’nin NATO üyesi ve yıllardır Batı’nın müttefiki olduğunu düşünürseniz yaptırım olasılığı çok şaşırtıcı. Daha yakın zamana kadar AB üyesi olmaya niyetli bir ABD müttefiki, şimdi tüm sorunlarıyla klasik bir Ortadoğu devletine benziyor’’ şeklinde konuştu.

Amerikan Dış Politika Konseyi Başkan Yardımcısı İlan Berman’a göre Türkiye Arap Baharı döneminde kendini bölgede ideolojik lider olarak konumlandırmaya çalıştı. ABD’nin kabul ettiği bu rol, bölge ülkelerinde yankı bulmadı. Berman, Erdoğan’ın bir süre sonra Kuzey Afrika ülkelerine yaptığı ziyaretlerde hükümetinin İslami demokrasi vizyonunu satmaya çalıştı.

Radikal İslam üzerine çalışan Konsey uzmanlarından Jacob McCarty’ye göre Erdoğan’ın bu hamlesi, Mısır’da Mursi’nin yani Müslüman Kardeşler’in düşmesi ve El Sisi’nin iktidara gelmesiyle bağlantılıydı.

McCarty, ‘’Erdoğan’ın Kuzey Afrika kampanyasının temeli meşruydu zira, Akdeniz’de bir ilişkisi kalmamıştı. Fas’a baktığınızda da rakip çıkarlar ve değerler olduğunu görüyorsunuz. Yani Türkiye’nin bölgede model olabileceği bir tek Tunus kalıyor. Bu da El Nahda ve Gannuşi ile ilgili. Gannuşi, Türk hükümeti ile anlaşmaları ve Erdoğan’la ilişkisi sayesinde Meclis Başkanı olarak güvenoyu almayı başarmış pragmatik ve yetenekli biri. Tunus’ta gelecek yönetimleri, koalisyonu, Tunus Cumhurbaşkanı’nın atayacağı isimleri etkileyebilen biri’’ dedi.

‘’Erdoğan pragmatik bir ideolog’’

AFPC Orta Asya ve Kafkasya Enstitüsü’nün direktörü Svante Cornell ise Türk yönetiminin küresel amaçlarını ve dış politikadaki ideolojik yönünü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın pragmatik bir lider olmasına bağladı.

‘’Erdoğan başarılı çünkü köşeye sıkıştırıldığında uzun vadeli hedefleri için bir iki adım geri adım atmayı bilecek derecede önemli bir pragmatik yaklaşımı var. Ama aynı zamanda kendisini ve eylemlerini motive eden çok çok derin İslami bir ideolojiye de sahip. Kendisi bir akademisyen değil ama içgüdüleri ve yetiştirilişi onu çok güçlü bir İslamcı bir ideolog yapıyor’’ diyen Cornell, 2011’deki Arap ayaklanmalarını Erdoğan ve başta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olmak üzere yakın ekibinin onlarca yıldır bekledikleri tarihi bir fırsat olarak gördüklerinin altını çizdi.

Svante Cornell’e göre bu fırsat Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Müslüman Kardeşler iktidarındaki rejimlerin başa getirilmesiydi. Ancak bu işe yaramadı çünkü Türkiye, başta Mısır olmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail ve Suriye dahil birçok bölge ülkesiyle ilişkisini bozdu.

Cornell’e göre Erdoğan’ın Türkiye’yi İslamlaştırma çabaları ve laik Cumhuriyetçi değerlere vurgu yapmayan İslamcı bir ülke olarak Ortadoğu’nun doğal lideri olma misyonu da başarısızlığa uğradı.

‘’İki sürücülü araba’’

Svante Cornell, ‘’Kamuoyu yoklamalarına bakarsanız Türk toplumunun gittikçe daha da sekülerleştiğini görürsünüz. Belki de İslamcılığın tepeden indirilmesinden hoşlanmadılar. Bu aynı zamanda hala seçimleri kazanmak zorunda olan Erdoğan’ın müttefik bulmak zorunda olduğu anlamına geliyor. Türkiye’yi tek başına yönetmek için bir çoğunluğa erişemedi. İlk başta liberalleri, muhafazakar Kürtler’i kullanmak zorunda kaldı. Şimdi de aşırı sağcı milliyetçilerle ittifak içinde’’ derken bu ittifakın dış politikaya da yansıdığına dikkat çekti.

Cornell, ‘’Türkiye’ye baktığımda iki sürücüsü olan bir araba görüyorum. Şu anda 1990’ların sonundaki eski moda siyasete dönüyorlar. Yunanlar’la kavga, Kıbrıs’a özen, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasına müdahale. Bunlar Erdoğan’ın geleneksel öncelikleri değil, Savunma Bakanı Hulusi Akar gibi temsilcileri olan Türk milliyetçilerinin öncelikleri. Bir de Erdoğan’ın direksiyonda olduğu Suudi karşıtı, İsrail karşıtı, Mısır karşıtı Müslüman Kardeşler yanlısı, Hamas destekçisi bir söylem var. Şu anda acayip bir ittifak söz konusu ama aralarında bir anlaşmazlık da görüyoruz. Gelecek yıllarda bu durum daha da ilginçleşebilir’’ ifadelerini kullandı.

‘’Çalkantılı bir döneme giriliyor’’

Peki ABD’de Joe Biden başkanlığında göreve gelecek yeni yönetimin, Müslüman Kardeşler, Ortadoğu ve Türkiye ile ilgili nelere dikkat etmesi gerek?

Jonathan Schanzer’e göre ABD, Türkiye ile çalkantılı sayılabilecek bir döneme giriyor. Washington’dan çıkacak yaptırımların Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi bir gerilim yaratacağından şüphe olmadığını söyleyen FDD uzmanı, ‘’Bence geç bile kalınmış olabilir. Ancak ABD’nin sözlerinin ve amaçlarının arkasında olacağını Türkiye’nin görmesi önemli. Çünkü Trump döneminde meseleyi erteleme eğilimi vardı. Sadece Trump yönetimi değil aslında, burada yıllardır Türkiye ilişkilerin altını oyarken, değer vermezken bile durumu idare etme çabası vardı. Sanırım bunda artık bir sona geliniyor ve Biden ya da danışmanları şimdiden daha sert bir çizgi izleneceğinin işaretini veriyor’’ diye konuştu.

Schanzer Müslüman Kardeşler ile ilgiliyse durumun daha zor olduğunu kaydetti. Senatör Ted Cruz’un hareketi terör örgütü olarak tanıma yasası sunduğunu hatırlatan Schanzer, bunun zor olduğunu çünkü Müslüman Kardeşler’in her ülkede farklı bir yapıda olduğunu belirtti. Jonathan Schanzer, ‘’Eğer ABD Müslüman Kardeşler’in güçlenmesini önlemek ve kötücül eylemlerini cezalandırmak istiyorsa tüm bu ayrı kollarını ayrı ayrı ele almalı. Tunus, Ürdün gibi ülkelerdeki doğası siyasi olan ve şiddetten uzak duranları değil Yemen, Libya ve Suriye’de şiddete bulaşan grupları belirlemeli’’ tavsiyesinde bulundu.

‘’Stratejisizlik yerine istikrarlı politikalar’’

Svante Cornell de Erdoğan yönetimindeki ‘’ABD’nin bize, bizim onlara olduğundan daha fazla ihtiyacı’’ var havasının Biden döneminde değiştirilmesi gerektiğini belirtti. Bu havanın, Obama ve Trump yönetimlerindeki stratejisizlikten kaynaklandığını savunan Cornell, Türkiye ile ilgili yeni politikaların sonuç getirebilmesi için uzun vadeli ve istikrarlı olması gerektiğini söyledi.

Cornell ayrıca, Türkiye’nin Rusya ile Suriye, Libya ve son olarak Dağlık Karabağ meselesinde karşı karşıya geldiğini vurgulayarak, bu durumun fırsata çevrilebileceği öngörüsünde de bulundu. Bu durumun Türkler’i korkuttuğunu söyleyen Cornell, ‘’Ankara’da belki Erdoğan değil ama birçok nüfuzlu kişi duruma uyandı. Bu da 2016 darbe girişiminde parmağı olduğu teorisiyle güçlenen Amerikan karşıtlığını biraz azalttı’’ dedi.

Svante Cornell, ‘’Türkiye’ye şu üç noktayı anlatmamız lazım. Birincisi, İsrail karşıtı, Yahudi karşıtı politikaları ve söylemlerle Erdoğan’ın yarattığı Amerikan karşıtlığını hoş görmeyeceğiz ve bunun sonuçları olacaktır. İkincisi Müslüman Kardeşler değil İslami radikal örgütlere desteği kabul etmeyeceğiz ve bunu kesmeleri gerekecek. Üçüncüsü eğer Türkiye bu yıkıcı politikalardan vazgeçerse bunun iyi tarafının beraber çalışabileceğimiz birçok şeyin olacağı. Mesela Karadeniz’de Rusya ile mücadelede çalışabiliriz. Doğu Akdeniz’de doğalgaz meselesinde masaya oturmalarına yardımcı olabiliriz, son yıllarda bozdukları ilişkileri tamir edebiliriz’’ diye konuştu.

 

  • 16x9 Image

    Dilge Timoçin

    Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu Dilge Timoçin mesleğe 2000 yılında NTV’de başladı. 2008’de Habertürk TV’ye transfer oldu, dış haber sorumlusu olarak görev yaptı. ShowTV’de dış haber editörü ve spiker olarak çalışan Timoçin, sonrasında Al Jazeera Türk’e geçti; Al Jazeera İngilizce için prodüktörlük yaptı. Dilge Timoçin VOA Türkçe’ye katılmadan önce Reuters, Deutsche Welle gibi yabancı basın kuruluşlarıyla çalışıyordu

    Kaynak: Amerika’nın Sesi