SETA Raporunun Uluslararası Medya Üzerindeki Etkileri: Fişleme, Baskı ve Diplomatik Krizler

2019 yılında yayınlanan “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı SETA raporu, yalnızca içerdiği fişlemelerle değil, doğurduğu uzun vadeli sonuçlarla da Türkiye’de basın özgürlüğü açısından bir dönüm noktasıydı. Erdoğan rejiminin düşünsel omurgasını oluşturan SETA, bu raporla doğrudan uluslararası medya kuruluşlarında çalışan gazetecileri hedef aldı; onları “etki ajanı” olarak kodladı. Raporda kullanılan “uzantı” gibi sözcükler bile, uluslararası medya ile çalışan gazetecilerin sistematik olarak düşmanlaştırılmasının teorik temelini oluşturdu. Ancak daha vahimi, bu teorik çerçevenin son altı yılda pratiğe dönüşmesiydi.

Kurumsal İzolasyon ve Gazetecilerin Gözdağıyla Susturulması

SETA raporu, kısa vadede ciddi kamuoyu tepkisine yol açsa da, yargı tarafından düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilerek üstü örtüldü. Ancak bu raporun bir istihbarat fişlemesi gibi kullanılmaya başlandığı süreç, gazetecilerin çalışma koşullarında dramatik bir dönüşüme neden oldu.

Raporda adı geçen BBC Türkçe, DW Türkçe, VOA, Sputnik Türkiye gibi uluslararası medya organlarında çalışan yerli gazeteciler devlet bürokrasisi tarafından dışlandı; bilgiye erişimleri sınırlandı, röportaj yapma ya da kamu kurumlarından yorum alma olanakları kısıtlandı. Bürokratlar, bu gazetecilerle mesafe koymaları yönünde örtük uyarılarla karşılaştı. SETA’nın yarattığı bu kriminalleştirme atmosferi, medya mensuplarını oto-sansüre itti.

Yabancı gazeteciler ise giderek artan akreditasyon sorunları, sınır dışı edilmeler, gözaltılar ve yargılamalarla karşı karşıya kaldı. Frederike Geerdink’ten Joakim Medin’e, Olaf Koens’ten Chris Den Hond’a kadar çok sayıda gazeteci, ya Türkiye’ye alınmadı ya da haber takibi sırasında fiziksel müdahale ve yasal engellerle susturulmaya çalışıldı. Bu isimlerin profili incelendiğinde ortak nokta, hepsinin eleştirel habercilik yapıyor olmasıydı. Dolayısıyla SETA raporu, yalnızca bir “analiz” değil, politik bir yönlendirme aracına dönüştü.

Devletle Bütünleşen Medya ve SETA’nın Yükselişi

Rapordan asıl kazançlı çıkanlar, onu hazırlayan isimler oldu. İsmail Çağlar’ın Basın İlan Kurumu’na atanması, Burhanettin Duran’ın Dışişleri Bakan Yardımcılığı’na yükselmesi gibi gelişmeler, SETA’nın iktidar mekanizmasının ayrılmaz bir parçası haline geldiğini gösteriyor. Bu durum, raporun siyasi etkisini artırdı; bağımsız gazeteciliğe yönelik düşmanlaştırıcı dilin devletin resmî söylemine dönüşmesini kolaylaştırdı.

SETA’nın medya üzerindeki nüfuzu yalnızca teorik üretimle sınırlı kalmadı. Turkuvaz Medya Grubu ile olan kurumsal iç içelik, iktidarın medya stratejisini şekillendirmede SETA’nın nasıl merkezi bir rol üstlendiğini ortaya koydu. Aynı medya grubunun Sabah ve Takvim gibi gazeteleri, SETA raporunun yarattığı çerçeveyi daha da radikalleştirerek “ajan gazeteci” söylemini kurumsallaştırdı.

Uluslararası Diplomatik Pazarlıkların Gündemine Giren Gazetecilik

En dikkat çekici gelişmelerden biri, bazı yabancı gazetecilerin tahliyelerinin diplomatik pazarlıkların konusu haline gelmesiydi. İsveçli gazeteci Joakim Medin’in serbest bırakılması, İsveç-Türkiye ilişkilerindeki kritik NATO müzakereleriyle aynı döneme denk geldi. Aynı şekilde, Alman gazeteci Deniz Yücel’in tahliyesi de Almanya-Türkiye diplomatik görüşmeleriyle bağlantılıydı. Bu gelişmeler, Türkiye’nin basın özgürlüğünü artık sadece iç politika sorunu olmaktan çıkarıp, dış ilişkilerde pazarlık aracı haline getirdiğini gösterdi.

Raporun Gölgesinde Yaşanan Sessiz Dönüşüm

SETA’nın 2019 tarihli raporu, kısa vadede sansasyonel bir fişleme çalışması olarak görülse de, uzun vadede iktidarın uluslararası medya politikalarının mimarı haline geldi. Gazeteciler için hem psikolojik hem hukuki bir baskı ortamı yaratıldı. Türkiye, Avrupa’daki medya çoğulculuğu indekslerinde en riskli ülke konumuna yerleşti. Uluslararası medya kuruluşları ise ya yayın stratejilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı ya da Türkiye’deki faaliyetlerini kısıtladı.

Bugün gelinen noktada, raporun yayımlanmasının üzerinden geçen altı yıl, gazetecilik etiğinin, özgür haber alma hakkının ve medya diplomasisinin nasıl dönüştüğünü gösteriyor. Bu nedenle SETA raporunu sadece geçmişe ait bir belge değil, halen yürürlükte olan bir medya politikası manifestosu olarak okumak gerekiyor.

Bu haber, BirGün Gazetesi’nden Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’nin yazısından yararlanılarak yazılmıştır…