Gidenler geri dönmedi, gelenler geri gitmeyecek…

Suriyeliler geldi, Afganlar geliyor.
Gelecekler…
Ne derseniz diyen, ne yaparsanız yapın gelecekler.
Sınırlar, örülen duvarlar bu gelişi durduramaz.
Geldiler, gelecekler ve dönmeyecekler…

Siz de gideceksiniz, siz gitmeseniz de çocuklarınız yollara düşüp gidecek.
Gidiyorlar…
Dünyamız hızla bu noktaya eviriliyor.
Yakın gelecekte kimse doğduğu, bildiği yerde yaş alp yaşlanmayacak, ölmeyecek…

Bölgesel savaşlar, iklim değişikliği, yangınlar, seller milyonlarca insanı göç yollarına çıkaracak.

Şimdilik, Ortadoğu’daki bölgesel savaşların neden olduğu göç dalgasını yaşıyoruz.
Asıl korkutan göç dalgası, iklim değişikliği ile yaşanacak…
Kuruyan göller, denizine ulaşamayan nehirler bu bölgelerde yaşayan milyonlarca insanın göç yollarına çıkmasına neden olacak.
Çin’in Sarı nehri, Pakistan’ın Himalayalar’dan çıkan Hint Okyanusu’na dökülen İndüs artık sık sık denize ulaşamıyor. Aswan Barajı yapılmadan önce her yıl Akdeniz’e 32 milyon metreküp su bırakırken Nil artık nadiren denize ulaşıyor…
Kuruyan göller, denize ulaşamayan nehirler gelmekte olan iklim krizi haberini vermekle kalmıyor, bu nehirlerin bulunduğu coğrafyada büyük bir ekonomik çöküşün yaşanacağını ve göçlerin haberini veriyor…

Aslında, o kadar da yeni bir şeyden söz etmiyoruz.
İnsanlık tarihi bir yanıyla göçler tarihidir.
İnsanlığın anayurdu Orta Afrika olduğunda birleşiyor bilim dünyası. Günümüz insanı, 70 bin yıl önce Afrika’dan çıkıp dünyaya yayıldı.
O gün bu gündür yollardayız.

Anadolu bu tarih içinde hep özel bir yere sahip oldu.
Her yönden göç aldı.
Örneğin Hititlerin batıdan geldiği ve Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya giriş yaptığı kabul edilir.
Türklerin, Orta Asya’dan çıkış hikayesi iklim değişikliği sonucudur…

Almanya’da, 7-8 bin yıl öncesine ait bir kazı sahasında ulaşılan bulgular, bu yerleşim yeri sakinlerinin Anadolu’dan geldiğini gösteriyor.
Üstelik, evcilleştirdikleri büyük baş hayvanlarını, keçileri, buğdayı da birlikte götürmüşler.

Yeni dünyanın keşfi ile başlayan göçler, Kuzey ve Güney Amerika’da bir çok ülkenin oluşması ile sonuçlandı. Benzer büyüklükte bir göçün Avusturya’ya olduğunu da anımsayalım. Yerli halkların zararına işleyen bu süreç, göçmenlerin agresif yer tutma çabası göçmenlerden korkuyu haklı çıkaracak nitelikte…

Ancak bu korku ile yaşamanın anlamı yok.
Göçmenler söz konusu olduğunda ileri sürülen savlar dünyanın her yerinde benzerlik gösteriyor.
Korkular, kaygılar benzer sözcüklerle ifade ediliyor. Ve her seferinde göçmenlerin suç makinaları olduğu ileri sürülerek dile getiriliyor.

Oysa rakamlar bize başka şeyler söylüyor.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin suça bulaşma oranları sanıldığının aksine çok düşük.
Yıllar önce Avrupa’da benzer söylemlerin yine rakamlarla yalanlandığını görmüş, yaşamış ve yazmış biri olarak bunu çok şaşırtıcı bulmuyorum.

Dün, bugün değişik nedenlerle göç hep oldu.
Dünyanın değişik yerlerinde yaşanan bölgesel savalar göç olgusunun en çok öne çıkan nedeni…
Irak, Körfez Savaşı, 40 yıldır süren Afgan savaşı, Suriye savaşı en iyi bildiğimiz ve göç almamıza neden olan savaşlar.

Göçün nedeni ne olursa olsun hep tek yönlü olmuştur. Göçenler bütün zorluklara rağmen göçtükleri yere tutunmakta kararlık gösteriyorlar.
Bütün zorlukları göze alarak kalıcı olmaya devam ediyorlar.
Davul zurna ile uğurlamalar bir hayal olarak kalıyor.
Yugoslavya savaşı döneminde Avrupa’nın aldığı göçmenler/mülteciler savaş sonrası bir çok özendirme çabasına rağmen geri gitmedi.
Bu gerçeği ne kadar erken görür kabul edersek çözüme o kadar yakın olabiliriz.

Avrupa benzer bir hataya düşmüştü.
Avrupa’ya ekonomik nedenlerle kabul edilen göçmenlerin entegrasyonu geciktikçe göçmenlerin yaşadığı her sorun Avrupa ülkelerinin sorunu olarak katlanarak büyüdü…
Yabancı düşmanı söylemler, ayrımcı politikalar entegrasyonu öteleyen yaklaşım Avrupa ülkelerinin bu gün yabancı nüfusları ile yaşadığı sorunların asıl nedeni olarak öne çıkıyor…

Hasan KAYA