Cumartesi Anneleri 1083. Haftada Sordu: Mehmet Özdemir Nerede?

Cumartesi Anneleri’nin 1083’üncü hafta buluşması, 1997’de Diyarbakır’da gözaltında kaybedilen Mehmet Özdemir dosyasında yalnızca bir kaybın değil, AİHM kararlarına rağmen sürdürülen yapısal cezasızlık rejiminin de teşhirine dönüştü.

Zamanaşımına Sıkıştırılan Adalet

Galatasaray Meydanı’nda 1083’üncü kez bir araya gelen Cumartesi Anneleri, Mehmet Özdemir için “adalet” talebini yineledi. Açıklamanın merkezinde tekil bir dosyadan çok, Türkiye’de zorla kaybetmelere ilişkin sistematik soruşturmasızlık pratiği vardı.

Uluslararası hukuka göre zorla kaybetmeler “süreklilik arz eden suç” kabul ediliyor; bu da devletin yalnızca failleri değil, gerçeği açığa çıkarma yükümlülüğünü de içeriyor. Ancak Türkiye pratiğinde bu yükümlülük, dosyaların zamanaşımı, delil yetersizliği ya da “fail tespit edilemedi” gerekçeleriyle kapatılmasıyla fiilen askıya alınıyor. Mehmet Özdemir dosyası, bu yapısal tercihin çarpıcı örneklerinden biri.

AİHM Kararı Var, İç Hukukta Karşılığı Yok

Cumartesi Anneleri’nin açıklamasında özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) rolüne dikkat çekildi. AİHM, Mehmet Özdemir dosyasında yaşam hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar verdi. Buna rağmen iç hukukta dosya, yeniden ve etkili bir soruşturmaya konu edilmedi; aksine takipsizlikle kapatıldı.

Bu tablo, uluslararası insan hakları hukuku ile Türkiye’nin iç hukuk uygulamaları arasındaki yapısal uyumsuzluğu bir kez daha görünür kılıyor. AİHM kararlarının uygulanmaması, yalnızca geçmişteki bir hak ihlalinin sürdürülmesi değil; aynı zamanda yeni ihlaller için de zemin hazırlanması anlamına geliyor.

Beyaz Toros, Tanıklar Ve Sessizlik

Mehmet Özdemir’in kaybedilme süreci, 1990’lı yılların karanlık güvenlik pratiğinin bütün izlerini taşıyor. Diyarbakır’da yaşayan, sekiz çocuk babası Özdemir daha önce defalarca gözaltına alındı ve ağır işkence gördü. Son gözaltısında kendisine açıkça “Bir daha seni alırsak öldüreceğiz” tehdidi yöneltildi.

26 Aralık 1997’de bir kahvede otururken, çok sayıda tanığın gözü önünde, telsizli ve uzun namlulu silahlar taşıyan kişiler tarafından beyaz bir Toros araca bindirilerek götürüldü. O günden sonra kendisinden bir daha haber alınamadı.

Eşi Enzile Özdemir’e savcılık tarafından önce gözaltı bilgisi verildi, ardından bu bilginin “yanlışlıkla” paylaşıldığı ileri sürüldü. 2003 yılında ise savcılık, tanıkları dahi dinlemeden dosyayı kapattı. Bu süreç, zorla kaybetmelerde cezasızlığın nasıl aktif bir idari ve yargısal tercihe dönüştüğünü gösteriyor.

Bir Mektup, Bir Hesap Sorma

1083’üncü haftanın en sarsıcı anı, Mehmet Özdemir’in kızı Sozdar Özdemir’in mektubuydu. Babasını hiç tanımadığını hatırlatan Özdemir’in sözleri, kaybedilenin yalnızca bir kişi değil, bir hayatın tüm ihtimalleri olduğunu ortaya koydu:
“Sen kaybolmadın baba, seni kaybettiler.”

Galatasaray Meydanı’na yöneltilen sorular ise aslında devlete yöneltilmiş bir iddianame gibiydi:
“Babam nerede? Onu kim aldı? Kim emri verdi? Kim sustu? Kim korudu?”

Bu sorular, Cumartesi Anneleri’nin yıllardır ısrarla hatırlattığı gerçeği bir kez daha ortaya koyuyor: Zorla kaybetmeler, faili meçhul değil; faili korunmuş suçlardır.

Bir Dosyadan Fazlası

Mehmet Özdemir dosyası, 1083 haftadır süren bir hak arayışının simgesi olmanın ötesinde, Türkiye’de devlet şiddetiyle yüzleşmenin neden hâlâ mümkün olmadığını gösteriyor. Cezasızlık sürdükçe zorla kaybetmeler geçmişte kalmıyor; hukuken ve siyasal olarak bugünde yaşamaya devam ediyor.

Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’ndan yükselttiği talep bu nedenle yalnızca bir aileye değil, toplumun tamamına ilişkin: Gerçek açığa çıkarılmadan, failler yargılanmadan ve hesap sorulmadan adalet mümkün değil.


Kaynak: Cumartesi Anneleri basın açıklaması; AİHM kararları; insan hakları örgütlerinin zorla kaybetmeler raporları.