Ah bahtsızlar! Canlarına yetti bu demokrasi!

Milattan önce 31 yılında Roma’nın çarpık da olsa bir Cumhuriyet’ten Principate’e, başka bir ifade ile mutlağa yakın bir monarşiye geçişi, Augustus’un bugünlerde adlandırdığımız şekliyle “Cumhuriyeti ıslah etme” iddiasıyla gerçekleşmiştir. Roma dünyasında, öncesi bir yana, kanlı ve zorba İmparatorluk çağı, adı henüz konulmasa da başlamıştır.

Roma Cumhuriyeti’nin Antik Yunan demokrasisi ile karşılaştırıldığında demokratik açıdan oldukça zayıf olduğu söylenebilir. Buna ve soyluların oligarşik yönetimine rağmen, özgür halkın büyük bir kısmını kapsayan plebler, meclisleri ile kimi haklarını korumayı başardı. Buna olanak sağlayan Cumhuriyet rejiminden tüm yetkilerin tek bir kişide toplandığı Principate’e geçiş ise kritiktir. Elbette, bunun burada tartışmayı gerektirmeyecek kadar geniş toplumsal dayanakları ve koşulları vardır. Ancak sonuç, özgür vatandaşların durumlarının çok daha kötü bir noktaya sürüklenmesi, onları koruyan demokratik kimi mekanizmaların ortadan kaldırılmasıdır. Kölelerin dünyası ise bambaşkadır; onlar için hangisinin iyi ya da kötü olduğunu tespit etmek oldukça zordur.

ZAVALLI İSOKRATES VE OSMANOĞLU

Modern dünyada demokrasi, iktisaden değil daha çok siyaseten tartışılan bir konu olsa da, Antik Yunan dünyasında iktisadi sonuçları çok daha fazla hissediliyordu. Oligarşinin büyük toprak sahibi sınıfların, demokrasinin ise yoksul yurttaşların çıkarlarını yansıtması beklenirdi. Halkın özgürce tartışması, görüşlerini dile getirmesi ve bu dile getirmenin Meclis vasıtasıyla karar haline gelmesi nedeniyle, halkın aleyhine karar çıkması kolayca mümkün olmazdı. Mülk sahibi sınıfların yoksul halkın yaşamını zorlaştıran uygulamaları demokrasi sayesinde engellenebilir ya da yer yer ortadan kaldırılırdı.

Tam da bu nedenle milattan yaklaşık dört yüzyıl önce, Yunan demokrasisinin “bahtsız” zenginleri; “acımasız” ve “açgözlü” yoksullar tarafından korkunç bir şekilde yağmalandıkları ve sömürülüp vergiye bağlandıkları fikrine rağbet ederlerdi. Bu kuşkusuz zenginlerin iddiasıydı. Örneğin İsokrates’in yürek parçalayan şikâyetlerine kulak verelim: “Ben bir çocukken [420’ler civarı olmalı], zengin olmak öylesine güvenli ve şerefli bir şey olarak görülürdü ki neredeyse herkes sağladığı prestijden faydalanmak için aslında sahip olduğundan daha fazla mülkü varmış gibi davranırdı. Öte yandan, şimdi, insan sanki tüm suçların en kötüsüymüş gibi kendisini zengin olmadığını söyleyerek savunmak zorunda … çünkü hali vakti yerinde izlenimi vermek açık bir suç işlemekten çok daha tehlikeli bir hâl aldı; suçlular ya tamamıyla serbest bırakılıyor ya da önemsiz cezalara çarptırılıyorlar; fakat zenginler düpedüz mahvediliyorlar. Hatalarının cezasını ödeyenlerden daha fazla insan mülklerinden yoksun bırakıldı.

Zavallı İsokrates! Demokrasiden ne kadar da çok çekmiş! Tıpkı “Bizim canımıza yetti parlamenter sistem artık. O yüzden biz başkanlık sistemine evet diyoruz” sözleriyle içini döken, yürekleri parçalayan, aynı anda bilimum ada, yarım ada ve arsaya talip olan Sultan Abdulhamit’in torunu zat-ı muhterem Nilhan Osmanoğlu’nun dediği gibi.

DEMOKRASİDEN NEFRET ETTİLER

Yunan demokrasisindeki ya da Roma’daki pleb Meclislerindeki “uzun uzun” tartışmaları, kimi zaman bitmek bilmeyen söylevleri, yürütücülerin açıklama yapmak zorunda kalmaları, mahkemelere halkın katılımı, Senatonun kararlarının mahkemelerce engellenmesi gibi demokratik uygulamalar mülk sahibi sınıflarca, günümüzdeki ifadeleri kullanacak olursak “bürokratik” ve “verimsiz” bulunuyordu. “Demos”un yani halkın Meclisler aracılığıyla kendini savunması, mülk sahibi sınıfları o kadar yoruyordu ki, bu karmaşayı çözecek bir imparator hiç de fena olmazdı.

Antik Yunan’da demokrasinin sona ermesi ya da Roma’da Cumhuriyetten İmparatorluğa geçiş, işte hep böyle “sorunların” çözümü oldu. Augustus, Cumhuriyeti savunmayı vazgeçmeden adım adım monarşisini kurdu. Köprüler yapan, ihaleler alan, halkın ensesinde boza pişiren, sömürdükçe sömüren mülk sahipleri bu duruma bayıldı.

Yunan demokrasisi ve olduğu kadarıyla Roma’daki demokratik mekanizmaların yıkılışının en önemli sonucu, yoksulların zengin büyük toprak sahipleri tarafından sömürülmelerine ve ezilmelerine karşı sahip oldukları tüm korumaların ve hatta anayasal yollarla şikayetlerini dile getirmelerini sağlayan etkili fırsatların bile ortadan kalkmasıydı. Zaten dönemin koşulları gereği, yeterince ağır bir yoksulluk içindeki yaşam koşulları, bu fırsatların ortadan kalkmasıyla iyice berbat hale geliyordu.

ÇÖKEN İMPARATOR

Sözü fiilen kanun gibi olan, akşam yemeği yemek gibi kolay bir şekilde bir insanı ölüme gönderebilen, akademiden ihraç eden ve attıklarını da gözaltına alan, Roma’nın gereksiz harcamaları için halkın sırtındaki vergi yükünü artıran, fonlar kuran, mahkemeleri kendisine bağlayan (tarih epeyce eski olduğu için bazı icraatları karıştırmış olabilirim) “İmparator”, göstermelik bir saygı görüyordu. Roma’nın Mısır ve Asya topraklarındaki eyaletlerinden gelen gelen mektuplar belki saygı doluydu. Hatta kimileri bunu inanarak da yapıyordu. Ancak, dönemin en fazla belge bırakan tanıklarından Cicero, mektuplarının ve konuşmalarının çeşitli yerlerinde, yol açtığı sömürü ve zulüm nedeniyle Roma’nın pek çok tabi halk arasında uyandırdığı nefrete ilişkin, gerçek bir farkındalık göstermiştir.

Ancak, demokrasisi ortadan kaldırılan, kendisi için ayrı bir hukuk uygulanan, sömürü koşulları giderek artan bir halk, kendi döneminin koşullarına uygun bir biçimde hayır demesini bildi. Özgür insanlar köleleştikçe, serfleştikçe İmparator da, imparatorluk da çöktü.

* Bu yazının hazırlanmasında Bonnard, A. (2012) Antik Yunan Uygarlığı, Çeviren: Kerem Kurtgözü, İstanbul: Evrensel Basım Yayın ve Croix, S. (2014) Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi, Çeviri: Çağdaş SÜMER, İstanbul:Yordam Kitap kitaplarından yararlanılmıştır.

Milattan önce 31 yılında Roma’nın çarpık da olsa bir Cumhuriyet’ten Principate’e, başka bir ifade ile mutlağa yakın bir monarşiye geçişi, Augustus’un bugünlerde adlandırdığımız şekliyle “Cumhuriyeti ıslah etme” iddiasıyla gerçekleşmiştir. Roma dünyasında, öncesi bir yana, kanlı ve zorba İmparatorluk çağı, adı henüz konulmasa da başlamıştır.

Roma Cumhuriyeti’nin Antik Yunan demokrasisi ile karşılaştırıldığında demokratik açıdan oldukça zayıf olduğu söylenebilir. Buna ve soyluların oligarşik yönetimine rağmen, özgür halkın büyük bir kısmını kapsayan plebler, meclisleri ile kimi haklarını korumayı başardı. Buna olanak sağlayan Cumhuriyet rejiminden tüm yetkilerin tek bir kişide toplandığı Principate’e geçiş ise kritiktir. Elbette, bunun burada tartışmayı gerektirmeyecek kadar geniş toplumsal dayanakları ve koşulları vardır. Ancak sonuç, özgür vatandaşların durumlarının çok daha kötü bir noktaya sürüklenmesi, onları koruyan demokratik kimi mekanizmaların ortadan kaldırılmasıdır. Kölelerin dünyası ise bambaşkadır; onlar için hangisinin iyi ya da kötü olduğunu tespit etmek oldukça zordur.

ZAVALLI İSOKRATES VE OSMANOĞLU

Modern dünyada demokrasi, iktisaden değil daha çok siyaseten tartışılan bir konu olsa da, Antik Yunan dünyasında iktisadi sonuçları çok daha fazla hissediliyordu. Oligarşinin büyük toprak sahibi sınıfların, demokrasinin ise yoksul yurttaşların çıkarlarını yansıtması beklenirdi. Halkın özgürce tartışması, görüşlerini dile getirmesi ve bu dile getirmenin Meclis vasıtasıyla karar haline gelmesi nedeniyle, halkın aleyhine karar çıkması kolayca mümkün olmazdı. Mülk sahibi sınıfların yoksul halkın yaşamını zorlaştıran uygulamaları demokrasi sayesinde engellenebilir ya da yer yer ortadan kaldırılırdı.

Tam da bu nedenle milattan yaklaşık dört yüzyıl önce, Yunan demokrasisinin “bahtsız” zenginleri; “acımasız” ve “açgözlü” yoksullar tarafından korkunç bir şekilde yağmalandıkları ve sömürülüp vergiye bağlandıkları fikrine rağbet ederlerdi. Bu kuşkusuz zenginlerin iddiasıydı. Örneğin İsokrates’in yürek parçalayan şikâyetlerine kulak verelim: “Ben bir çocukken [420’ler civarı olmalı], zengin olmak öylesine güvenli ve şerefli bir şey olarak görülürdü ki neredeyse herkes sağladığı prestijden faydalanmak için aslında sahip olduğundan daha fazla mülkü varmış gibi davranırdı. Öte yandan, şimdi, insan sanki tüm suçların en kötüsüymüş gibi kendisini zengin olmadığını söyleyerek savunmak zorunda … çünkü hali vakti yerinde izlenimi vermek açık bir suç işlemekten çok daha tehlikeli bir hâl aldı; suçlular ya tamamıyla serbest bırakılıyor ya da önemsiz cezalara çarptırılıyorlar; fakat zenginler düpedüz mahvediliyorlar. Hatalarının cezasını ödeyenlerden daha fazla insan mülklerinden yoksun bırakıldı.

Zavallı İsokrates! Demokrasiden ne kadar da çok çekmiş! Tıpkı “Bizim canımıza yetti parlamenter sistem artık. O yüzden biz başkanlık sistemine evet diyoruz” sözleriyle içini döken, yürekleri parçalayan, aynı anda bilimum ada, yarım ada ve arsaya talip olan Sultan Abdulhamit’in torunu zat-ı muhterem Nilhan Osmanoğlu’nun dediği gibi.

DEMOKRASİDEN NEFRET ETTİLER

Yunan demokrasisindeki ya da Roma’daki pleb Meclislerindeki “uzun uzun” tartışmaları, kimi zaman bitmek bilmeyen söylevleri, yürütücülerin açıklama yapmak zorunda kalmaları, mahkemelere halkın katılımı, Senatonun kararlarının mahkemelerce engellenmesi gibi demokratik uygulamalar mülk sahibi sınıflarca, günümüzdeki ifadeleri kullanacak olursak “bürokratik” ve “verimsiz” bulunuyordu. “Demos”un yani halkın Meclisler aracılığıyla kendini savunması, mülk sahibi sınıfları o kadar yoruyordu ki, bu karmaşayı çözecek bir imparator hiç de fena olmazdı.

Antik Yunan’da demokrasinin sona ermesi ya da Roma’da Cumhuriyetten İmparatorluğa geçiş, işte hep böyle “sorunların” çözümü oldu. Augustus, Cumhuriyeti savunmayı vazgeçmeden adım adım monarşisini kurdu. Köprüler yapan, ihaleler alan, halkın ensesinde boza pişiren, sömürdükçe sömüren mülk sahipleri bu duruma bayıldı.

Yunan demokrasisi ve olduğu kadarıyla Roma’daki demokratik mekanizmaların yıkılışının en önemli sonucu, yoksulların zengin büyük toprak sahipleri tarafından sömürülmelerine ve ezilmelerine karşı sahip oldukları tüm korumaların ve hatta anayasal yollarla şikayetlerini dile getirmelerini sağlayan etkili fırsatların bile ortadan kalkmasıydı. Zaten dönemin koşulları gereği, yeterince ağır bir yoksulluk içindeki yaşam koşulları, bu fırsatların ortadan kalkmasıyla iyice berbat hale geliyordu.

ÇÖKEN İMPARATOR

Sözü fiilen kanun gibi olan, akşam yemeği yemek gibi kolay bir şekilde bir insanı ölüme gönderebilen, akademiden ihraç eden ve attıklarını da gözaltına alan, Roma’nın gereksiz harcamaları için halkın sırtındaki vergi yükünü artıran, fonlar kuran, mahkemeleri kendisine bağlayan (tarih epeyce eski olduğu için bazı icraatları karıştırmış olabilirim) “İmparator”, göstermelik bir saygı görüyordu. Roma’nın Mısır ve Asya topraklarındaki eyaletlerinden gelen gelen mektuplar belki saygı doluydu. Hatta kimileri bunu inanarak da yapıyordu. Ancak, dönemin en fazla belge bırakan tanıklarından Cicero, mektuplarının ve konuşmalarının çeşitli yerlerinde, yol açtığı sömürü ve zulüm nedeniyle Roma’nın pek çok tabi halk arasında uyandırdığı nefrete ilişkin, gerçek bir farkındalık göstermiştir.

Ancak, demokrasisi ortadan kaldırılan, kendisi için ayrı bir hukuk uygulanan, sömürü koşulları giderek artan bir halk, kendi döneminin koşullarına uygun bir biçimde hayır demesini bildi. Özgür insanlar köleleştikçe, serfleştikçe İmparator da, imparatorluk da çöktü.

* Bu yazının hazırlanmasında Bonnard, A. (2012) Antik Yunan Uygarlığı, Çeviren: Kerem Kurtgözü, İstanbul: Evrensel Basım Yayın ve Croix, S. (2014) Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi, Çeviri: Çağdaş SÜMER, İstanbul:Yordam Kitap kitaplarından yararlanılmıştır.