Aynaya bakmaktan korkmak…

Papadan sonra, Avrupa Parlamentosu da “Ermeni Soykırımı” dedi. Önümüzdeki günlerde, Obama’nın yapacağı konuşmada, ne diyeceğine kilitlenen Türkiye’den bildik tepkilerin gelmesi gecikmedi. Erdoğan, Davutoğlu ve diğer Hükümet üyeleri; “Yok, öyle bir şey, söylenenler küllen yalan” diyerek inkâra sarıldılar.

Beklendiği gibi, inkâr söylemi karşı saldırı ile taçlandırdı; “Onlar, başladı, bizden ölenler, öldürülenler daha çok” denmesinin ardından, yine bildik meydan okumayla son nokta kondu; “Hadi arşivleri açalım…”

Devletin kemikleşen bu refleksini, basın yayın organlarının gelenekselleştirdikleri söylemle vermesi, “Ermeni Soykırım” ifadesinin hemen önüne “sözde” sözcüğünü eklemesi de, elbette hiç yadırgatıcı değildi.

Yıllardır bunu yaşıyoruz, her yıl Nisan ayı “Ermeni Soykırımı” gölgesinde geçiyor, hangi ülkenin gündeminde olacak, hangi ülkenin parlamentosu tartışmaya alacak, oylayacak telaşı yaşanıyor. Yüzleşmekten kaçtığımız tarihimizin bu kara gününün, yüzüncü yılında, daha yaygın tartışılacağı ve yaygınlık kazanacağı bekleniyordu.

Öyle de oluyor…

Bu arada, bu gün Türkiye’yi yöneten ekibin, Başbakanlık koltuğunda oturan Davutoğlu’nun danışmanlarından birinin, bir Ermeni olduğunu, anımsatmaya gerek var mı bilmiyorum. Bu inkar ve ret politikasının, karşı saldırıya dönüştürülerek mağdurların suçlanmasının, bir daha katledilmesinin neresindedir Mahçupyan…

Bütün bunlar, bize hiç şaşırtıcı gelmiyor. Bu toprakların geçmişiyle yüzleşmesi, hiçbir zaman, bir yüzleşme değeri taşıyacak düzeyde olmadı. Böyle bir geleneğe henüz sahip değiliz. Siyasal, toplumsal ve bireysel anlamda, henüz böylesine bir geleneği yaratabilmiş de değiliz. Başka bir söylemle; hala o olgunluğa erişebildiğimiz söylenemez. Hala mahcup, neyle karşılaşacağını bilmeyen, korkuyla aynalardan uzak duran, kendiyle yüzleşmekten kaçan ergen tavrı içindeyiz.

Zaman içinde, içine düşülmüş hataları, işlenmiş günahlarını görmezden gelen, yok sayan kaçışları kolaylaştıran savunma mekanizmaları, biz bize olduğu kadar, etkili olmuyor dünya önünde. Bu kaçış, bütün dünya âlem önünde, bizi çırılçıplak kalmaktan kurtarmıyor. Böyle çıplak, bir başına kalmanın ağır yalnızlığı, elbette kolay katlanılabilir bir şey değil.

Hatalarımızı, işlediğimiz günahları kabul etmekten kaçış, inkâr ve yok sayma, salt bu konuda yaşadığımız bir olgu olarak kaşımıza çıkmıyor. Toplumun her kesiminde geçmişi ile yüzleşmekten kaçışı, sürekli görüp yaşıyoruz. Halkın yalın ifadesiyle; “kimse ayranım ekşi” demeye yanaşmıyor bu coğrafyada. Bu yüzden geçmişle yatıp, geçmişle kalkıyoruz.

Ülkelerin, devletlerin geçmişinde geriye dönüp görmek istemedikleri olaylar vardır. Hepsi de kanlı bu olayların devlet ve devlet görevlileriyle sınırlı olduğu olayları görmek, yüzleşmek bir yere kadar mümkün olabilirken, devletin suçuna toplumu da ortak ettiği suçlara dönüp bakmak isteyen, görüp yüzleşmek isteyen olmaz, olursa da bu en zor yüzleşme olur.

Halkın ve ulusların soykırımına giden olaylara baktığımızda, daha çok devletlerin ve o devletlerin görevlilerin işlediği bir suç olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin Nazi Almanya’sının, Yahudilere karşı işlediği kıyım, yok etme politikası daha çok, Nazilerin SS Birlikleri kısmen Alman Ordusu ve devletinin diğer görevlileriyle sınırlı kalıyor. Burada halkın suçundan söz edebilirsek, o daha çok; görmezden gelinmesi düzeyinde kalıyor. Ancak Ermeni Soykırımı toplumun büyük bir kesimin aktif katıldığı kolektif bir suç ve soykırım olarak karşımıza çıkıyor.

Ermenilerin tehcir adı altında sürülmeleri, halkın gözü önünde yapılmış, çoğu daha şehrinden, kasabasından, köyünden çıkmalarına fırsat verilemeden katledilmiş, mallarına el konmuştur. Osmanlı Devletinin bir politikası olarak uygulamaya konan bu tehcire/kıyıma yerel halk aktif katılmış, katılması sağlanmış, geriye dönüşü, görülmesi ve yüzleşmesi zor bir suç yaratılmıştır. Bu suçun kolektif niteliği, savunmasını kolaylaştırırken, kabulünü, yüzleşmesini zorlaştırmakta…

Hasan KAYA
17 Nisan 2015 Cuma