Otokratların dünyasında estetik, yalnızca güzelliğin aranışı değildir; aynı zamanda iktidarın kendisini görünür kılma, bedene, mekâna ve gündelik yaşama kazıma biçimidir. Onların gözünde mimari, sanat ya da tasarım; halkın ihtiyaçlarına yanıt vermekten çok, iktidarın kudretini simgeleştirme aracıdır. Bu yüzden otokratların estetik anlayışı, çoğu zaman gigantomi ile, yani ölçüsüz büyüklük, ihtişam ve göz kamaştırıcı bir görsellikle tanımlanır.
Taş ve Betonun Dili: İktidarın Heybeti
Otokrat liderler için bir saray, bir meydan ya da bir anıt yalnızca mekân değildir. Her biri, kendi otoritesinin kalıcılığını ve “ebediliğini” halkın bilincine kazımak için üretilmiş devasa bir imgedir. Tarih boyunca bu tutku kendini farklı biçimlerde göstermiştir: Roma İmparatorluğu’nun zafer taklarında, Sovyet anıt heykellerinde, faşist rejimlerin dev bulvarlarında, Ortadoğu’daki ihtişamlı saraylarda ve günümüzün camla kaplanmış gökdelenlerinde… Hepsi, tek bir temel arzuyu dile getirir: büyüklük üzerinden itaat üretmek.
Mimarinin ölçüsüzlüğü, aslında otokratın kendi içsel güvensizliğini örter. Gösterişli mermerler, altın varaklı salonlar ya da yüzbinlerce metrekarelik külliyeler, halkın gözünü kamaştırarak düşünme yetisini bastırmayı hedefler. İktidar, estetikle büyüler; büyü ile de sorgusuz itaati temin etmeye çalışır.
Bu estetik anlayış, yalnızca mimariyle sınırlı değildir. Devlet törenleri, liderin kullandığı dil, kıyafetler, bayrakların ve sembollerin tasarımı bile aynı ihtişam mantığına dayanır. Otokratlar için “güzellik”, tek biçimli, tekdüze ve katı bir güzelliktir; çoğulluğa, farklılığa ve katılıma yer bırakmaz.
Burada estetik, halkın ortak zevkini geliştiren, duyarlılıklarını besleyen bir alan olmaktan çıkar; aksine, halkın gözüne dayatılan bir tek-biçimlilik olur. Otokratik estetik, katılımı değil hayranlığı; tartışmayı değil huşu dolu bir suskunluğu talep eder.
Estetikle Örtülen Çürüme
Ne var ki bu şatafatlı görüntünün ardında, çoğu zaman bir çürüme gizlidir. Devletin binaları büyüdükçe vatandaşın yaşam alanı daralır; anıtlar yükseldikçe bireylerin sesi kısılır. Otokratların sarayları altınla kaplanırken, sokaklardaki yoksulluk daha çıplak hale gelir.
İşte bu yüzden otokrat estetiği, ilk bakışta göz kamaştırıcı olsa da, özünde kırılgan ve tekinsizdir. Çünkü gerçek güzellik, çoğulluğun, yaratıcılığın ve eşit katılımın içinden doğar. Betonla dayatılan “güzellik”, yalnızca iktidarın hegemonyasının süslenmiş bir maskesidir.
Sorulması gereken esas soru şudur: Bir demokrasinin estetiği nasıl olmalıdır? Demokratik estetik, şatafat ve gigantomiyle değil, erişilebilirlikle, açıklıkla, gündelik yaşamı kolaylaştıran bir sadelikle var olur. Demokrasi, kendi mekânlarını halkıyla birlikte kurar; meydanlarını tartışmalara açar, binalarını şeffaf kılar, sanatını çoğulluğa teslim eder.
Otokratların sarayları görkemli olabilir, ama halkın özgürce söz kurabildiği küçük bir meydan, gerçek anlamda daha büyüktür. Çünkü asıl büyüklük, taşta değil, ortak yaşama katılan seslerin çokluğunda yatar.
- Otokrasi ve Estetiğin Şatafatlı Yüzü - 6 Eylül 2025
- Türkiye’nin Din Haritası - 29 Ağustos 2025
- Çocuk Yoksulluğu Derinleşiyor: 171 Bin Gelecek Risk Altında - 23 Ağustos 2025