Cumartesi Anneleri Ertak Dosyasını Hatırlattı: “Barış Susarak Değil, Hakikati Konuşarak Gelir”

Cumartesi Anneleri/İnsanları, gözaltında kaybettirilen yakınlarının akıbetini sormak için Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdikleri 1065’inci buluşmada bu kez 1992 yılında Şırnak’ta kaybedilen Mehmet Ertak’ın hikâyesini gündeme taşıdı. Eylemde, Ertak ailesinin gönderdiği mektup okundu; mektupta, dosyanın avukatı Tahir Elçi’nin de susturulduğuna dikkat çekildi.

Hak savunucularının yanı sıra CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun da katıldığı eylemde yapılan açıklamalar, devletin faili meçhul politikalarının ve cezasızlık kültürünün güncel barış tartışmalarıyla nasıl iç içe geçtiğini bir kez daha ortaya koydu.

“Gözaltına Alındı” Denilmedi, Ama Tutanak Vardı

Basın açıklamasını okuyan kayıp yakını Maside Ocak, Mehmet Ertak’ın Şırnak’ın Rezuk mezrasında yaşadığını, kömür ocağında işçi olarak çalıştığını ve daha önce iki kez gözaltına alınıp ağır işkence gördükten sonra serbest bırakıldığını anlattı.

Ocak, Ertak’ın 18 Ağustos 1992’de işten dönerken polis kontrol noktasında gözaltına alındığını, Şırnak Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğüne dair tutanak tutulmasına rağmen ailesine “gözaltına alınmadı” denildiğini hatırlattı. Bu çelişki, Türkiye’de kayıplar meselesinde en sık karşılaşılan devlet inkârının somut bir örneği olarak öne çıktı.

JİTEM İtirafları ve İnkâr Mekanizması

1997’de JİTEM personeli Murat İpek’in itiraflarına da dikkat çeken Ocak, Ertak’ın Şırnak Emniyet Müdürü Necati Altuntaş ve Terörle Mücadele Şube Müdürü Mehmet Kaplan’ın emriyle öldürülüp gömüldüğünün açıkça dile getirildiğini aktardı. İpek’in ifadesine göre bu infazlar dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan’ın bilgisi dahilinde gerçekleşmişti.

Bu itiraflar, devlet görevlilerinin doğrudan sorumluluğunu ortaya koymasına rağmen dosya cezasızlıkla sonuçlandı. Cumartesi Anneleri’nin yıllardır vurguladığı “inkâr ve cezasızlık zinciri”nin Ertak vakasında da tekrarlandığı görülüyor.

Avukat Tahir Elçi’nin Susturulan Sesi

Mehmet Ertak dosyasında bir başka kritik isim ise, 2015 yılında Diyarbakır’da katledilen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’ydi. Ertak ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığı başvuruyu üstlenen Elçi, bu süreçte bürosunun basılması, dava dosyalarının alınması ve bizzat işkence görmesi gibi ağır baskılara maruz kaldı.

Buna rağmen AİHM başvurusu gerçekleştirildi ve Mahkeme, Ertak’ın gözaltında işkence sonucu öldürüldüğünü “hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde” tespit etti. Türkiye, yaşam hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm edildi. Ancak Elçi’nin uğradığı baskılar ve sonrasında susturulması, Cumartesi Anneleri’nin dile getirdiği gibi, adalet arayışının nasıl sistematik olarak engellendiğini de gösteriyor.

Ailenin Mektubu: “Bizim Yanımızda Tahir Elçi de Vardı”

Eylemde, Ertak ailesinin gönderdiği mektup kayıp yakını Nazım Dikbaş tarafından okundu. Mektupta şu ifadeler öne çıktı:

“20 Ağustos 1992’de, Şırnak’ta gözaltına alındın ve bir daha geri dönemedin. Seni sessizliğe gömdüler baba. Ama biz susturulmadık. Bizim yanımızda bir isim daha vardı baba: Tahir Elçi. Senin davana sahip çıkan, korkusuzca konuşan bir avukat. Ama o da susturuldu. Çünkü o da hakikati söylüyordu. Barış susarak değil, hakikati konuşarak gelir.”

Bu sözler, Cumartesi Anneleri’nin mücadelesinin yalnızca geçmişin kayıplarını değil, bugün de süren susturma politikalarını görünür kıldığını ortaya koydu.

Tanrıkulu’ndan Belgeli Hatırlatma

CHP’li Sezgin Tanrıkulu da eylemde söz alarak, Tahir Elçi’nin dosyayla ilgili kendisine anlattıklarını aktardı. Elçi’nin, soruşturma dosyasında unutulan ve üzerinde bir yüzbaşının imzası bulunan belgeyi bulduğunu, bunu mahkemeye sunduğunu, yüzbaşının ise bu belgeyi görünce “kim verdi, nereden bulundu” diye tepki gösterdiğini hatırlattı.

Tanrıkulu, bu belgenin AİHM kayıtlarına da geçtiğini söyleyerek, Ertak dosyasının Türkiye’nin adalet sisteminde nasıl kritik bir örnek teşkil ettiğini vurguladı.

Hakikatle Yüzleşmenin Önemi

Cumartesi Anneleri’nin 1065’inci buluşması, kayıpların yalnızca birer sayı değil, toplumsal hafızanın ve adalet arayışının canlı parçaları olduğunu hatırlattı. Mehmet Ertak’ın hikâyesi, Tahir Elçi’nin susturulan sesiyle birleşerek, cezasızlık kültürünün barışın önündeki en büyük engel olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bugün yeniden tartışılan barış sürecine dair mesaj ise mektupta açıkça dile getirildi: “Barış susarak değil, hakikati konuşarak gelir.”