Avrupa’dan Filistin’e Diplomatik Destek Büyüyor: Fransa, İngiltere ve Malta Tanımaya Hazırlanıyor

Uluslararası meşruiyet mücadelesinde yeni bir eşik

Filistin’in devlet olarak tanınması yönünde uluslararası destek her geçen gün artarken, Avrupa’nın merkezinden gelen diplomatik sinyaller bu süreci derinleştiriyor. Fransa’nın Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’i resmen tanıyacağını açıklamasının ardından, İngiltere ve Malta’dan da benzer adımlar bekleniyor. Bu gelişme, Avrupa Birliği içindeki dengeleri yeniden şekillendirebilirken, ABD-İsrail ekseninin izole politikalarını da sorgulatıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 24 Temmuz’da yaptığı açıklamada, ülkesinin Filistin’i tanıyacağını ve bu kararın BM Genel Kurulu’nda ilan edileceğini duyurdu. “Fransız halkı Orta Doğu’da kalıcı barış istiyor” diyen Macron, kararın hem bölgesel istikrar hem de tarihi sorumluluklar bağlamında atılmış bir adım olduğunu belirtti. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a bir mektupla bildirilen bu karar, G7 ülkeleri içinde bir ilki temsil ediyor.

Malta ve İngiltere de Hazırlık Aşamasında

Fransa’nın ardından Malta Başbakanı Robert Abela da bugün yaptığı açıklamada, ülkesinin Eylül ayında Filistin’i tanıyacağını duyurdu. Kararın, İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın aynı yöndeki açıklamalarından sonra gelmesi dikkat çekti. Abela, bu adımın Orta Doğu’da barışı inşa etme iradesinin açık bir göstergesi olduğunu vurguladı.

İngiltere’nin de Filistin’i tanımaya hazırlandığına dair resmi kaynaklardan gelen sinyaller, Avrupa’da diplomatik bir kırılmaya işaret ediyor. Brexit sonrası uluslararası politikada yeni bir yön arayışındaki Londra’nın, bu tür çıkışlarla Avrupa kamuoyunda yeniden etkinlik kurmaya çalıştığı da yorumlanabilir.

ABD-İsrail’den Sert Tepki

Filistin’in tanınmasına yönelik girişimler, her zamanki gibi Washington ve Tel Aviv hattında sert eleştirilerle karşılandı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Fransa’nın kararını “terörü ödüllendirmek” olarak nitelendirirken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da bu adımın Hamas’a hizmet edeceğini öne sürdü. Oysa ortada duran gerçek, halkların barış talebine karşı konumlanmış eski bir düzenin direnişidir.

Bu söylemler, yıllardır Oslo süreciyle başlayıp çözümsüzlüğe evrilen statükonun bugün hâlâ Batı’nın bir kısmı tarafından savunulmaya devam ettiğini ortaya koyuyor. Ancak Avrupa kamuoyundaki eğilimler farklı. İsrail’in Filistin halkına yönelik askeri, siyasi ve sosyal baskı politikalarının artık uluslararası meşruiyet zeminini zayıflattığı açık.

AB’de Tanıma Eğilimi Giderek Güçleniyor

2014’te İsveç’in başlattığı tanıma sürecine son bir yılda İspanya, Norveç, İrlanda, Jamaika, Ermenistan ve Slovenya da katılmıştı. 2024 Mayıs ayında İspanya, Norveç ve İrlanda Filistin’i tanıdıklarını duyururken; Slovenya, Haziran ayında bu sürece katılarak diplomatik ilişkileri güçlendirme kararı aldı. Fransa, İngiltere ve Malta’nın da katılımıyla AB içinde Filistin’i tanıyan ülke sayısı 12’ye yükselecek.

Bu ülkeler, uluslararası hukuka ve 1967 sınırlarına dayalı bir barışın ancak eşit egemenlik temelinde kurulabileceğini savunuyor. Yani “iki devletli çözüm” söylemi, artık sadece söylemde kalmıyor; somut adımlarla güçlendiriliyor.

Filistin’in Tanınması Ne Anlama Geliyor?

Filistin’in tanınması, 1967 sınırları içinde (Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs) egemen bir devlet olarak kabul edilmesi anlamına geliyor. Bu karar aynı zamanda, tanıyan devletlerle Filistin arasında tam diplomatik ilişki kurulmasının da önünü açıyor. Yani Filistin, sadece bir “konu” değil, uluslararası ilişkilerde “özne” haline geliyor.

Temmuz 2025 itibarıyla, 193 Birleşmiş Milletler üyesinden 147’si Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımış durumda. Fransa, İngiltere ve Malta’nın da eklenmesiyle bu sayı daha da artacak. Böylece tanıma, salt sembolik değil, küresel güç dengelerini doğrudan etkileyecek siyasal bir hamleye dönüşüyor.

Örtük Bir Siyasi Yön Değişimi

Bu gelişmeler, Avrupa’da yalnızca Filistin’e destekten ibaret değil; aynı zamanda ABD güdümlü dış politika anlayışına karşı bir özerklik arayışını da yansıtıyor. Diplomatik tanıma kararları, sömürge sonrası uluslararası düzende hâlâ ayrımcılığa maruz kalan halkların meşruiyet mücadelesine yönelik bir dayanışma jesti olarak okunmalı.

Filistin’in tanınması, bir halkın kendi geleceğini tayin hakkını teslim etmektir. Ama aynı zamanda uluslararası sistemin çifte standartlarına karşı sessiz bir itiraz, geç gelen bir adalet çağrısıdır. Avrupa, bu adımla belki de kendi diplomatik vicdanını yeniden inşa etmeye çalışıyor.